tag:blogger.com,1999:blog-15342151010396497302024-03-19T08:06:30.393+03:00Aklıma ve Başıma GelenlerMadem söz uçar yazı kalır, yazayım o halde.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.comBlogger42125tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-16843485409567141362023-08-11T15:26:00.011+03:002023-08-11T16:03:02.742+03:00Yılbaşı Kutlamaması<p>Oyuncakların sesli ve ışıklı olanları sade olanlarına kıyasla bebeklerin ilgisini daha çok çekmektedir. Bu ifadedeki oyuncağı sesli ve ışıklı herhangi bir uyaranla genellersek bebekleri de herhangi bir yaştaki insanla genelleyebiliriz. Çünkü sesli ve ışıklı uyaranları bol miktarda içeren kutlamalar her yaştan insanın ilgisini çekmektedir. İnsanın ilgi çekici her uyarana ilgi göstermesi gerekli değildir ve hatta bazı uyaranlardan sakınması da gerekebilir. Yetişkin insanlar doğruyu ve yanlışı ayırabilecek bilgi birikimine sahip oldukları için bebeklerden farklıdır ve davranışlarını ortaya koymadan önce bir akıl süzgecinden geçirmelidir.<br /><br />Çoğu müslümanın akıl süzgecinden geçirmeden dahil olduğu bir kutlama yılbaşı kutlamasıdır. Halbuki bir müslümanın kafirlere benzememek için onların kutlamalarını taklit etmekten sakınmaya çalışması beklenmektedir. Nasıl bir kafir Allah için kurban kesip Kurban Bayramı kutlamıyorsa bir müslüman da süslemeler, danslar ve Allah için olmayan yeme-içmelerle yılbaşı kutlamıyor olmalıdır. Yılbaşı kutlamalarından sakınmak konusunda yahudiler bile bazı müslümanlardan daha bilinçli davranmaktadır. Mesela bir haber, 2023 yılına girerken Batı Kudüs'te herhangi bir kutlama gözlenmediğini belirtmektedir [<a href="https://www.haber7.com/foto-galeri/77593-dindar-yahudiler-yilbasini-kutlamadi-yeni-yil-bizim-icin-4-ay-onceydi/" target="_blank">1</a>]. Ne yazık ki gaflet perdesi İslami bir hayat yaşama bilincini zayıflatmaktadır. Müslümanlar “Rüzgarın esişine tabi olan ot gibi nefis ve hevanın zevkine uyma. Zira arşın gölgesi bir kulübeden evladır.” diye nasihat veren Mevlana gibi manevi önderlere ihtiyaç duymaktadır. Çünkü bir hadis-i şerifte belirtildiği gibi “din nasihattir”.</p><p>Din nasihat ise bir müslümanın yılbaşı kutlamaması için kardeşlerini şefkatle uyarması gerekir. Elbette böyle bir nasihat vermek bu nasihatı duymak istemeyenleri karşıya almak ve kendini bir mücadele içinde bulmak demektir. Günümüz müslümanları genellikle müslüman kimliğini belli etmemek için mücadeleden kaçıp umursamaz davranmaktadır. Halbuki müslüman olmak sadece gizlice inanmayı değil ayrıca "eşhedü" diyerek inandığının arkasında durup şahitlik yapmayı gerektirmektedir. Kulu ve resulu olduğuna şahitlik ettiğimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuştur. O halde yılbaşı kutlamaları hakkında müslümanları uyarmak imanın bir gereğidir.<br /><br />Bir müslüman nasihat etmek, görüş belirtmek ve hatta müslüman kimliğini belli etmekten sakınırken İslam düşmanları hiç sakınmadan ve sıkılmadan kendi fikirlerini savunmaya devam etmektedir. Mesela ülkenin her yerindeki okullarda yılbaşı kutlamaları devam ederken 2016 yılında bir ilçenin milli eğitim müdürlüğü bu konuda uyarı niteliğinde bir resmi yazı gördermiştir. Resmi yazının içeriği şu şekildedir:<br /></p><blockquote>“Müdürlüğümüze şifahi olarak bildirilen şikayetlerden anlaşıldığı üzere; mevzuat dışı, ders ve sosyal etkinliklerle alakası olmayan, değer yargılarımızdan uzak, bazı kutlamalar için öğrencilerin özendirildiği ve öğrencilere yönlendirmeler yapıldığı bilgileri ve şikayetleri gelmektedir. Dönem ve yıl sonu olması nedeniyle dersleri engelleyecek, öğrencileri farklı alışkanlıklara ve olumsuz davranışlara sevk edebilecek ya da özendirebilecek, eğlence, şans oyunu, çekiliş ve yılbaşı adı altında öğrencileri ekonomik durumlarına göre farklı algılara sokabilecek (yılbaşı hediyeleşmesi, çam süslemesi, Noel baba figürü vb.) milli ve manevi değerlerimizden uzak etkinliklerin yapılmaması ve bir aksaklığa mahal verilmemesi hususunda; Bilgilerinizi ve gereğini önemle rica ederim.”</blockquote>İlçe milli eğitim müdürlüğü görevinin bir gereği olarak gönderilen bu haklı yazıyı ancak “vur patlasın, çal oynasın” felsefesini dünyaya yaymaya çalışan ve bu uğurda birilerini karşısına almaktan çekinmeyen biri reddebilir. Nitekim yazıyı gönderen müdür, din düşmanlığıyla öne çıkan parti, dernek ve sendika kurumlarının ilçe başkanları tarafından sosyal medya lincine uğramıştır [<a href="https://www.cnnturk.com/turkiye/ilce-milli-egitim-mudurlugunden-okullara-tepki-ceken-yilbasi-uyarisi" target="_blank">2</a>]. Din düşmanlarındaki cesaretin onda biri neden müslümanlarda yok diye düşünüyorum bazen, sonra yüz yıldır müslümanlara yapılan ama bahsetmekten bile korkulan zulümler aklıma geliyor.<br /><br />Yılbaşı kutlamaları ve okullardaki savrulmaya karşı müslümanların suskunluğu Ali Taşçı'nın da dikkatini çekmiş ve 2023 yılında seçimlerden iki ay sonra bir köşe yazısı kaleme almış [<a href="https://www.haber7.com/yazarlar/d-ali-tasci/3331858-okullardaki-yil-sonu-etkinliklerine-dikkat" target="_blank">3</a>]. Köşe yazısında suskunlukla ilgili tespitler şu şekilde olmuş: <br /><p></p><ul style="text-align: left;"><li>“Yılsonu etkinliği” adı altında gelenek ve göreneklerimizle asla örtüşmeyen, değer yargılarımıza tamamen ters, birçok velinin de asla tasvip etmediği işler oluyor okullarda. <b>Herkes de suskun!</b></li><li><b>“Muhafazakâr” bir iktidarın yirmi ikinci senesine girmiş bulunuyoruz.</b> Sözü fazla uzatmak istemiyorum; eğer önümüzdeki beş senelik zaman dilimi içerisinde, kendi kültür ve medeniyetimize dönük bir eğitim sergileyemeyeceksek, beş sene sonra gelecek olduğumuz durağı ben hayal bile edemiyorum!</li><li>Bu “etkinlikler”, maalesef birçok okul müdürü tarafından da rağbet görmektedir. Adam “ilahiyatçı” ama <b>“gerici” damgasını yememek için her türlü fıtrat bozgunculuğuna “evet” demekten çekinmemektedir</b>.</li><li>Müslüman toplum, inançlarını hâlâ burnunun dibinde bir cüzzam / alaten gibi saklamasın; imanını, alnından bir nur gibi fışkırtsın ve bundan herkes aydınlansın. Yarasalar depreşecek diye bunca zamandır mağaralarda yaşadıklarımız artık yeter değil midir? <b>Müslümanlar göğüslerini gere gere “Müslüanım Elhamdülillah” desin yahu!</b></li></ul><p>Evet, veya hayır. Yarasalar depreşecek diye fıtrat bozgunculuğuna “Hayır” diyemeyecek miyiz? Yanlış olana bir şey diyemeyip susuyorsak bunun bir sorun olduğunu ve hayır diyememe zafiyetine karşı psikologların hizmet sunduklarını hatırlayalım. Bazen bir topluluğa sunulan teklife sadece hayır demek yeterli gelmemektedir. Çünkü genellikle (1) teklife yapılan ilk itirazdan sonra oylamaya geçilmektedir, (2) oylamada hayır demeye cesaret edenler azınlıkta kalmaktadır, (3) oylama sonucu teklif uygulamaya konmakta ve itiraz edenlere de dayatılmaktadır. Böylece müslümanlar suskun veya azınlık kaldığında demoktratik bir oylama onların hakkını korumamaktadır. Bu durumda müslümanların karar sürecine katılan diğer üyeleri de ikna etmek için çaba sarfedip vakit ayırması gerekmektedir.<br /><br />Oylama ile yılbaşı kutlama dayatması okullardaki veli gruplarında sık karşılaşılan bir durumdur. Yılsonu yaklaştığında bir sınıf annesi genellikle Whatsapp veli grubunda yılbaşı kutlama planını sunar. Gelen tepkiye göre kutlamadaki kırmızı ve yeşil temaların dozunu ayarlar. Veliler oylama yapıp süslemeler, danslar ve Allah için olmayan yeme-içmelerle yılbaşı kutlaması yapılmasına karar verebilir. Halbuki okulda dinsiz bir hayat pratiği şeklinde kutlama yapmak bir dini eğitimdir. Türk Medeni Kanunu'nun 341. maddesi “Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir. Ana ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir.” demektedir. Okulda yılbaşı kutlamasının kendi çocuğuna dayatılmasını kabul etmeyen bir veli bu kanuna dayanarak oylamayı ve kutlamayı reddebilir.<br /><br />Veli grubunun oylama ile aldığı yılbaşı kutlama kararının kendi çocuğuna dayatılmasını kabul etmeyen anne-babaların veli grubuna gönderebileceği örnek bir mesaj aşağıda yer almaktadır. Bu mesaj duruma özeldir ve her duruma hitap etmemektedir fakat yılbaşı kutlama kararına karşı ne diyeceğini düşünen müslüman anne ve babalara yol gösterici olabilir.<br /></p><blockquote>Sayın veliler,<br />Sınıfta velilerce yapılması istenen uygulamalar konusunda bir derdimi paylaşmak istiyorum. Herkesin inançları, dünya görüşleri, hassasiyetleri, maddi durumları, engellilik durumları, gluten duyarlılıkları, anne-babalı olma durumları aynı değildir. Bazı uygulamalar çoğunluk için eğlenceli olsa da bazı veliler ve çocuklar için rencide edici, kaygılandırıcı, stres yapıcı, uyku kaçırıcı olabilir. Bu tür durumlarda herkesin hakkının korunması için oy çokluğu yerine oy birliği aranması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde çoğunluk istiyor diye emrivaki oldubitti uygulamalar, birkaç veliyi veya öğrenciyi ayrıştıracak, zor duruma sokacak ve huzur kaçıracaktır. <br /><br />Mesela şu an gündemi olan pastalı kutlama özelinde:<ul style="text-align: left;"><li>Kutlama için gelen veliler arasında anne-babasını göremeyen çocuklar üzülecektir.</li><li>Kutlama giderlerine maddi destek sağlamayan veliler hem bu konuda eksiklik hissedecek hem de giderlerden faydalanmak konusunda tereddüt yaşayarak dışlanmışlık hissedecektir.