27 Şubat 2010 Cumartesi

Kusur-u Mübtedi-i Lisan

İçimden bir ses dedi ki: "Blogdaki başlıklarda Arapça ve Farsça tamlamaları yanlış. Bazıları oldukça anlamsız. Bilmiyorsun madem kullanma böyle acayip bir dil."

Ben de ona dedim ki: "Birincisi, bu benim kişisel blogum. Kendi fikirlerimi insanların okuyacağını ummayarak yazıyorum. İkincisi, dilin kapasitesi, insanın düşünme ve düşündüğünü ifade etme kapasitesini sınırlandırıyor. Düşünmekten vaz dahi geçiriyor. Ben de kelime haznemi geliştirmek için frenklerin Latince'ye sarılmaları gibi Osmalı Türkçe'sine sarılıyorum. Bu işte başarılı olamıyorum diye bu işi bütün bütün terk etmeyi de mantıklı bulmuyorum. İnsanın kelimeleri okudukça değil, kullandıkça öğrendiğine inanıyorum. Bir önceki yazımda "Analiz ve sentez yapabilmek için bilgi sahibi olmak lazım. Bilginin uçmaması için de analiz ve sentez yapmak lazım." demiştim. Sen al bu bilgi kelimesi yerine kelime kelimesini koy."

Tahlil-i Tahlil

Bu gün gönderdiğim ikinci yazı bu. Sabahleyin fen ve matematik eğitiminin gerekliliği üzerinde epey kafa yorup bir yazı göndermiştim. Daha sonra bıkkınlık geldi, daha sonra düşünürüm detayları diye ara vereyim dedim. Ancak aklıma gelmişken unutmadan yazayım diye yazıyorum. Boş kafada çok fazla fikir ortaya çıkmıyor. Bir iki kelam işitip veya bir iki satır okuyup on dakika düşünmek, bunları yapmadan iki saat düşünmekten daha verimli oluyor. Bu akşam ödev olarak verilen makaleyi okurken aklıma gelen fikir buydu. Analiz ve sentez yapabilmek için bilgi sahibi olmak lazım. Bilginin uçmaması için de analiz ve sentez yapmak lazım.

Gaye-i Maarif-i Fen-u Riyaziye 2

Liselerde niçin fen ve matematik öğretilmesi gerektiğini arkadaşlara sordum ve konu üzerinde düşündüm. Öğrencilerin kafirlere galip gelmesi, kainata bakıp iman hakikatlerini anlaması ve meslek sahibi olması ve aynı zamanda hiçbir müslümanın fen ve matematik adamı eksikliğinden mağdur olmaması, fen ve matematik eğitimi için ikna edici gayeler olarak görünüyor.

Se'âdet- Ebediyye kitabının 24. sayfasında tecrübe hakkında açıklama yapılıyor:
Ya’nî, dînimiz, fen bilgilerini emr etmekdedir. Kur’ân-ı kerîmin çok yerinde, tabî’atı, ya’nî mahlûkâtı, canlı ve cansız varlıkları görmek, incelemek emr edilmekdedir. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, birgün Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” sordu ve: (Yemene gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka dürlü aşıladıklarını ve dahâ iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medînedeki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa, Yemende gördüğümüz gibi aşılayıp da, dahâ iyi ve dahâ bol mu elde edelim?) dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunlara şöyle diyebilirdi: Biraz bekleyin! Cebrâîl “aleyhisselâm” gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm. Veyâ, biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim, demedi ve (Tecribe edin! Bir kısm ağaçları, babalarınızın üsûlü ile, başka ağaçları da, Yemende öğrendiğiniz üsûl ile aşılayın! Hangisi dahâ iyi hurma verirse, her zemân o üsûl ile yapın!) buyurdu. Ya’nî tecribeyi, fennin esâsı olan tecribeye güvenmeği emr buyurdu. Kendisi melekden anlar veyâ mubârek kalbine elbette doğar idi. Fekat, dünyânın her tarafında, kıyâmete kadar gelecek müslimânların, tecribeye, fenne güvenmelerini işâret buyurdu.
Aynı kitabın bir sonraki sayfasında da müslümanların zarara uğramamaları için çalışmanın gerekliliği anlatılıyor:
Hattâ, bir islâm şehrinde, fennin yeni bulduğu bir âlet, bir vâsıta yapılmayıp, bu yüzden bir müslimân zarar görürse, o şehrin idârecilerini, âmirlerini, islâmiyyet mes’ûl tutmakdadır. Hadîs-i şerîfde, (Oğullarınıza yüzmek ve ok atmak öğretiniz! Kadınların, evinde iplik iğirmesi ne güzel eğlencedir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, harb için lâzım olan her çeşid bilgi ve âleti edinmeği, hiç boş durmamağı ve fâideli eğlenceleri emr etmekdedir. Bunun içindir ki, bugün, bir islâm milletinin, atom bombası, sun’î peyk yaparak müslimânlığı dünyâya tanıtması farzdır.
Müslüman mimarlar, mühendisler ve doktorlar yetiştirmenin yanısıra, imanımızı kuvvetlendirmek için de fen ve matematik öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Yukarıda geçen "Ya’nî, dînimiz, fen bilgilerini emr etmekdedir. Kur’ân-ı kerîmin çok yerinde, tabî’atı, ya’nî mahlûkâtı, canlı ve cansız varlıkları görmek, incelemek emr edilmekdedir." sözü Risale-i Nur'un çeşitli yerlerinde detaylı bir şekilde izah ediliyor. (Tahkik-i iman sahibi olmak, Rabbimizi tanıyıp sevmek, acziyetimizi hissedip kul olmak, Medresetü'z-Zehra'yı zihnimizde inşa etmek gibi izahlar karşıma çıktıkça buraya eklerim inşallah.)

