26 Haziran 2011 Pazar

Postmodern Mütebaid Tefekkür

Uzun zamandır yazmıyordum uzun uzun yazdıktan sonra. Ne bileyim, iş güç derken; değil aslında iş güç yoğunluğu azalınca yazamaz oldum. Üzerimdeki stres gidince belki bloga hapsolmaktan kurtuldum. Bu hal bana şunu fark ettirdi ki sağlam derdi olanlar sağlam yazıyor. Mesela Necip Fazıl’ın derdi her şeyi teptirecek kadar sağlam bir dert örneği:
“Bu çığırın açılma istdadını kazandığı demlerde ben Türkiye'nin en büyük bankasında müfettişlik makamında ve en lüks şartlar içindeyken -herhalde bağlı olduğum büyük kapının ruhuma üflediği feyz eseri olsa gerek- herşeyi teptim, bankadan istifa ettim ve kendimi fikir kavgası hayatına verdim...” (Doğru Yolun Sapık Kolları, s. 162)
Yazmadığım bu arada çok da tembel durmadım ya, başka işlerle uğraştım. Başlıkları takip edenler sordular yazmıyorsun bu aralar pek diye. Okunmuyor ki yazayım demedim çünkü okunması için yazmıyordum zaten. Üniversite giriş sınavı denemelerindeki paragraf sorularına konu olabilecek bir durum vardı zira: Okunduğunu bilen yazarın, okurlarının beklentilerinden etkilenmesi. Okunması için yazmayınca hayal kırıklığına uğratma endişesi taşıyacağım bir okurum da olmayacaktı. Ama insan bir yandan da okunmasını istiyor tabi emek verip bu kadar uzun yazdıktan sonra.

Madem uzun uzun yazılan makaleler pek okunmuyor, madem “sanat, sanat için midir okur için midir?” türünden bir konudan girdim ve madem yazmadığım uzun zamanda neyle meşgul olduğumdan da bahsetmedim, o halde bu fetret döneminde biraz da sanatla uğraştığımı kısaca itiraf edip insanların talep ettiği görselliğe biraz yer vereyim. Bazen bir fikri olup da kelimelere dökemeyip “yorum yok” derler ya, ben de biraz yorum yapıp “fikir yok” diyeceğim: Biz beynimizi tembelleştirip görselliği talep ettikçe, eğitimcilerin analiz, sentez ve değerlendirme dedikleri seviyelerden “görünce tanıma” seviyesine mi düşüyoruz, “fikir yok”.

“Bu duvarda görmüş olduğunuz fotoğraf ressam-ı hazreti şehriyari tarafından çekilmiş olup, Alman seyyah Hans Hermann von Schweinitz'in Sultan Aldülmecid’e hediye ettiği telefonu göstermektedir.” diyen bir turist rehberi taklidi yapsam, biraz uydursam biraz da tarihi alaya alsam gençlerin ne ilgisini çekerdi. İlgi çekici ve komik bulmanın dolaylı duygusallığa bağlı olduğunu düşünüyorum bu aralar. Yani bir şeyi komik bulan insanları gören kişinin de o şeyi komik bulmaya başlaması durumu olan dolaylı duygusallık. Son zamanlarda da tarihin uydurukçası, edebiyatın postmodern olanı insanların ilgisini çekmeye başladı gibi. Sonuçta moda değişiyor.

Başkalarından etkilendiğimden midir bilmem ama tarihte benim ilgimi çeken bir konu tarihteki bilim adamlarının duyguları, fikirleri ve hayatlarının nasıl olduğu, önemli siyasi olayların bu bilim adamlarını nasıl etkilediği ve bu bilim adamlarının nasıl çok yönlü olabildikleri. Matematikçi diye bildiğimiz biri edebiyatla da uğraşmış astronomiyle de. Bir başkası astronomiyle uğraşırken tıpla da uğraşmış. Günümüzde suyunun suyu kabilinden alanlarda uzmanlaşıp başka hiçbir alanda salahiyet sahibi olamamakla iyi mi ediyoruz, “fikir yok”.

Yukarıda gördüğünüz resmi ise ben yaptım, bilgisayarda efekt verilmiş hali. Bu çizim tarihteki bilim adamları gibi benim de farklı alanlarda uğraş sahibi olduğumun bir nişanıydı. Üniversitede matematikle alakalı bir bölümde okurken resim dersleri almıştım. Resim hocasının çizgimizi tanımak için bir şeyler çizmemizi istemesi üzerine karakalemle çizmiş olduğum bir telefondu bu. Sayısalcı olduğumuz için teknik resim gibi oldu. Orijinali şu anda çöpte olmalı. Bir kenara atmadan fotokopicide taratmıştım bir hatıra olsun diye:

Karakalemle çizdiğim çevirmeli telefon

Moda gibi fikir akımları da değişiyor, hatta geçmişi tekrar etmeye başlıyor. Batılılar şu anki okul sistemini öğrencileri tektipleştirdiği ve onların “divergent thinking” özelliğini körelttiği gerekçesiyle eleştiriliyor. “Divergent thinking”, başlıkta mütebaid tefekkür dediğim şey, bir olta kancasını kaç farklı yerde kullanabilirsin sorusuna verilen cevap sayısıyla ilişkili olan bir yetenek. Misinanın ucuna takılmaktan başka bir yerde kullanılabileceğini akıl edememeye de Türkçede “işleve takılma” diyorlar. İşleve takılmaktan kurtulup “divergent thinking” yeteneğini geliştirmek için tarihteki bilim adamları gibi çok yönlü olmak faydalı olabilir. Ancak bu çok yönlülük “Ulusal egemenlik ve çocuk bayramı temalı bir resim” gibi zoraki bir konunun dayatıldığı bir ortamda neşvünema bulamayacaktır.

Batılılar çok yönlü olmanın öneminden bahsededursun biz “okulda ahlaki eğitimin verilebilirliği” konusunu batılıların tartışmasını bekleyeduralım. Okulun salt bilgilendirme süreci olmaktan çıkıp doğu dövüş sanatları eğitimi, hat sanatı eğitimi veya küçük bir kasabada ibrik yapan bir demircinin çırak yetiştirmesi gibi öğretirken eğiten bir yapıya sahip olması gerektiği gelmişti bir ara aklıma. Bilgiyi tehlikeli ellere öylece bırakmak yerine, bilim ve matematiği kendini tanımak için öğrenen, hırs için değil insanlık için kullanan, emanet aldığı dünyayı tezyin etmekte kullanıp dünyayı daha güzel, bilim ve matematiği ise daha zengin olarak bırakan bir nesle teslim etmeliyiz diye düşünmüştüm. Öğrencileri eğitimsiz bırakmak yerine onlara insan-ı kâmil olma yolunu göstermeliydik okulda. Çok yönlü olmanın faydası Batılıların postmodern diyebileceği böyle bir ortamda en çok olurdu sanıyorum.

Siz olta kancasını nerelerde kullanabileceğinizi düşünedurun ben neler çizdiğimi anlatmaya devam edeyim. Karakalemle çevirmeli bir telefon çizdikten bir hafta sonra charcoal ile çalıştım. Dersin geri kalan kısmında da elim yağlı boyaya bulaştı. Yağlıboya çalışmasını atamayıp birine hediye ettim. Charcoal çalışmam da karakalem çalışmamla aynı akıbeti paylaşıyor olmalı. Onu da bir kenara atmadan tarattım:

Kulplu bir bardak


Mücevher kutusu


Yamulmuş bakır bir tencere


Hepsi bir arada