</li><li>Derslerde lavaboya gitmek ve beslenme yapmak yasak olduğu için on dakikalık tenefüste çocuğum hangisini yapsın diye düşünen veliler derslerin bu tür kutlamalar ile aksatılmasından gücenecektir.</li><li>Peygamberini çok seven müslüman veliler Hz. İsa'nın doğum günündeki bir kutlamadan daha coşkulu bir kutlamayı Hz. Muhammed'in (s.a.v.) doğum gününde yapma ihtiyacı hissedecek fakat bu konuda çifte standartla karşılacağını düşünüp üzülecektir.</li><li>Çocuğunu kendi doğrularına göre yetiştirmeye çalışan veliler başka velilerin kendi doğrularını dayatmasına karşı öfke hissedecektir.</li><li>Çocuğuna kıymet veren veliler ona okulda birilerinin keyif verici yiyecekler vermek için ısrar etmesinden tedirgin olacaktır.</li><li>Titiz çocuklar üflenmiş veya dışardan gelmiş pastalar konusında canı çekme ile titizlik arasında ikilem yaşayacaktır.</li><li>Çoğunluğun görüşüyle aynı görüşü paylaşmayan veliler mağduriyet önleme girişimlerinin çocuğun dışlanmasına veya öğretmenin taraflı olmasına yol açmasından endişe ederek çaresizlik yaşayacaktır.</li></ul><p>Yılbaşında yapılmak istenen pastalı kutlamanın zaruri olmayan, farklılıkları ortaya çıkarıp ayrıştırıcı olan ve bazı velileri zora sokan bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Sınıfta yapılması istenenen bu ve benzeri uygulamalarda bazı velilerin keyfi için bazı velilerin mutsuz edilmemesi konusunda özellikle sınıf annelerinin anlayışını rica ediyorum. Herkesin kendi evinde istediği kutlamayı yapma imkanı varken başkalarının çocuklarının da olduğu bir sınıfta faaliyet yürütmek için ısrarcı olunmamasını rica ediyorum.<br /></p>Sınıfa yazıcı alınması, tuvalet kapı kilitlerinin onarılması, tuvaletlere peçete konulması, merdivenlerde ve kapılarda itip kakmalara karşı güvenliğin sağlanması gibi konular varken amacı herkesi tatmin etmeyen bir kutlamanın bunlardan daha çok ilgi görmesine hayret ettiğimi de belirtmek isterim.</blockquote><p>Makalem burada sona erdi fakat hayat devam ediyor. Umarım gelen yıllar okullarda yılbaşı kutlaması dayatması olmadan gelir. Umarım müslümanlar şu andan itibaren daha bilinçli olur. Gerçekten olur mu? “Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!” [<a href="http://www.erisale.com/#content.tr.14.166" target="_blank">4</a>]. Risale-i Nur'da geçen bu cümleyi belki daha önce duymuşuzdur fakat bu söz klişe bir slogan olmaktan öte geçip hayatımıza yansımalıdır. Çünkü o cümlenin öncesinde şu ifade geçmektedir: “Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.” Bizim konumuz açısından bunun anlamı, İslam'ın şiarlarını hedef alan Arap düşmanlığını bırakıp yılbaşı kutlaması gibi Batı'nın şiarlarına düşmanlık yapmaktır. Bunu sağlamada bireysel olarak bize düşen vazife birlik olmaktır: “Manevi bir mücahede içerisinde bulunduğumuz böyle bir zamanda, tek başımıza bir şey yapmamız neredeyse mümkün değil. 'Zaman cemaat zamanıdır.' prensibiyle hareket etmekle mükellefiz... Zira şavaşta bir fert, tek başına hiçbir şey yapamaz.” [<a href="https://sorularlarisale.com/umitvar-olunuz-su-istikbal-inkilabi-icinde-en-yuksek-gur-sada-islamin-sadasi-olacaktir-cumlesine-gore-muslumanlar" target="_blank">5</a>]</p><p><br /></p><h4 style="text-align: left;">Referanslar</h4>[1] <a href="https://www.haber7.com/foto-galeri/77593-dindar-yahudiler-yilbasini-kutlamadi-yeni-yil-bizim-icin-4-ay-onceydi/">https://www.haber7.com/foto-galeri/77593-dindar-yahudiler-yilbasini-kutlamadi-yeni-yil-bizim-icin-4-ay-onceydi/</a><br />[2] <a href="https://www.cnnturk.com/turkiye/ilce-milli-egitim-mudurlugunden-okullara-tepki-ceken-yilbasi-uyarisi">https://www.cnnturk.com/turkiye/ilce-milli-egitim-mudurlugunden-okullara-tepki-ceken-yilbasi-uyarisi</a><br />[3] <a href="https://www.haber7.com/yazarlar/d-ali-tasci/3331858-okullardaki-yil-sonu-etkinliklerine-dikkat">https://www.haber7.com/yazarlar/d-ali-tasci/3331858-okullardaki-yil-sonu-etkinliklerine-dikkat</a><br />[4] <a href="http://www.erisale.com/#content.tr.14.166">http://www.erisale.com/#content.tr.14.166</a><br />[5] <a href="https://sorularlarisale.com/umitvar-olunuz-su-istikbal-inkilabi-icinde-en-yuksek-gur-sada-islamin-sadasi-olacaktir-cumlesine-gore-muslumanlar">https://sorularlarisale.com/umitvar-olunuz-su-istikbal-inkilabi-icinde-en-yuksek-gur-sada-islamin-sadasi-olacaktir-cumlesine-gore-muslumanlar</a><br /><div><p></p></div>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-48802155884558895462023-08-02T11:47:00.008+03:002023-08-02T13:12:16.822+03:00Zekat Hesaplama İlkelerim<h1 style="text-align: left;">Giriş</h1><p>İnsan için en önemli iki an doğum ve ölümdür ancak bu ikisi arasında da işe girme, evlenme, zenginliğe kavuşma da diğer önemli anlardan bazılarıdır. Bir müslüman zengin olduğunda zekatını hesaplamaya başlar. Zekatla ilgili hükümler Büyük İslam İlmihali ve Ni’meti İslam gibi ilmihallerde açıklanmaktadır. İlmihaller her Müslümanın bilmesi farz olan hükümleri özetlediği için zekat mükellefinin ilmihalden zekat bölümünü okuyup öğrenmesi gerekir. Her gün sayfalarca haber, yorum, gönderi ve püf noktası okurken yıllar önce aldığımız o ilmihali okumasak olmaz değil mi? Ancak ilmihalde konuların dizilişi akademik bir sırada olabilir ve verilen örnekler sadece her devirde geçerli olabilecek genel uygulamalardan seçilebilir. Bu nedenle 2020’lerdeki bir zekat mükellefine en başından en sonuna kadar rehberlik edecek bir sırada olmayabilir. Zekat mükellefi umursamaz biri değilse kafasındaki soruların cevabını aramaya başlar ve genellikle ilk başvuru adresi internettir.</p><p>İnternetin çoğu insan için ilk başvuru kaynağı olmak, dünyevi meselelerde sayısız kaynak sunarken dini konularda eksik kalmak ve insan gibi cümleler kurup kitlelere ulaşan yapay zeka için bir kanal görevi görmek gibi özellikleri vardır. Bu özellikler bana deccalin önce peygamberlik sonra ilahlık iddia etmesiyle ilgili ve bir gözünün kör olup salkımdan dışarı fırlamış bir üzüm tanesi gibi pörtlek olmasıyla ilgili hadisleri hatırlattı. İnternette dini konularda çok az yayın olduğu için bu hadislerin Türkçe tam meallerini de bulamadım. Hâlbuki telefondaki malayani bir uygulamanın ayarları hakkında internette çok sayıda yazı bulmak mümkündür. Bu durum zekat hakkındaki ve faiz hakkındaki çevrimiçi kaynak sayılarının kıyaslamasına da yansımaktadır. Ne yazık ki internette faiz konusunda devasa bir bilgi birikimi varken zekat konusundaki bilgi birikimi genellikle ilmihaldeki bilgilerin tekrarı niteliğindedir. Müslüman bir ülkede sıradan bir vatandaş bile faizin puanı (yani faiz oranının yüz katının virgülden sonraki iki basamağı) ile ilgilenir hale gelmiştir. </p><p>Zekat için bilgi talep etmedikçe, bu bilgi için bir bedel ödemeye yanaşmadıkça ve faiz hesaplamada gösterilen titizliği zekat konusunda göstermedikçe kimse vaktini zekatla ilgili bir bilgi sunmaya ayırmamaktadır. İlme olan talebin az olması zekatın günlük hayatta uygulanması hakkındaki bu yazıyı yazmayı ertelememe neden oldu. Ancak karşıma çıkan “İlmin esirgenmesi helal olmaz.” hadisi beni tekrar teşvik etti. Böylece zekatla ilgili kafama takılan sorular için bulduğum cevapları ve bu cevaplara göre kendim için belirlediğim zekat hesaplama ilkelerini yazmaya karar verdim. Başka durumda olan birinin kendi ilkelerini belirleyebilmesi için kendi ilkelerimin dayanaklarını da belirttim. </p><p>Bu yazının ortaya çıkmasına neden olan temel soru zekatın hangi günkü mal varlığına göre nasıl hesaplanacağı ve verileceğidir. Zekatın hangi günkü mala göre hesaplanacağı; nisap miktarının kaç gram altın alındığına, dönüşümde hangi altın fiyatının dikkate alındığına, bir yılın kaç gün alındığına ve malın eşler arasında nasıl paylaşıldığına göre değişmektedir. Kişinin bu konularda belirlediği ilkeler, onun ticari olmayan evini veya arabasını satıp yenisini aldığı yıllarda ödeyeceği zekatı da değiştirmektedir. Nisabın sene-i devriyesi, evin satılmasının gündemde olmadığı günlere denk gelirse o evin zekatı hesaplanmayacak fakat evin satılık olduğu veya satılıp paraya çevrilmiş olduğu günlere denk gelirse zekatı hesaplanacaktır. Bu yüzden ibadetinde titiz davranan birinin zekat hesaplamalarını rastgele yapmayıp bazı ilkeleri en başta belirlemesi gerekmektedir.</p><h1 style="text-align: left;">Zekat Hesaplama İlkelerim</h1><h3 style="text-align: left;"># Hangi günkü mal için zekat hesaplıyorum?</h3><p>Nisap miktarına ulaşırsam bunun tarihini not ediyorum ve bundan bir <b>hicri yı</b>l sonra da nisap miktarı malım olursa malın o son günkü miktarı üzerinden zekat hesaplıyorum. Bir <b>hicri yıl</b> geçmesini beklememin dayanağı ilmihaldeki şu maddelerdir (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Zekat):</p><p></p><blockquote><b>Madde:</b> En az nisap miktarı, artmaya elverişli bir mal üzerinden, tam bir <b>kameri (hicri) sene</b> geçip son bulmadıkça zekat lazım gelmez. Nisap miktarı hem senenin evvelinde, hem de sonunda bulunmalıdır. Bu miktarın sene içerisinde eksilmesi, zekatın farz olmasına engel olmaz. Sene içinde artan mal sene sonunda diğer mal ile beraber zekata tabi olur. [Yani sene sonundaki mal miktarı dikkate alınır.] (Madde 9)</blockquote><p></p><p></p><h3 style="text-align: left;"># Hicri tarihi nasıl hesaplıyorum?