Fen ve matematik eğitiminde kendim için ikna edici amaçları belirledikten sonra artık fen ve matematik eğitiminde ne öğretilmeli sorusunu sorabilirim. Bunu da başka bir zaman yazayım.

(Yeri gelmişken ve aklıma gelmişken şunu da yazayım ki Hakîkat Kitâbevi ve Hakikat Yayıncılık farklı kuruluşlarmış. Karıştırırdım eskiden.)

26 Şubat 2010 Cuma

Gaye-i Maarif-i Fen-u Riyaziye 1

Öğretmen adayı olarak staja bu dönem dönem başlıyorum. Şimdiye kadar işin eğlencesinde veya ders geçme derdindeydim. Mezuniyet uzaktı. Öğretmenlik mesleği üzerinde düşünmemiştim. "Bilim (fen) ve matematikte öğretme teknikleri" dersinde üç soru sormuştu hoca ve bu üç sorunun herbiriyle ilgili makale yazdık. Bu sorular şunlardı:
  • "Niçin fen ve matematik öğretiriz?"
  • "Fen ve matematikte ne öğretiriz / öğretmeliyiz?"
  • "Nasıl fen ve matematik öğretiriz?"
Temel soru "niçin"di. O sıralar bunu bir ödev olarak görüyor ve yazıp geçeyim diyordum. Yaptığım ödev, sınıfta tartıştığımız veya kitapta yazan fen ve matematik öğretiminin amacına dair bazı hususların tahlili niteliğindeydi. Bu hususların arasında sudan bahaneler de elbette vardı. Ancak bunların hiçbiri de beni matematik veya fen öğretmek için ikna edecek düzeyde değildi.

Mesela, öğrencinin çevresinde gördüğü yağmur, gökkuşağı ve deprem olaylarının nasıl olduğunu anlayabilmesi için bu eğitim gerekli diyorduk derste. Bu doğa olaylarını lisede fen eğitimi almış insanların böyle bir eğitim almamış insanlardan daha iyi açıklayabileceklerini sanmıyorum ama ben. Hem öyle olsa bile sırf yağmurun nasıl olduğunu açıklayabilmeleri için öğrencilere dirsek çürüttürmek ve onları toplumdan soyutlamak mı gerek. İş bulmaları için okumaları lazım bahanesi bile daha ikna edici.

Sonradan bu konuda düşündükçe kendi amaçlarımı belirleme ihtiyacı hissettim. Ben öğretmen olduğumda bunları niye öğreteceğim? Çocuklar niye öğretiyorsun dediğinde ne cevap vereceğim? Sadece mesleğimin hakkını vermek için mi fen ve matematik anlatacağım?

25 Şubat 2010 Perşembe

Fikr-u Lisan

Bazen bereketli yağmur gibi aklıma bazen bir sürü fikir geliyor. Birini tutayım derken diğeri uçuyor. Ona koşarken beriki kaçıyor. Fikirler dağınık dağınık bir kafada dururken efkarlı bir adam gibi bir ordan bir burdan yazmaya başlıyorum (Efkar da fikrin çoğuluymuş meğer). Bu berekli yağmuru kaçırmadan kovaları çıkarıp doldurmak iyi olur herhalde. Dağınık fikirlerimi de rastgele ve konusuz yazı yazmayayım diye onları yazmaktan bütün bütün vazgeçmem iyi olmaz sanırım.