</h3><p>Nisaba ulaştığım tarihi not ettikten sonra nisabın sene-i devriyesini <b>hicri takvime göre</b> belirliyorum. Hicri aylar hilalin (yen ayın) görülmesi ile başlar. Takvimler hilalin doğma zamanını tam olarak hesaplayıp bildirse de hilalin görünürlüğü kesin olarak tahmin edilemez. Ama hicri günleri belirlemede benim bir yetkim olmadığı için <b>diyanetin hesabını </b>dikkate alıyorum. Diyanetin sitesinde hicri aybaşlarının hangi güne denk geldiği ilan ediliyor (<a href="https://vakithesaplama.diyanet.gov.tr/hicriden_miladiye. php" target="_blank">https://vakithesaplama.diyanet.gov.tr/hicriden_miladiye. php</a>). Ayrıca şu site bir miladi tarihi hicri tarihe diyanet takvimini esas alarak dönüştürülebiliyor:<a href=" https://hicri-miladi-tarih-hesaplama.hesabet. com" target="_blank"> https://hicri-miladi-tarih-hesaplama.hesabet. com</a>.</p><p></p><h3 style="text-align: left;"># Hangi nisap miktarını esas alıyorum?</h3><p>Nisaba ulaştığım günü belirlemek için nisap miktarını netleştirmiş olmam gerekiyor. Nisap miktarı olarak <b>96 gram altın </b>alıyorum. Nisap miktarını <b>96 gram altın</b> almamın dayanağı şu soru-cevaptır:<b> </b></p><p><b></b></p><blockquote><p><b>Soru: </b>Zekatta olması gereken nisap kaç gramdır?</p><p><b>Cevap: </b>Allah Resulü zekatı miskal ile beyan etmiştir. 20 miskalin altında zekat yok demiştir. Miskal de arpa taneleriyle ölçülmektedir. Arpa tanelerinin boyutları, hacimleri, kabukları farklı farklı olduklarından dolayı o 20 miskalin ağırlığının ne olduğu da farklılık göstermektedir. Bu hususta tartışma ve farklılık son derece doğaldır. Ancak Osmanlı'nın son döneminde <b>96 gram</b> fakihler tarafından tercih edildiğinden dolayı bizim kanaatimiz <b>96 gram</b> olması gerektiğidir. (Abdülhamid Türkeri, İsmailağa Fıkıh Kurulu Üyesi, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=JzBl7EpciM8">https://www.youtube.com/watch?v=JzBl7EpciM8</a>) </p></blockquote><p></p><h3 style="text-align: left;"># Hangi altın fiyatını esas alıyorum?</h3><p>Karışık cinsteki malın nisaba ulaşıp ulaşmadığını belirlerken TL varlıkları ve zekat borcunun kapanıp kapanmadığını belirlerken de ödemeleri altın birimine çeviriyorum. Bunun için <a href="https://altinkaynak.com/Altin/Kur">https://altinkaynak.com/Altin/Kur</a> sitesindeki <b>Perakende 22 Ayar Bilezik Alış</b> fiyatını kullanıyorum. Gün Pazara denk gelirse Cumartesi fiyatlarını kullanıyorum.</p><p>Altının <b>alış fiyatını </b>kullanmamın dayanağı şu soru-cevaptır:<b> </b></p><p><b></b></p><blockquote><p><b>Soru:</b> Altının zekatı kağıt para olarak verileceği zaman altının alış fiyatı mı satış fiyatı mı esas alınır?<b> </b></p><p><b>Cevap:</b> Zekat mükellefi, zekatını altının kendisinden vermek istiyorsa altın olarak verir. Fakat altınını bozdurmak istemiyorsa kuyumcuya gider <b>bozdurma fiyatını</b> (yani kuyumcunun alış fiyatı) esas alarak gramın karşılığını TL olarak verir. (Fatih Mehmet AYDIN, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=yqc8bQfnFMo">https://www.youtube.com/watch?v=yqc8bQfnFMo</a>) </p></blockquote><p></p><p>Altının<b> 22 ayar fiyatını </b>kullanmamın dayanağı şu soru-cevaptır:<b> </b></p><p><b></b></p><blockquote><p><b>Soru:</b> Altının TL fiyatı altının ayarına göre değişiyor. Belli bir miktar TL ile alınabilecek düşük ayardaki altın nisap miktarına ulaşırken aynı TL ile alınabilecek yüksek ayardaki altın nisap miktarına ulaşmıyor. TL'nin nisabı hangi ayar altına göre hesaplanacaktır? Altının zekatı TL ile verilecekse, nasıl verilecektir? <b> </b></p><p><b>Cevap:</b> Zekat yükümlülüğü için temel ihtiyaçların ve borcun dışında nisaba ulaşacak bir birikim sahibi olmak gerekiyor. Eğer bir birikim farklı ayarlarda altından oluşuyorsa, hangi ayardan kaç gram olduğuna bakılmaz. Birikim sahibi bunları toparlar, gram olarak nisap miktarına ulaşıyorsa zekat yükümlüsü olur. Eğer birikim kağıt paradan oluşuyorsa, bunun nisaba ulaşıp ulaşmadığının tespiti için <b>22 ayar altın</b> dikkate alınır. O günkü altın fiyatına göre, nisap miktarı 22 ayar altının karşılığı olan kağıt paraya ulaşmışsa bu kişi zekatla yükümlüdür. 22 ayarın tercih edilmesinin sebebi en fazla kullanılan altın çeşidi olmasıdır. (İdris Bozkurt, Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=yqc8bQfnFMo">https://www.youtube.com/watch?v=yqc8bQfnFMo</a>) </p></blockquote><p></p><h3 style="text-align: left;"># Esas aldığım altın fiyatlarında hata olabilir mi?</h3><p>İnternetteki Perakende 22 Ayar Bilezik Alış fiyatını esas aldıktan sonra vereceğim zekatın eksik olacağı konusunda endişelenmeme gerek yok. Altın fiyatlarına baktığım <a href="https://altinkaynak.com/Altin/Kur">https://altinkaynak.com/Altin/Kur</a> sitesindeki bazı gözlemlerim şu şekildedir:<br /></p><ol style="text-align: left;"><li>Alış fiyatları ne işlemin perakende veya toptan olmasına göre ne de altının işlenmiş veya hurda olmasına göre değişiyor (fark <‰3). </li><li>Gişe alış fiyatları gişe satış fiyatlarının %3-4 altında oluyor. Bulunduğum yerdeki kuyumcuların bozdurma fiyatı da genellikle internetteki gişe alış fiyatında oluyor.<br /></li><ul><li>Demek ki standart olan altının alış fiyatıdır. Satış fiyatının yüksek olması işçilik veya aracıların kârı nedeniyledir. <br /></li></ul><li>Altın fiyatının düşük veya yüksek alınması, zekatı verilecek TL varlıkların ve zekat olarak TL ödemelerin her ikisini de aynı yönde etkiliyor.</li></ol><h3 style="text-align: left;"># Hesaplamalarda hata payı olabilir mi?</h3><p>Zekat hesaplamalarındaki hata kaynakları şunlar olabilir:<br /></p><ul style="text-align: left;"><li>Ödemeyi bir aracı ile gönderdiğimde ödeme fakire ulaşana kadar TL değer kaybına uğrayabilir veya altın değer kazanabilir.</li><li>Hesaplarda yuvarlamalar olabilir.</li><li>Kıyıda köşede saymayı unuttuğum TL varlıklarım ve yüzüğüm olabilir. </li></ul><p>Bu hata kaynaklarından en önemlisi birincisidir. Yani zekatın fakire ulaşana kadar değer kaybına uğramasıdır. Bu hatayı önlemek için ne yaptığımı ve ne yapamadığımı aşağıda açıkladım.</p><p>1) Karışık cinsteki malın zekat borcu için ödemeleri kolaylık olsun diye TL olarak yapıyorum ve ödemelerin altın karşılığını da şöyle hesaplıyorum: </p><blockquote><p>Altın cinsinden ödeme [gr] = TL cinsinden ödeme [TL] / Altın fiyatı [TL/gr]</p></blockquote><p>Formüle göre zekat aracıya verildikten sonra fakire ulaşana kadar altın fiyatları %1 artarsa TL ödemelerin de %1 daha fazla olması gerekir. Ödemelerin altın karşılığının hesaplanmasındaki olası hatalara karşı hem altın hem TL varlıkların zekat borcunu <b>%5 temki</b>n ile ödüyorum. Mesela 400.000 TL değerinde mal için 10.000 TL zekata ilave olarak 500 TL temkin olacak ama eksik hesaplama endişesinden kurtulmuş olacağım.</p><p>2) Aracılara verdiğim zekat ödemelerinin altın karşılığının hesabında <b>zekatı aracıya verdiğim tarih</b>i dikkate alıyorum. Zekatın ne kadarlık kısmının, kime, ne zaman ulaştığı bilgisi gelirse defterime not ediyorum fakat zekat ödemelerinin altın karşılığını zekatın ulaşma tarihine göre hesaplamıyorum. Bunun temel nedeni zorluktur. Zekatın fakirlere ulaşma tarihini bazen hiç öğrenemiyorum, bazen de bunu soruşturunca aracılar sıkılıyor. Ayrıca ulaşma tarihini elde etsem bile defterde sonradan düzeltme yapmak, hesap tablolarında bu ayrıntıları dikkate almak zor, kafa karıştırıcı ve bir süre sonra işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor.</p><p>Zekatın ulaştırılmasındaki gecikmeden doğan hataları temkin ile telafi ediyorum. Mesela nisap miktarındaki 96 gram altının zekatı 2,4 gram altındır, bunun da %5 temkini 0,12 gram altındır. Gözlemlerime göre zekatın ulaşması haftalarca sürmedikçe <b>%5 temkin</b> yeterli olmaktadır.<br /></p><ul style="text-align: left;"><li>Mesela 2019 yılında zekatlarımın yarısına yakını aracılara verilmiş ve bunlar en fazla 2 hafta içinde ulaştırılmış. Zekatın ulaşma tarihi yerine elden çıkma tarihi dikkate almak zekatı 0,05 gram altın eksik hesaplanmasına neden olmuş fakat 0,50 gram altın miktarındaki %5 temkin bunu telafi etmiş.</li><li>Mesela enflasyonun yüksek olduğu 2021 yılında zekatlarımın beşte biri aracılara verilmiş ve bunlardan bazılarının ulaştırılması 7 haftaya kadar uzamış. Zekatın ulaşma tarihi yerine elden çıkma tarihini dikkate almak zekatın 0,12 gram altın eksik hesaplanmasına neden olmuş fakat 0,36 gram altın miktarındaki %5 temkin bunu telafi etmiş.</li></ul><p>Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde zekatın ulaşma tarihlerine göre hesap yapmak yerine temkin oranı artırılabilir veya zekatın doğrudan verilmesi tercih edilebilir.<br /></p><h3 style="text-align: left;"># Zekatı dönemler arasında aktarıyor muyum?</h3><p>Her yıl zekat borcu tahakkuk ettikten sonra kısa süre içinde zekat borcunu ödemeye çalışıyorum. Bazen zekat tahakkuk etmeden ödeme yapıyorum bazen fazla ödemelerimi sonraki senenin zekat borcundan düşüyorum. Zekatı <b>dönemler arasında aktarmamın</b> dayanağı ilmihaldeki şu maddelerdir (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Zekat):<br /><b></b></p><blockquote><b>Madde:</b> Muayyen miktarda bulunan nakit paraların ve ticaret mallarının üzerinden bir sene geçtiği takdirde, zekatlarını derhal, yani <b>sene biter bitmez</b> hemen vermek icap eder. Çünkü bu halde bunlara yoksulların hakları taalluk etmiş olur. Artık bunu özürsüz yere tehir etmek caiz olmaz. (Madde 2) </blockquote><blockquote><b>Madde: </b>Nisap miktarında olan bir malın zekatı daha <b>sene dolmadan</b> acele edilerek fakirlere verilebilir. (Madde 85) </blockquote><blockquote><b>Madde:</b> Nisap miktarındaki bir malın <b>birkaç senelik zekatı</b> birden verilebilir. Sene sonunda bu miktar mevcut bulundukça zekatları verilmiş bulunur. (Madde 86) </blockquote><blockquote><b>Madde:</b> Bir kimsenin mesela bin lirası olduğu halde iki bin lira zannederek ona göre zekat verecek olsa, bu fazla verdiği zekatı <b>ertesi senenin zekatına</b> sayabilir. (Madde 88)</blockquote><p></p><h3 style="text-align: left;"># Zekat, fitre ve kurbandan arasındaki farklar nelerdir?</h3><p>Hangilerinde nisaba ulaşmamın üzerine bir yıl sayıyorum veya ailemdekiler için ödeme yapıyorum?<br /></p><ul style="text-align: left;"><li>Zekat için, nisap miktarı malın üzerinden <b>bir kameri yılın geçmiş olmas</b>ı (malın bir yıl elde bulunması) gerekir. Zekat verecek kimsenin <b>zengin ve baliğ </b>olması gerekir.</li><li>Fitrede malın üzerinden<b> bir yıl geçme şartı yoktur</b>. Fitrenin verileceği en son gün bile, nisab miktarı mal eline geçse, kendisine derhal fitre vâcib olur. Kendisi<b> ve velayetleri altındaki kişiler için</b> fıtır sadakası verir. </li><li>Kurbanda malın üzerinden <b>bir yıl geçme şartı yoktur</b>. Kurban Bayramı'nın üçüncü günü ihtiyaçlarının dışında eline nisap miktarına ulaşan bir para geçen kimsenin kurban kesmesi vâciptir.</li></ul><h3 style="text-align: left;"># Zekat hesaplarını karı-koca arasında ayırıyor muyum?</h3><p>Evliliğimin ilk zamanlarında zekatın nasıl hesaplanacağı ve malın karı-koca arasında ayrılması gerektiği konusunda yeterli bilgiye sahip değildim. O zamanlarda vermiş olduğumuz ortak zekatlarda kimin ne kadar payı olduğunu belirleyebilmek için daha sonradan kendimin ve hanımın zengin olma tarihlerini ve zekat borçlarını ayrı ayrı hesapladım. Bundan sonra hanım zengin olduğunda zekat hesabını kendi yapacak. Zekat hesaplarını ayırmamın dayanağı şu soru-cevaptır:<br /><b></b></p><blockquote><b>Soru:</b> Ortak mal varlığı olan karı-koca zekatı nasıl hesaplar? </blockquote><blockquote><b>Cevap: </b>Hanefi mezhebine göre zekat, fıtır, kurban, hac gibi mali ibadetler tıpkı namazda olduğu gibi her bir bireye müstakil olarak farz veya vacip olur. Ailede çalışılıp da ortak bir mal varlığı elde edildiyse, hisselerin belirlenmesi, her bir bireye düşen mal varlığının ayrılması, ona göre bir hesap yapılıp zekat mükellefiyetinin tespit edilmesi gerekir. Her bir birey kendi ferdi mülkiyetini hesaplamakla sorumludur. (Abdülhamit Türkeri, İsmailağa Fıkıh Kurulu Üyesi, <a href="https://www.youtube.com/watch?v= 8U_Jh5NLiDE" target="_blank">https://www.youtube.com/watch?v= 8U_Jh5NLiDE</a>)</blockquote><h1 style="text-align: left;">Zekat Borcu ve Ödemeleri Takip Tablosu</h1><p>Yukarıda anlatılan ilkelere göre zekat nasıl hesaplanır, zekat ödemeleri nasıl takip edilir ve diğer mali ibadetlerin kaydı nasıl tutulur sorularına cevap olarak hazırlanan örnek bir tablo aşağıda verilmiştir. Böyle bir tabloyu bilgisayardaki hesap tablolarında hazırlamak kolaylık
sağlamaktadır fakat gerekli de değildir. Doğrudan kareli defter üzerine
işlenmesi zor değildir.</p><div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHO81E0gwAzXD3dWW7JmeQGyV3zXbiOeRUs91VO3tVSj5PBxDOjcuYQiw2gJ1vDP8z9WpIJK-sQaSihhgF-VzpEbNBS6_s_z23WcIGEVm6YPNKS7NCf_wxestjLlqXaQcLPMf_1wq5CYuPYMCZHQZ8F79ZiYoPVw64ixvZFX9moQK8ETt1ur-kGJTUsO0/s814/Zekat%20Hesaplama%20Tablosu.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Tabloda herhangi bir yılın 5 Receb'inde nisaba ulaşmış birinin sonraki bir yılda zekat ödeyip ödemeyeceği ve ödeyecekse ne kadar zekat ödeyeceği ve yaptığı zekat ödemelerinin zekat borcunu karşılayıp karşılamadığını nasıl hesapladığı gösterilmiştir. Ayrıca fitre ve kurban ibadetlerini yapıp yapmadığını nasıl takip ettiği gösterilmiştir." border="0" data-original-height="582" data-original-width="814" height="458" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHO81E0gwAzXD3dWW7JmeQGyV3zXbiOeRUs91VO3tVSj5PBxDOjcuYQiw2gJ1vDP8z9WpIJK-sQaSihhgF-VzpEbNBS6_s_z23WcIGEVm6YPNKS7NCf_wxestjLlqXaQcLPMf_1wq5CYuPYMCZHQZ8F79ZiYoPVw64ixvZFX9moQK8ETt1ur-kGJTUsO0/w640-h458/Zekat%20Hesaplama%20Tablosu.png" title="Zekat Hesaplama Tablosu" width="640" /></a></div>
<p>Tabloda herhangi bir yılın 5 Receb'inde nisaba ulaşmış birinin sonraki bir yılda zekat ödeyip ödemeyeceği ve ödeyecekse ne kadar zekat ödeyeceği ve yaptığı zekat ödemelerinin zekat borcunu karşılayıp karşılamadığını nasıl hesapladığı gösterilmiştir. Ayrıca fitre ve kurban ibadetlerini yapıp yapmadığını nasıl takip ettiği gösterilmiştir.</p><p>Tabloya göre hem bütün varlıklar altın cinsine çevrilerek zekat hesaplanmıştır hem de ödemeler altın cinsine çevrilerek zekat borcunun kapanıp kapanmadığı takip edilmiştir. Bütün varlıkları tek bir cinse çevirmeyip her varlığın zekatını ayrı ayrı vermek zahmetli ve karışık olacaktır. Ayrıca varlıklar altın cinsine çevrilmediğinde nisap miktarına ulaşılıp ulaşılmadığının kıyaslaması yapılamayacaktır. Para cinsinden hesaplanan zekat geç ama aynı miktardaki para olarak verildiğinde paranın değer kaybından dolayı eksik verilmiş olacaktır. Fakat zekat borcunu altın olarak takip etmek değer kaybından dolayı zekatın eksik verilmesini önleyecektir.<br /></p></div>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-90001595215779462952023-02-26T23:31:00.024+03:002024-01-25T14:11:34.447+03:00Zekatın Temlik Şartı, Aracılık ve Vekalet<h1>Özet</h1>
<p>Zekât ve fıtır sadakasının sahih olmasının şartlarından biri
temliktir. Temlik, eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya malî bir hakkı
başkasına devretmeyi ifade eder. Zekatın kime verilebileceği Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir.
Bunlar; fakirler, yoksullar (miskinler), esaretten kurtulacaklar, borçlular,
Allah yolunda cihad edenler (fî sebîlillah), yolda kalmış olanlar, zekât
toplamakla görevlendirilen memurlar ve müellefe-i kulûb (kalpleri İslam’a
ısındırılmak istenen kimseler)dur (Tevbe, 9/60). Bu âyette belirtilenler kurum
değil, bireylerdir. Zekat, kendilerine zekât verilmesi caiz olan kimselere doğrudan
teslim edilebileceği gibi aracı vasıtası ile de ulaştırılabilir. Bu aracının
birey olması ile kurum olması arasında fark yoktur. Genel olarak bir mal tedavi ve su kuyusu gibi hayır
işlerine sarf edildiğinde temlikin gerçekleşmediği kabul edilmektedir. Fakat
bir görüşe göre aracılar, zekât alması caiz olan kimselerden vekalet alarak
onlar adına zekat alıp onların tedavi ve su kuyusu gibi ihtiyaçlarına sarf
edebilir. Bu durumda kurumlara zekât verilebilmesi için, o kurumun zekât
hakkında fıkhı bilgiye vakıf olması aranmalıdır. </p>
<h1>Zekatın Temlik Şartı Vardır</h1>
<p>Zekat şu şekilde tanımlanmaktadır (Ömer Nasuhi Bilmen. Büyük
İslam İlmihali, Zekat Kitabı, Madde 1.) :</p>
<blockquote>Zekat ıstılahta, bir malın
muayyen bir miktarını, muayyen bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım Müslümanlara
Allah Teâlâ’nın rızası için tamamen <b>temlik
etmek (mülkiyetine geçirmek)ten</b> ibarettir.</blockquote>
<p>Zekatın temlik şartı şu şekilde açıklanmaktadır (Ömer Nasuhi
Bilmen. Büyük İslam İlmihali, Zekat Kitabı, Madde 92.) :</p>
<blockquote><p>Zekatın ehil olan kimseye <b>mülk yapılması</b> şarttır.</p>
<p>Bundan dolayı fakirlere, yemeği
serbest bırakmak suretiyle yedirilen yemek zekat sayılmaz.</p>
<p>Yine böylece bir hayır işine sarf
edilen para, zekata sayılamaz. Mesela bir zekat parasıyla köle azat edilemez,
veya bir zata hac yaptırılamaz veya mescit, medrese, çeşme, yol, köprü
yaptırılamaz, ölülerin kefenleri alınamaz veya borçları ödenemez.</p>
<p>Fakat bir fakir, aldığı bir zekat
parasını kendi rızasıyla bu gibi hayır işine sarf etse, bundan hem o fakir, hem
de ona zekatı vermiş olan zat, sevap kazanmış olur.</p>
<p>Yine böylece bir fakiri zekata
sayılmak üzere bir evde oturtmakla zekat verilmiş olmaz. Çünkü bu bir mülk
yapılma sayılmaz.</p></blockquote>
<p>Zekatın rünkü temlik olarak ifade edilmektedir ve şu şekilde
açıklanmaktadır (Mehmed Zihni. Ni’meti İslâm, Zekat Kitabı.) :</p>
<blockquote>Zekatın rüknü: <b>Temliktir</b> ki, menfaatini her bakımdan
kendinden kesmek yoluyla <b>malın</b> bir
kısmını sarf yeri olan fakire vermektir. Kendinin borçlusu bulunan fakirin
borcunu zekatına sayarak ibra etmek yahut zekat niyetiyle köle azat etmek veya
cami yaptırmak, hac veya umre etmek, temlik ve zekat olmadığı gibi usul ve füruundan
olan fakire temlik dahi menfaati kendinden tamamen kesmiş olmamak cihetiyle
zekat değildir. <b>Mal</b> kaydı ile <b>menfaat</b> hariç kalmıştır ki, menfaat
temlik etmek (mesela zekatına sayarak akarında fakiri iskan eylemek) zekat
değildir.</blockquote>
<p>Zekatın temlik gerçekleşmeyen yere verilemeyeceği şu şekilde
açıklanmaktadır (Mehmed Zihni. Ni’meti İslâm, Zekat Kitabı, Zekatın Verileceği
Yerler) :</p>
<blockquote><p>Zekatı mescitlerin yapılmasına ve
onarılmasına sarf etmek sahih olmadığı gibi ölünün cihazına, borcunu ödemeye ve
azad olunacak kölenin semenine sarf eylemek dahi olmaz.</p>
<p>Zekattan ölünün tekfini için
çare: Bir fakire verip o fakirin onu tekfin etmesidir. İkisine de sevap olur.