Söz uçar yazı kalır demişler. Fikirler söze bile dökülmediğinden sözden de kolay uçar. Bilgisayar başına otururken aklımda olan fikirlerden biri, elinde kalem kağıt başında oturup düşünmenin bilgisayar başında düşünmekten daha verimli olacağıydı. Buna deliller de düşünüyordum. Ancak yazmaya başlayınca aklıma yeni fikirler geldi. Bu delillerden önce şunu belirteyim ki insana ilham gelen bazı anlar vardır gün içinde gizlenmiş. Bunlar iyi değerlendirilirse ve önemsiz işlerle ertelenmezse insana kapılar açılıyor. Bunu bir arkadaşım farklı bir şekilde söylemişti. Çok da önemsememiştim ancak yaşayınca ikna oldum. Fikirleri kağıda yazmanın faydaları bence şunlardır:
  1. Kağıdın her yerine yazılabilmesi
  2. Kağıda şekil çizmek ihtiyacı hissedildiğinde kolayca çizilebilmesi (Bilgisayar insanı sınırlandırıyor. İnsan, bunu şuraya yazmak, şöyle yazmak, şunu çizmek istiyorum diyor ancak yapamayınca vazgeçiyor.)
  3. İnsanın kağıda daha hızlı yazabilmesi
  4. Kağıda harflerin şekliyle bazı duyguların da aktarılabilmesi (Bilgisayar ekranına yazılan yazılar standart harflerle görünüyor. Halbuki kişi kağıda yazarken harfleri istediği gibi eğip bükebilir.)
Daha fazla önemli sebep gelmedi şimdi aklıma. Birkaç sudan bahane daha var:

  1. Başkalarının okuyacağını bilince insan, yine bazı şeyleri yazmaktan vazgeçiyor.
  2. Bilgisayarı kurmak dört dakika, bilgisayarı açmak bir dakika, yazmaya başlamak için gerekli uygulamayı açmak belki yine bir dakika sürünce insan yazmaktan vazgeçiyor, yazacağını unutuyor, dikkatini başka şeyler dağıtabiliyor. Defteri ele alıp yazmaya başlamak dört saniye sürüyor.
Yazı hızı konusunda kalem de yeterli değil aslında. Yazarken de elimiz düşünce hızımıza yetişemiyor, çok fazla fikir uçup gidiyor. Kalem mi? Belki de alfabedir bunu sınırlayan. Nitekim Osmanlıca konuşma hızında yazılabiliyormuş. Latin harflerini konuşma hızında takır takır kalemle veya daktilo yazanlar var. Eğer Osmanlıca yazanlardan da böyle normalden daha hızlı yazanlar varsa, düşünme hızında yazıyordur demektir.

İnsanın düşüncelerini aktarmakta yavaşlatan bir etken de kelime haznesinin geniş olmaması. Kelime bulamayınca yazmaktan vazgeçiyor insan. Yukarıda aşırı hızlı yazanlar için kullanmak için istediğim manaya karşılık olabilecek bir kelime aklıma gelmemişti aklıma. Şimdi İngilizce "extreme" kelimesi geldi. İnsan bir de kendi kendine konuşur gibi düşündüğünden ve insan kısa süreli hafızasındaki bilgileri ancak birkaç saniye tutabildiğinden ve bunun için sürekli tekrar etmek zorunda kaldığından (telefon numarasını çevirmeden önce unutmamak için edilen tekrar gibi) aklındaki manayı ifade edebilecek bir kelime bulamadığında bu mana o birkaç saniye içinde uçuyor. O halde çok kelime ve deyim bilmek de gerekli.

Bilmektan kasıt sadece o kelimeyi gören kişinin o manayı anlaması değil, kişinin manayı ifade ederken o kelimeyi kullanmasıdır. Okuduğumuz çok kitabı anlıyoruz. Bir kelime sorulduğunda manasını söylüyoruz ama bir kelime ile anlatılabilecek bir durumu iki cümle ile anlatamıyoruz. Bu bakımdan dili iyi öğrenmek matematik ve fen eğitiminden önce gelmeli bana göre. Okulda gördüğümüz edebiyat dersleri bu konuda başarısız kalıyor. Nasıl biz matematik ve fen derslerinde çok konuyu ezberleme ve otomatikleşme yoluyla öğreniyorsak edebiyatta da bazı temel konular ezberlenmeli. Ezberci eğitim deyip toptan karşı çıkıyoruz ama düşünmeye ve araştırmaya sevkeden eğitimin yanında ezber ve otomatikleşme yöntemi de olmalı. Nitekim "drill & practice" konusunda araştırma yapanlar daha karışık konuların anlaşılabilmesi için bazı temel yeteneklerinin otomatikleşmesini savunuyorlar.

Gaye-i Feth

Bu blogda aklıma gelen fikirleri uçmadan, başımdan geçenleri unutulmadan yazayım da sonra belki okurum diye açtım. Hem yazarken insan yeni şeyler keşfediyor. Ayrıca bir nevi iç muhasebe yapıyor. Hatalarını değerlendiriyor, fırsatlarını düşünüyor. Kendisi için neyin önemli olduğunun farkına varıyor. O kadar blog açtım, ancak konuları gereği aklıma her geleni yazmayayım dedim. Gördüm ki yazmadan hiç olmuyor.