Mescitlerin hayır işlerine sarf etmenin dahi çaresi budur. Fakir için bu
hususta emre muhalefet var mıdır? Nakil görülmemiş ise de zahir olan,
olmamasıdır.</p></blockquote><p>Temliğin tam olarak ne olduğu ve benzer ameliyelerden farkı şu şekilde açıklanmaktadır (Fatih Kalender. <a href="https://youtu.be/N-k-BRA3hCA?t=155" target="_blank">https://youtu.be/N-k-BRA3hCA?t=155</a>) :</p>
<blockquote>
<p>Fukaha [mülkiyetin/aidiyetin intikali ile ilgili ameliyelerde] üçlü taksime gitmiştir. Temlik vardır, ibaha vardır, bir de iskat vardır.</p><p><b>Temlik</b>: Bir mal vardır, bir de malın maliki vardır. Bu mal ile malik arasında da bir irtibat vardır ki bu irtibata mülkiyet irtibatı derler. Türkçe'de bunun karşılığı [olarak] aidiyet ifadesini kullanabiliriz. Bu aidiyetin bir şahıstan başka bir şahısa intikali ise fıkıh dilinde temlik ile ifade edilebilir. Yani bir aynın maliki var, o ayndaki mülkiyetini kendisinden soyutlayıp da bir başka tarafa intikal ettiriyor ise ve karşı tarafa artık bu saatten sonra aidiyet intikal ediyorsa bu ameliyede temlik gerçekleşmiş deniyor.</p>
<p><b>İbaha</b>: Bir malik vardır, bir de mal vardır. Malikin maldaki mülkiyetini soyutlamaksızın intifasını yani kullanımına dair karşı tarafa müsade etmesidir. Ama bu kullanım yani bu menfaatlenme bazı kere malın tüketimine yönelik olabilir. Buna fıkıh dilinde istihlaki mallar derler. Bazı kere de malın aynı bakidir, onun menfaatinden istifade edersiniz. Örneğin [misafir olduğumuz bu stüdyoda] önünüzdeki tabletten istifade etmeniz veya bizim şu bardaktan istifade etmemiz gibi.</p><p>Temlik ile ibahayı şu şekilde de misallendirebiliriz. İki tabak yemek olsa, biri sağ tarafta biri sol tarafta. Sağ taraftakini tabağıyla beraber "Buyur hocam, bu senin olsun, size bunu veriyorum dedidiğim" zaman onu siz alıp evinize getirebiliyorsanız, istediğiniz anlamda orada tasarruf yapabiliyorsanız bu temliktir. Ama ikinci tabaktakini ise "Buyur hocam, buradan yiyebilirsiniz" dediğim zaman ise o zaman sizin oradan yemenize müsade vardır ama mülkiyetinize yani aidiyetinize intikal anlamında değil. Onu kaşığınıza koyup kendinize intikal ettirene kadar mülkiyeti bana aittir. Siz onu tükettikten sonra artık size intikal etmiş olacak. Ama o intikal ettiği an itibariyle ise ortada bir mülkiyet kalmayacaktır. Dolayısıyla ibaha ile temlik arasında böyle bir fark vardır. </p>
<p><b>İskat</b>: [Temlik ile ibaha arasında olan bir ameliyedir.] Sözgelimi benim sizden on lira alacağım olsa, "O on lira alacağımı istemiyorum, size iskat ettim, sizden ibra ettim, sizden düşürdüm" dediğim zaman bu aslında bir aidiyetti ama bu aidiyet zimmette var olan bir aidiyetti yani ayn-i müşahhas olan bir aidiyet değildi. Bu aidiyeti kendimden soyutlayıp size vermem bir temlik gibi gözükse de... yalın bir temlik değildir.</p>
<p>Peki zekat bunlardan hangisiyle olabilir? Zekat bir malın mülkiyetinin bir başkasına intikal etmesine yönelik olan bir ibadettir. Zimmetteki bir alacağı düşürmek ya da fakir fukarayı bir yemeğe çağırıp da ona yemek ikram etmek [şeklinde] zekat olmayacağı kitaplarımızda açık ve net bir şekilde beyan edilmiş... Zekat namıyla mali bir ibadet yerine getirilecekse bu zekatın fiziksel olarak aidiyetinin yani mülkiyetinin bir şahıstan başka bir şahsa (başka bir kuruma demiyorum dikkat ederseniz) mülk olarak verilmelidir.</p>
</blockquote>
<h1>Zekat Bizzat Kurumlara Verilemez</h1><p><b>Hastaneler</b>
hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Dişleri Yüksek Kurulu, <a href="https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/448/hastanelere-alinan-saglik-cihazlari-zekat-yerine-gecer-mi" target="_blank">https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/448/hastanelere-alinan-saglik-cihazlari-zekat-yerine-gecer-mi</a>
) :</p>
<blockquote><p>Hastanelere alınan sağlık
cihazları zekât yerine geçer mi?</p>
<p>Zekâtın verilebileceği yerler
Kur’an-ı Kerim’de ismen sayılarak belirtilmiştir. Bunlar; fakirler, yoksullar
(miskinler), esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda cihad edenler
(fî sebîlillah), yolda kalmış olanlar, zekât toplamakla görevlendirilen
memurlar ve müellefe-i kulûb (kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen
kimseler)dur (Tevbe, 9/60). <b>Bu âyette
belirtilenler kurum değil, bireylerdir.</b> Buna göre zekât bizzat bireye veya
onun vekiline verilmelidir. Bu genel ilkeye göre adı ne olursa olsun <b>kurumlara zekât verilmez</b>. Âlimlerin
çoğunluğunun görüşü bu istikamettedir (Kâsânî, Bedâî’, II, 43-46; İbnü’l-Hümâm,
Feth, II, 272; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 125). Ancak halka hizmet veren bu gibi
kurumlara gönüllü yardımlar yapılabilir.</p></blockquote>
<p><b>Kur’an kursları</b> hakkındaki
bir fetva şu şekildedir (Dişleri Yüksek Kurulu, <a href="https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/440/zekat-ayetinde-gecen-fi-sebilillahin-kapsamina-okullar-kuran-kurslari-camiler-ve-benzeri-hayir-kurumlari-girer-mi">https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/440/zekat-ayetinde-gecen-fi-sebilillahin-kapsamina-okullar-kuran-kurslari-camiler-ve-benzeri-hayir-kurumlari-girer-mi</a>
) :</p>
<blockquote><p>Zekât âyetinde geçen “fî
sebîlillah”ın kapsamına okullar, Kur’an kursları, camiler ve benzeri hayır
kurumları girer mi?</p>
<p>Zekâtın sarf yerleri, Kur’an-ı
Kerim’de (Tevbe, 9/60) belirlenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de toplanan
zekâttan kendisine hisse verilmesini isteyen bir zata hitaben, “Yüce Allah,
zekât (taksimi) hususunda ne bir peygamberin ne de başkasının hükmüne razı
olmadı, onunla ilgili hükmü kendisi verdi ve onu sekiz sınıfa taksim etti. Eğer
o sınıflardan isen sana hakkını veririm.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 24) buyurmuştur.</p>
<p>Bu itibarla, belirli şartları
taşıyan müslümanların yükümlü oldukları zekât ve fıtır sadakasının, Kur’an-ı
Kerim’de Cenab-ı Hak tarafından belirlenen yerler dışında herhangi bir yere
verilmesi veya <b>cami, köprü, yol, okul,
yurt, suyolu vb. hayır işlerine sarf edilmesi</b> fakihlerin çoğunluğunca caiz
görülmemiştir. Zira zekât ve fıtır sadakasının sahih olmasının şartlarından
biri de temliktir. <b>Temlik</b>, eşya
üzerindeki mülkiyet hakkını veya malî bir hakkı başkasına devretmeyi ifade
eder.</p>
<p>Bu sebeple özellikle müslüman
fakirin ve ihtiyaç sahibinin hakkı olan ve ancak temlik etmekle yükümlünün
zimmetinden düşen zekât ve fıtır sadakasının, tüzel kişilere, hayır
kuruluşlarına verilmesi caiz görülmemiştir (el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 207).
İlgili âyetteki “Allah yolunda” anlamına gelen “<b>fî sebîlillah</b>” ifadesi, kendisini Allah yoluna ve İslam’a adamış
hac yolcuları, askerler ve ilim için yola çıkan <b>gerçek kişiler</b> olarak yorumlanmıştır.</p></blockquote>
<h1>Zekat Aracılar Üzerinden Verilebilir</h1>
<p>Zekatı fakire vermek üzere birinin vekil kılınabileceği hakkında bir fetva şu şekildedir (Nureddin Yıldız, <a href="https://fetvameclisi.com/fetva/10-zekat-ve-fitre-vekaletle-nasil-verilebilir">https://fetvameclisi.com/fetva/10-zekat-ve-fitre-vekaletle-nasil-verilebilir</a> ) :</p>
<blockquote>
<p>Zekat ve fitre vekaletle nasıl verilebilir?</p>
<p>Zekât ve fitreyi götürüp verilecek kimseye ulaştırmamız gerekiyor. Bu verecek olanın kendi görevidir. Bunu kendisi yapamayacağı zaman bir nedenle ikinci bir müslümana; "bunu götürüp verir misin?" diye vekalet verebilir. Bu vekaletin noterden olması gerekmiyor. Sen bunu "fitremdir götürüp verebilir misin?" dediğinde, "Evet, veririm" diyorsa bu bir vekalettir. Tüzel kişilikte olabilir, bir dernekte bu işi üstlenebilir,yapılmasında hiçbir sakınca yoktur. Ama bunun bir vekâlet töreni yoktur. "Evet ben götürürüm" deyince bu bir vekalettir.
</p></blockquote>
<p>Zekatın kurumlar <b>aracılığıyla</b> fakirlere verilebileceği fakat genel hizmetlere verilemeyeceği hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Dişleri Yüksek Kurulu, <a href="https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/441/sivil-toplum-kuruluslarina-zekat-verilebilir-mi">https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/441/sivil-toplum-kuruluslarina-zekat-verilebilir-mi</a>
) :</p>
<blockquote><p>Sivil toplum kuruluşlarına zekât
verilebilir mi?</p>
<p>Zekâtın verileceği yerler, Tevbe
sûresinin 60. âyetinde belirlenmiştir. Buna göre zekât, ilke olarak fakirlerin
ve ihtiyaç sahibi bireylerin hakkıdır. Bu itibarla, belirli şartları taşıyan
müslümanların yükümlü oldukları zekât ve fıtır sadakasının, Kur’an-ı Kerim’de
belirlenen yerler dışında herhangi bir yere verilmesi veya cami, köprü, yol,
okul, su gibi hayır işlerine sarf edilmesi, Hanefîlerce caiz görülmemiştir. Bu
esas gözetilmeksizin zekât niyeti ile yapılan ödemeler zekât yerine geçmez.</p>
<p>Zekât, kendilerine zekât
verilmesi caiz olan kimselere doğrudan teslim edilebileceği gibi, <b>aracı vasıtası ile de ulaştırılabilir.</b>
Bu aracının birey olması ile kurum olması arasında fark yoktur. Buna göre hayır
kurumu veya sivil toplum kuruluşu, toplayacağı zekâtları Kur’an’da belirlenen
yerlere/fakir ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorsa aracı konumunda olan bu
kuruluşlara zekât emanet edilebilir.</p>
<p>Zekâtı hak sahiplerine
ulaştırmayıp, <b>inşaat, aydınlatma, büro
masrafları gibi genel hizmetleri içinde değerlendirecek olan kuruluşlara ise
zekât verilmez. </b>Halka hizmet veren bu gibi kurumların varlıklarını
sürdürmeleri için desteklenmeleri önemlidir. Ancak bu, zekât dışında gönüllü
yardımlar yolu ile yapılmalıdır. Bunun yanında kamusal ve bireysel denetimler
de ihmal edilmemelidir.</p></blockquote>
<h1>Zekatta Aracılar Temlik Şartına Uymalıdır </h1>
<p>Zekatın bir kurum <b>üzerinden</b> belli yerlere ulaştırılması hakkında bir tavsiye şu şekildedir (Fatih Kalender, <a href="https://youtu.be/N-k-BRA3hCA?t=524">https://youtu.be/N-k-BRA3hCA?t=524</a> ) :</p>
<blockquote>
<p>Günümüzde birtakım kurumlar vardır. Hayır işleri yapıyorlar veya mazlum olan coğrafyadaki insanlara el uzatıyorlar, ki onlardan da Allah razı olsun. Niyetlerinde samimilerse güzel iş yapıyorlar. Peki bunlara biz zekat namıyla bir para verdiğimiz zaman bu zekatı hiç temlik kurallarını uygulamaksızın direkman burda harcamaları doğru olur mu? El-cevap, bu doğru olmaz. Belki görüntü olarak sonuca aynıymış gibi varılsa da, bu ama bizim hani [abdeste ve rükunlara riayet edilmeyen namaz örneğindeki gibidir.]</p>
<p>Neticede zekat bir ibadettir ve her ibadetin de belli başlı şartları vardır. "Ben o şartlara uymadan kendi kendime [bir ibadeti] yerine getiriyorum" demek ne derece kabule şayan olmazsa zekat için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yani örneğin bir namaz ibadettir. Peki "Ben namaz kılacağım, namazdan gaye vücudu yormaktır, o zaman ben abdestime riayet etmeden veya namazın rükunlarına riayet etmeden namaz kılıyorum" desem bu namaza nasıl ki namaz denmezse, keza "Maksat fakirin ihtiyacını gidermektir, ben de bunu zekat namıyla yapıyorum, ama zekatın şartlarına uymayarak bunu yapıyorum" dedidiğin zaman yaptığınız belki bir hayır olabilir ama buna zekat tabiri kullanılması doğru değil.</p>
<p>O yüzden kardeşlerimize bu noktada şunu tavsiye etmemiz gerekir. Eğer bir kurum üzerinden zekatı belli yerlere ulaştıracaklarsa o kurumları iyi tahkik etmeli. Yani güvenilirlilik meselesinin de ötesinde (çünkü güvenilirlilik de önemlidir) bir de bu noktada fıkhi donanıma sahipler mi? Yani insan dürüst olabilir elbette, o toplanan meblağa el uzatmayabilir, ama acaba uzatmasa dahi bunun nerelerde harcanmasının gerekliliğine dair fıkhi bilgiye sahip midir? Bu konuda araştırma yapmalarında fayda vardır. Eğer güvendiği, bildiği bir kurumsa ve bu temlik noktasına da dikkat ediyorlarsa, zekata elverişli olan kimselere vereceğine de kanaat getiriyorlarsa, bu yapılabilir. Bunda herhangi bir mahsur lazım gelmez.</p>
<p>[Müslüman kardeşlerimiz, bu tarz kamu yararına olan vakıf ve derneklerin temlik uygulamasını yerine getirip getirmediklerini mutlaka] sorgulamalıdır ve bu konuda fıkhi hassasiyet sahipleri midir, hani güvenilirliğini sorguladıkları gibi fıkhi noktada donanımda mıdır, hassasiyet sahibi midir, yoksa bazı muasır ehli ilimden aldıkları fetva doğrultusunda mı hareket ediyorlar, bu konuda elbette sorgulamaları gerekmektedir.</p>
</blockquote>
<p>Vekil edilecek kişinin fıkhî bilgisine dair kalbimizin tatmin olması gerektiği hakkında bir fetva şu şekildedir (Nureddin Yıldız, <a href="https://fetvameclisi.com/fetva/zekatin-ve-fitrenin-kurumlar-araciligiyla-verilmesi">https://fetvameclisi .com/fetva/zekatin-ve-fitrenin-kurumlar-araciligiyla-verilmesi</a> ) :</p>
<blockquote>
<p>Zekat ya da fitre, Pakistan, Filistin vb. muhtaç Müslüman ülkelere devlet kurumları ya da dernekler aracılığı ile gönderilebilir mi? Gönderilen yardım ulaşmadığı takdirde kişi sorumlu mudur? Farz üzerinden düşer mi?</p>
<p>Zekât ve fitre gibi ibadetlerde vekalet caizdir. Bu asırda da vekalet en uygun çareler arasında görülmektedir. Ancak vekalet verenin kimi vekil ettiğine dair güveni kendisi sağlamalıdır. İki açıdan güvenli bir vekalet oluşturmak gerekmektedir. Birincisi, ibadetimizi zayi etmeden ulaştıracak bir vekil bulmak. İkincisi de, zekât ve fitre gibi hayır anlayışının ötesinde bir fıkıh ayrıcalığı olan bağışların nasıl değerlendirileceğine ait fıkhî bilgisi olan bir vekil bulmak. Bu iki şartı tahakkuk ettirdikten sonra zekât ve fitreleri her yere gönderebiliriz. Buradaki durum da sizin kalbinizin vekil edeceğiniz kurum hakkındaki tatminliğinden geçmektedir.
Allah yardımcımız ve koruyucumuz olsun.</p>
</blockquote>
<h1>Kurumun Fıkhi Bilgisinin Sorgulanması</h1>
<p>Zekat toplayan yardım kuruluşlarının fıkhi donanıma sahip olup olmadıklarını anlamak için kendilerine e-mail ile soru sorulabilir. Bir ihtiyaca binaen, bir insani yardım vakfına e-mail ile soru sorulmuştur. 20 Ekim 2023 tarihinde alınan cevap, vakfın hassasiyet sahibi olduğunu fakat temlik konusunda yanlış anlama veya farklı düşünme olduğunu göstermiştir.</p>
<blockquote><p><b>1. Soru:</b> Zekâtta temlik şartı var. Toplanan zekâtı su kuyuları ve katarakt ameliyatı için kullandığınızda bu zekât fakire nasıl temlik edilmiş oluyor?</p>
<p><b>1. Cevap:</b> Su Kuyusu faaliyetlerinde temlik şartı oluşmadığından (Topluluk yararına olup, bireysel bazda yapılan yardım olmadığından) zekât bağışı kabul edilmemektedir. Katarakt bağışında ise, ihtiyaç sahibinin tedavi masraflarının karşılanması (Temlik şartının yerine gelmesi) söz konusu olduğundan Zekât bağışları kullanılabilmektedir.</p>
<p><b>2. Soru:</b> Savaş bölgeleri için toplanan zekâtla alınan ayni mal yolda zayi olursa ne yapıyorsunuz, durum zekât mükellefine bildiriliyor mu?</p>
<p><b>2. Cevap:</b> Vakıf yöneticileri ve çalıştırdıkları personeller emin ve liyakatli olmalı, dolayısıyla yapılan işlerde emin ve liyakat temel prensip olarak aranmakta ve uygulanmaktadır. Bütün bu ön tedbirler alındıktan sonra zararın oluşmasından fıkhen mesul olunmamış olur, ancak bütün bunlarla beraber zekâtı veren açısından iki görüş var;</p>
<ul><li><b>1. görüş</b> Zekâtı vermiştir emin ve liyakatli kurumlara teslim edilmiş zekât borcu düşmüş kabul edilir.</li><li><b>2. görüş</b> ise, zekâtı veren kişiye bildirilir hali vakti yerinde ise oluşan zararın karşılanmasında serbesttir. Ancak vakfımız mağduriyetin giderilmesi hususunda her ne sebepten olursa olsun bu durumu serbest (şartsız fon) fondan telafisini yapmaktadır. Haliyle mağdurlara planlanan yardım ulaştırılmaktadır.</li></ul>
<p><b>3. Soru:</b> Toplanan zekâtlar en geç ne kadar sürede hak sahibine ulaştırılıyor? Nakit olmayan varlıkların zekâtını TL olarak ödüyorum. Zekât fakire ulaşana kadar TL'nin değeri yarıya düşerse yaptığım ödeme zekât borcumu kapatmayacak. Gerekli önlemleri almak için zekâtın ortalama ulaşma süresi hakkında bilgiye ihtiyacım var.</p>
<p><b>3. Cevap:</b> Tarafınızca hesaplanarak vakfımıza emanet edilen zekât bağışınızla, teslim edildiği andan itibaren kendi yükümlülüğünüzü yerine getirmiş bulunmaktasınız. Bundan sonraki süreç vakfımızın inisiyatifinde olup en kısa sürede ihtiyaç sahibine teslim edilmesiyle beraber süreç tamamlanmaktadır.</p><p>İkinci soruda vermiş olduğumuz emin ve liyakat prensibi, vakıf işletmesinin tüm faaliyetlerinde geçerlidir. İdari anlamda vakfımıza yapılan her bağışın, değer düşümlerinin korunması maksadı ile meşru kabul edilen finansal çalışılmalar yapılmakta olup gerekli finansal enstrümanlar kullanılarak bize emanet edilen bağışların değerleri maksimum ölçüde korunmaktadır. </p></blockquote>
<h1>Mallar Temlik Edilmediği Zaman Zekat Olmaz</h1>
<p><b>Konteyner</b>
hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Dişleri Yüksek Kurulu, <a href="https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/1094/afetzedeler-icin-zekat-parasiyla-barinma-yerleri-konteyner-cadir-konut-yapilmasi-caiz-midir">https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/1094/afetzedeler-icin-zekat-parasiyla-barinma-yerleri-konteyner-cadir-konut-yapilmasi-caiz-midir</a>
) :</p>
<blockquote><p>Afetzedeler için zekât parasıyla
barınma yerleri (konteyner, çadır, konut) yapılması caiz midir?</p>
<p>Deprem, sel ve benzeri nedenlerle
barınma ihtiyacı ortaya çıkan ve zekât alabilecek durumda olan afetzedelere, <b>kendilerine mülk olarak teslim edilmek
üzere</b>, zekât parası ile barınma yerleri (konteyner, çadır, konut) yapılması
caizdir. Zekât yükümlüsü bunu bizzat yapabileceği gibi her bakımdan güvenilir
kişi ve kuruluşlar aracılığıyla da yaptırabilir. <b>Mülkiyeti afetzedelere devredilmeyen çadır, konteyner, konut vb.
barınma yerleri ise zekât dışındaki infak ve bağışlardan yapılmalıdır</b>. Zira
dinimize göre dayanışma ve yardımlaşma sorumluluğu sadece zekâttan ibaret
değildir. Dolayısıyla zekât dışındaki infak ve bağışlar ile de yardıma muhtaç
olanlara ulaşmak ve yaralarını sarmak inancımızın bir gereğidir.</p></blockquote>
<p><b>Konteyner</b>
hakkındaki bir uygulamada konteyner harcamalarının tamamı temlik edilebilir bir
konteynere ait değildir ve kurulan bir konteyner temlik edilmemektedir. (İHH, <a href="https://ihh.org.tr/bagis/depremzedeler-icin-sicak-bir-yuva">https://ihh.org.tr/bagis/depremzedeler-icin-sicak-bir-yuva</a>
) :</p>
<blockquote><p>Bir konteyner için fiyat fazla
değil mi? Bu konteynerin diğerlerinden farkı ne?</p>
<p>Konteyner mahallemizde kurulacak
konteynerlerde 4 kişilik bir ailenin asgari şartlarda yaşayabileceği bütün
eşyalar konteyner bedeline dahildir. Konteyner 2+1 bölünmüş şekilde olup
içerisinde banyo, WC ve mutfak bulunmaktadır. Aynı zamanda burada büyük bir
Konteyner Mahalle inşa edilmektedir. <b>Büyük
bir şehrin içerisinde barındırdığı altyapı sistemleri oluşturulacaktır.
Kanalizasyon, su ve enerji tesisatı; sosyal ve idari birim binaları buna
dahildir.</b> Konteyner kalitesi ve içerisindeki eşyalar, kurulacak olan
konteyneri diğerlerinden farklılaştırmaktadır.</p>
<p>Konteyner evler yapı olarak daha
sonra başka sosyal amaçlar için veya yardımlar için de kullanılabilir mi?</p>
<p>Konteyner mahallemizdeki<b> misafirlerimiz</b> kalıcı konutlara geçtiklerinde,
konteyner evlerimiz ihtiyaç durumunda başka sosyal amaçlar ve yardımlar için
kullanılabilir.</p>
<p><b>Not:</b> Konteyner Mahalle hakkında
bilgi sağlayan İHH’nın bu proje için zekat verilebileceği iddiası yoktur. </p></blockquote>
<p><b>Briket evler</b>
hakkındaki bir uygulamada briket evler temlik edilmemektedir. (Beşir, <a href="https://www.besir.org.tr/zekathesapla/sorucevap.php">https://www.besir.org.tr/zekathesapla/sorucevap.php</a>
) :</p>
<blockquote><p>Zekat ile briket ev
yaptırılabilir mi?</p>
<p><b>Zekat ile briket ev yaptırılamaz</b>.
Çünkü zekattaki şartlardan biri, zekat malının fakir bir müslümana temlik
edilmesi, zimmetine verilmesidir. İnşası tamamlanan briket evlere, bölgedeki
çadırlarda yaşayan fakir ailelerden seçilerek <b>oturmalarına izin verilmektedir</b>. <b>Ancak bu evler kendilerine temlik
edilmemektedir.</b> Bir zaman sonra bu aile başka yere taşınmak isterse, boşalan bu
eve başka ihtiyaç sahibi bir aileyi yerleştirmekteyiz. Bu nedenle briket ev
bağışlarında zekat kabul edilmemektedir.</p></blockquote>
<h1>Hizmetler Temlik Edilemediği için Zekat Olmaz</h1><p><b>Yemek</b> hakkındaki
bir fetva şu şekildedir (Dişleri Yüksek Kurulu, <a href="https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/446/ramazan-ayinda-belediye-dernek-veya-vakiflarca-hazirlanan-iftar-yemekleri-asevlerinde-dagitilan-yemekler-zekat-ve-fitre-yerine-gecer-mi">https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/446/ramazan-ayinda-belediye-dernek-veya-vakiflarca-hazirlanan-iftar-yemekleri-asevlerinde-dagitilan-yemekler-zekat-ve-fitre-yerine-gecer-mi</a>
) :</p>
<blockquote><p>Ramazan ayında belediye, dernek
veya vakıflarca hazırlanan iftar yemekleri, aşevlerinde dağıtılan yemekler
zekât ve fitre yerine geçer mi?</p>
<p>Belediye, dernek veya vakıflarca
hazırlanıp <b>ikram edilen </b>iftar yemekleri zekât yerine geçmez. Çünkü bu ikramda,
zekâtın sıhhat şartı olan temlik bulunmadığı gibi, iftar yemeği yiyenler
arasında kendilerine zekât verilmesi caiz olmayan birçok kişi de bulunmaktadır.
Ancak hazırlanan yemekler zekât niyetiyle yoksullara <b>ulaştırılırsa </b>zekât yerine
geçer.</p>
</blockquote>
<p><b>Pişmiş yiyecek</b>
hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Nurettin Yıldız. <a href="https://fetvameclisi.com/fetva-zekat-para-yerine-ayni-esya-olarak-verilebilir-mi-89345.html">https://fetvameclisi.com/fetva-zekat-para-yerine-ayni-esya-olarak-verilebilir-mi-89345.html</a>)
:</p>
<blockquote><p>Vereceğim zekâtımı para yerine
ayni eşya olarak verebilir miyim? Örnek olarak çocuklara elbise alıp verebilir
miyim?</p>
<p>Zekat vermede asıl olan <b>paradır</b>. Para yerine eşya üzerinden
zekat vermeye bazı zorunluluklar nedeniyle ruhsat verilmiştir. Afet
bölgelerinde zekat verirken bu ruhsattan istifade edilmektedir. Dolayısıyla
daha yararlı olacağı düşünüldüğünde <b>pişmiş
yiyecek</b> <b>gibi</b> <b>ekonomik değeri için kalıcılık
düşünülemeyen şeyler hariç</b> <b>e</b>konomik
değeri olan şeylerle zekat verilebilir. Piyasa fiyatı ne kadar ise o kadar
zekat verildi kabul edilir.</p></blockquote>
<p><b>Paraya
dönüştürülebilen eşya</b> hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Nurettin Yıldız. <a href="https://fetvameclisi.com/fetva-zekat-para-eden-bir-sey-veya-erzak-kolisi-seklinde-verilebilir-mi-49256.html">https://fetvameclisi.com/fetva-zekat-para-eden-bir-sey-veya-erzak-kolisi-seklinde-verilebilir-mi-49256.html</a>
) :</p>
<blockquote><p>Selamünaleyküm hocam. Bir vakfa
zekat olarak verilen paraların erzak paketleri şeklinde -zekatı verenler bu
tasarrufu onaylıyor- uygun kişilere ulaştırılması caiz midir?</p>
<p>Aleykümselam. Zekât <b>para</b> olarak verileceği gibi para eden, <b>paraya dönüştürülebilen bir eşya</b> olarak
da verilebilir. Örneğini verdiğiniz durum buna uygundur.</p></blockquote>
<h1>Fakirin Verdiği Vekalet Temliki Kolaylaştırabilir</h1>
<p>Zengin kişi bir aracıyı vekil edebileceği gibi, fakir kişi de bir aracıyı vekil edebilir. Fakirden nasıl vekalet alınacağı hakkında bir köşe yazısı şu şekildedir (Ahmet Akışık, <a href="https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/osmanlida-dort-mezhepte-butun-boyutlariyla-zekat-ve-fitra-625533">https://www.turkiyegazetesi.com.tr/</a> ) :</p>
<blockquote>
<p>Fıtra, oruç fidyesi ve zekât, bizzat fakire verilemiyorsa, o zaman “vekâlet” yolu kullanılır. Vekâlet, fıkha göre şahsa verilir. Kurum ve dernek gibi tüzel kişiliği olan bir yere vekâlet verilmez. Ancak kurum, kuruluş ve derneklerde çalışanlardan biri veya birkaçı, dine/fıkha göre fakir olan şahıslardan bizzat vekâlet almak suretiyle fakir veya fakirler adına fıtra ve zekât alabilirler. Aldıkları bu fıtra ve zekâtları, istedikleri yere hediye edebilirler.</p>
<p>Vekâletin anlamı şudur: Fakir kişi, kurum ve dernekte görevli olan kişiye, gönüllü olarak “Benim adıma fıtra, oruç fidyesi ve zekât almaya ve istediğine vermeye seni umumi vekil tayin ettim” derse, fakir vekili olan kişi, fıtra veya zekâtı “fakir vekili olarak, bu fıtra veya zekâtı aldım” der. Aldıklarını (fıkıhta açıklanan şart ve kurallara göre) kurum veya derneğe verebilir veya bizzat fakirlere dağıtır. Böylece kurum ve dernekler, fıkha uygun fıtra ve zekât toplamış olurlar.</p>
</blockquote>
<p>Zenginden vekalet alan aracı kişinin zekatı aldıktan sonra onu fakire teslim etmesi gerekir. Fakirden vekalet alan aracı kişi zekatı fakir adına teslim almış olur. Fakirden vekalet alınmasının kolaylık sağlaması ile ilgili örnekler aşağıda verilmiştir.</p>
<p><b>Fakirden vekalet almadan ameliyat
hizmeti</b> hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Nurettin Yıldız. <a href="https://fetvameclisi.com/fetva-yardim-icin-toplanan-paraya-zekat-parasi-katilabilir-mi-79700.html">https://fetvameclisi.com/fetva-yardim-icin-toplanan-paraya-zekat-parasi-katilabilir-mi-79700.html</a>)
:</p>
<blockquote><p>Yardım için toplanan paraya zekât
parası katılabilir mi? </p>
<p>Suriyeli muhacir kardeşlerimizin
birinin göz <b>ameliyatı</b> olması
gerekiyor, bunun için para topluyoruz. Bir arkadaş ona vereceği parayı zekâtım
kabul edebilir miyim dedi. Zekât sayılır mı?</p>
<p>Cevap: Toplanan para <b>bizzat Suriyeli muhacire verilecekse
sıkıntı olmaz</b>. O maksatla yapılacak harcamalara bir havuz harcaması mantığı
ile zekât katılmasında sıkıntı olabilir. En güzeli, <b>toplanan paranın ona teslim edilip</b> ödemeyi yapmasının
sağlanmasıdır. Bunda bir sıkıntı olmaz. </p></blockquote>
<p><b>Fakirden vekalet alarak tedavi
yardımı</b> hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Dişleri Yüksek Kurulu, <a href="https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/442/fakir-ve-yoksul-kimselerin-saglik-tedavilerini-yaptiran-vakif-dernek-gibi-kuruluslara-zekat-verilebilir-mi">https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/442/fakir-ve-yoksul-kimselerin-saglik-tedavilerini-yaptiran-vakif-dernek-gibi-kuruluslara-zekat-verilebilir-mi</a>
) :</p>
<blockquote><p>Fakir ve yoksul kimselerin sağlık
tedavilerini yaptıran vakıf, dernek gibi kuruluşlara zekât verilebilir mi?</p>
<p>Zekât ve fıtır sadakasının sahih
olmasının şartlarından biri temliktir. <b>Temlik</b>
eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya malî bir hakkı başkasına devretmeyi ifade
eder. Bu itibarla fakirlere temlik etmek üzere zekât ve fıtır sadakalarını ayrı
bir fonda toplayan ve her bakımdan kendilerine güvenilen kimseler eliyle
yönetilen dernek ve kurumlara (muhtaçlara ulaştırmaları için yöneticileri, vekil
tayin edilerek) zekât ve fıtır sadakası verilebilir (Kâsânî, Bedâî’, II, 4).</p>
<p>Söz konusu dernek ve vakıflar,
zekât almaları caiz olan kimselerin <b>tedavileri
için</b>, zekât almak ve aldıkları zekâtı bu ihtiyaçlara sarf etmek üzere <b>bunlardan vekâlet aldıkları takdirde, onlar
adına zekât alabilirler</b>. Henüz ergenlik çağına varmamış küçükler için de
bunların velilerinden vekâlet almak gerekir. Şüphesiz vekâlet verilecek
kişilerin her bakımdan güvenilir kimseler olmaları, toplanacak zekâtın başka
işlere harcanmaması ve bu yöndeki denetimlerin ihmal edilmemesi gerekir. Adı
geçen vakıf ve kuruluşlarda tedavi gören ancak fakir olmayan insanlara zekât,
fitre ve fidye gelirlerinden harcama yapılamaz.</p></blockquote>
<p><b>Fakirden vekalet almadan su kuyusu yardımı</b> hakkındaki bir cevap
şu şekildedir (Beşir, <a href="https://www.besir.org.tr/zekathesapla/sorucevap.php">https://www.besir.org.tr/zekathesapla/sorucevap.php</a>
) :</p>
<blockquote><p>Zekat ile su kuyusu açılabilir
mi?</p>
<p>Zekat ile su kuyusu açılamaz.
Çünkü zekattaki şartlardan biri, zekat malının fakir bir müslümana temlik
edilmesi, zimmetine verilmesidir. Açılan su kuyuları halkın hizmetine sunulduğu
için, kimseye temlik edilmemektedir. Bu nedenle su kuyusu bağışlarında zekat
kabul edilmemektedir.</p></blockquote>
<p><b>Fakirden vekalet alarak su kuyusu
veya Kur’an kursu yardımı</b> hakkındaki bir fetva şu şekildedir (Halis Ece, <a href="https://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/4608-su-kuyusu-actirmak-zekata-sayilir-mi.html">https://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/4608-su-kuyusu-actirmak-zekata-sayilir-mi.html</a>
) :</p>
<blockquote><p>Su kuyusu açtırmak zekâta sayılır
mı?</p>
<p>Selamün Aleyküm. Su kuyusu yaptirsak. Bu zekata sayilir mi? Zekat dan
Düsülür mü?</p>
<p>Ve aleyküm selam.</p>
<p>Aziz kardeşim;</p>
<p>Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim’de
zekâtın verileceği ve sarf edileceği insanlar ve yerler açıklanmıştır. Bunlar
içersinde su kuyusu, köprü, okul, cami, vakıf gibi manevî hüviyeti bulunan
faaliyetler ve müesseseler yoktur. Sarahaten belirtilmemiştir. Dört hak
mezhebin görüşü de budur. Bu görüşe göre, zekâtın tahsil ve sarf yerlerini
belirleyen ayette yer alan “fi sebilillah / Allah yolunda” ifadesi, Allah
yolunda bedenen, ilmen mücadele ve hizmet eden mücahitler için geçerlidir. </p>
<p>Bu görüş istikametinde /
doğrultusunda meseleye baktığımızda, verilen zekâtın yalnız zekâtı almaya
müstahak olan sınıflara verilmesi lazımdır. Çünkü temlik ancak böyle tahakkuk
eder / gerçekleşir.</p>
<p>Bir görüşe göre de, ayet-i
kerimede zekâtın sarf yerlerini belirleyen cümlede yer alan “fi sebilillah /
Allah yolunda” ifadesi, Allah için yapılan bütün hizmet alanları için
geçerlidir. Ama tabii ki mezhebimizin / mezheplerimizin görüşleri dışına
taşmamak, haddi aşmamak gerekir. Şurası aşikârdır ki, böyle bir uygulamada
temlik mümkün olmaz. O bakımdan bunu ancak şöyle te’vil edebiliriz; bir şekilde
temlik durumu temin edilerek, zekât parası “Allah yolunda” cümlesinin manası
içine giren her türlü hayrî müessselere / kurumlara da harcanabilir. Çünkü
neticede o hizmetler de ihtiyacı olan insanlar içindir. Ancak burada dikkat
etmemiz gereken nokta; bu hizmetler için zekâtı temliksiz olarak vermek değil,
temlikle beraber verip, ondan sonra söz konusu hizmetler için harcamanın
yapılmasıdır.</p>
<p>Binaenaelyh suya ihtiyacı olan
yerin, zaruret halini göz önünde bulundurarak, şöyle ihtiyatlı ve de orta bir
yol takip edilebilir:</p>
<p>Bu işi yapacak olan dernek veya
vakfın yetkilisi veya yetkilendireceği birsi, önce o mahallin / yerin
sakinlerinin vekâletini alır. <b>Böylece
kendisine verilip temlik edilen bu zekâtı onlara vekâleten alıp kabul ettikten
sonra da, söz konusu su kuyularının onlar namına açılmasında harcayabilir</b>
(harcanabilir). Ehl-i Sünnet âlimlerimizin takip ettiği ihtiyat ve takva
yoluna, böylesi bir davranışın daha münasip / daha uygun olacağı âcizane
mülahazamızdır. (Her şeyin en doğrusunu Allah ve Rasûlü bilir.)</p>
<p>Nitekim <b>Kur’an Kursları’nda, sair dinî ilimlerin tahsil olunduğu okul, yurt ve
müesseselerde okuyan talebeler için toplanan yardımlarda-zekâtlarda da bu yol
ve usûl takip edilmektedir</b>.</p></blockquote>
<h1>Fakir Zekatı Alıp Hayır Yapabilir</h1>
<p>Zekatın bir hayra şuurlu bir fakir aracılığıyla aktarılabileceği hakkında bir fetva şu şekildedir (Fatih Kalender, <a href="https://youtu.be/N-k-BRA3hCA?t=703">https://youtu.be/N-k-BRA3hCA?t=703</a>) : </p>
<blockquote>
<p>Bazı hayır işleri vardır. Örneğin medreseler, camiler, dernekler vardır. Bunların da faaliyet sürdürebilmesi için maddiyete ihtiyaç var. İnsanlarımız da zekat borcu varken sadaka namıyla bu yerlere pek bir şey vermiyorlar. Bu gibi hayırların devam etmesini nasıl sağlayacağız?</p>
<p>Mecmau'l Enhur'da bu konuya dair bir ibare görmüştüm. [Bir insan bir camiye, bir hayır kurumuna zekat vermek istiyorsa bunu şuurlu ve hayır sahibi bir fakir vesilesiyle yapmalıdır. Burada her ikisi de niyetinin sevabını alır.] Aslında bizim klasik medreselerde uygulanan bir mesele ama en azından ibare olarak da karşımıza çıkmıştır. Şöyle ki, şuurlu bir müslümana, yani gerçekten bu hayır sahibi olma konumunda şuur sahibi ve o maddiyata da "ben sahiplendim, benim oldu ve benim hayrım olarak veriyorum" şeklinde [zekat olarak aldığı maddiyatla hayrı] yapacak kişiler yoluyla temlik yapılması [mümkündür].</p>
<p>Örneklendirelim. Gayemiz bir cami yaptırmak, bir medrese yaptırmak ama bir binaya zekat verilemez. Benim maddi imkanım var ve zekat vermem gerekiyor ama zekat borcumu vereceğim, nafile olarak verebilecek bir imkana sahip değilim, ama ortada da bir cami yapılmasını istiyorum. Siz ise hayır sahibi birisiniz ama maddi imkanınız elverişli değil ve şuurlusunuz. Sizle anlaşıyorum. Bunu zekat namıyla size veriyorum. Artık bunun mülkiyeti / aidiyeti benden soyutlanıyor, size [intikal] oluyor ve bu malın sahibi siz oluyorsunuz. Böylece ben zekatımı vermiş oluyorum ve bu saatten sonra siz o camiyi hayrınıza yaptırmış oluyorsunuz.</p>
<p>Hatta musannif bu noktada diyor ki: "peki zekat veren kimse o caminin yaptırımından kaynaklı da bir sevap alır mı yoksa sadece vermiş olduğu zekatıyla mı iktifa eder?" Burada aslında bir hayra delalet etmek onu yapmak kabilinden değerlendirildiği için [zekat verenin] caminin yapımında da aslında ortak olacağını net bir şekilde ifade etmiştir. Artı, [zekat alan] siz de maddi imkana sahip olmadığınız halde cami gibi yani ciddi anlamda maddi imkana sahip olmayı gerekli kılan bir fiiliyatta bulunmuş oluyorsunuz. Bu şuurda olmak kaydıyla, bu şekilde bir uygulama ile bu bahsedilen hizmetlerin görülmesi mümkündür.</p>
</blockquote>
cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-20590689285665474392022-11-03T17:06:00.002+03:002022-11-03T17:12:50.093+03:00Banka Promosyonu Faiz Midir?<p>Bu yazıda, başlıktaki sorunun cevabını vermeyeceğimi baştan söyleyeyim. İnsanlar konu hakkında fikir sahibi olsun ve cevabını bildikleri bir konuda fetva almak için bir hocaya gitmeden önce kalbine bir danışsın diye bu yazıyı yazmaya başladım. Bu yazı faizin tanımıyla başlayıp sonra banka promosyonunun özelliklerine doğru ilerleyecektir. <br /></p><p>Borç verilen bir para veya mal belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla alındığında o fazlalığın adı faiz olmaktadır. Mesela bir bankanın mevduat hesabına para yatırılarak o bankaya borç verildiğinde, vade sonunda anaparanın üzerinde alınacak fazlalık faizdir. Faiz, borca muhtaç birinin bu zayıflığından faydalanarak emeksiz ve hemen hemen risksiz para kazanmayı sağlar. Faizli borç verenler kendilerini haklı çıkarmak için bunu bir yatırım olarak görür. Yatırım, gelecekte daha fazla fayda elde etmek için bugünkü faydadan vazgeçmektir. Mesela gelecekteki ürün satışından sağlanacak daha fazla gelir için bugün ticaret veya sermaye harcaması yapmak bir yatırımdır. Bazı iktisatçılar bunu reel yatırım olarak isimlendirip faizli borcu finansal yatırım olarak isimlendirir. Allah, borcu ticarete benzetip faizini istemekten sakındırarak faiz teorisinin yerine İslam'ın ilkelerini koymaktadır:<br /></p><p style="margin-left: 40px; text-align: left;">Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, “Alım satım da ancak faiz gibidir” demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. (Bakara Suresi, 275)<br /></p><p>Borç bir yardımlaşmadır ve faydası ahirettedir. Müslüman bir toplumda borçveren verdiği bir borçtan dünyevi bir fayda aramamalı ve borçalan da borçvereni dünyevi zarara uğratmamalıdır. Günümüzde kimsenin kimseye borç vermemesinin alternatifi borca faiz eklemek değil, karşılıklı güvenin sağlandığı müslüman bir toplum inşa
etmektir. Faizin günümüzde zaruri olduğunu düşünen birinin önce kendine bakması gerekir. Borçverenin ihtiyacını düşünmeden borcu bedava para olarak görüyor mu? Herkesin böyle düşündüğü bir toplumda kimse kimseye borç vermeyecektir ve herkes bir ihtiyacı bahane edip borç arayacaktır. Yakın bir zamanda bir kuruşunu bırakmayıp fazlasını isteyen bir adamın "ehl-i tarik özverili olmalıdır" demesine şahit oldum. Bazen söylediğimiz söze göre kendimizi tartamıyoruz. Borç alırken/verirken dünya için değil ahiret için yarıştığımız zaman kendimizi ihtiyaç sahiplerine faizsiz borç verirken bulacağız.<br /></p><p>Faizin tanımı basit olsa da günümüzdeki her bir işlemin ne derece faizli olduğuna karar vermek zor olmaktadır. Bunun nedeni, bankaların müşteri çekebilmek için finansal işlemlerini çeşitlendirmede oldukça mahir olmasıdır. Bankaya borç para verilmesi farklı şekillerde olabilir. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir.<br /></p><p><b>İlk olarak</b> banka, borç verene faizi dönem sonunda ödemek yerine dönem
başında ödemeyi tercih edebilir. Mesela bugün yatırılan 100 TL anapara
için, bugün 10 TL faiz ve vade sonunda 100 TL anapara ödeyebilir. Bu
durumda bankaya gerçekte 90 TL borç verilip vade sonunda 100 TL geri
alınmış ve %11 faiz oranı uygulanmış olmaktadır.</p><p><b>İkinci olarak</b>, bankanın uyguladığı faiz oranı belirsiz olabilir. Mesela bugün
yatırılan 100 TL anapara için vade sonunda 100 TL anaparaya ilave olarak
gelecekteki duruma göre 5 TL ile 20 TL arasında değişen bir faiz
ödemeyi taahhüt edebilir. Banka vade sonunda bu aralıktaki bir fazlalığı
ödediğinde sabit bir anaparaya %5–%20 aralığında değişken bir faiz oranı uygulamış olmaktadır.</p><p><b>Üçüncü olarak</b>, bankanın bir aralıktaki anaparaya ödeyeceği faiz tutarı sabit olabilir. Mesela banka bugün 25 TL ile 100 TL
arasında para yatıran herkese vade sonunda anaparaya ilave olarak 5 TL faiz ödemeyi taahhüt edebilir. Banka anapara ve faizlerini ödediğinde, yatırımcının anaparasına göre %5–%20 aralığında bir faiz oranı uygulamış olmaktadır. Mükemmel piyasalarda her bir yatırımcının bankaya asgari 25 TL'yi yatırıp kalan parasını başka bir yerde değerlendirmesi beklenebilir fakat gerçekte paranın bu şekilde bölünmesinde engeller vardır. Mesela insanlar maaş ve satış bedeli gibi alacaklarını banka aracılığıyla tahsil ettiklerinde veya gelecekteki ödemeleri için bankaya para yatırdıklarında mevduat hesaplarındaki tutar tam olarak 25 TL olmayabilir.</p><p><b>Dördüncü olarak</b>, bankanın belirsiz bir anaparaya ödeyeceği faiz tutarı sabit olabilir.
Mesela banka yarın 100 TL
para yatırmaya söz veren herkese vade sonunda anaparasına ilave olarak 5 TL
faiz ödemeyi taahhüt edebilir. Yatırımcılar söz verdikleri tutarı yatırmasalar bile banka tahhüt ettiği 5 TL'yi ödemeye niyetlidir. Gerçekleşen faiz oranı ise bankaya yatırılan tutara göre değişmektedir. Mesela faiz oranı 100 TL anapara için %5 olmakta, 25 TL anapara için faiz oranı %20 olmakta ve 0 TL anapara için sonsuz olmaktadır. Mükemmel piyasalarda her bir yatırımcının bugün söz verip kampanyaya katılarak yarın hiç para yatırmaması beklenebilir. Ancak insanlar genellikle bankanın sağladığı ödeme kolaylıklarından faydalanmak için banka aracılığıyla tahsil ettikleri maaşlarını hemen çekmeyip bankanın bunu borç olarak kullanmasına izin vermektedir. Maaşı bir bankaya yatan iki kişiden birisi maaşını yattığı ilk günden başka bankaya aktarsa da diğeri iki aylık maaşını bankada tutabilir. Bu nedenle mevduat hesaplarındaki ortalama tutar sıfırdan büyük olmaktadır.</p><p><b>Beşinci olarak</b> banka, bir kurumun maaşları yatırmak için kullanacağı banka olarak kendisini seçmeleri için o kurumun personeline peşin sabit bir promosyon önerebilir. Mesela banka, maaşların yatırılması için belli bir süre için kendini tercih eden ve bir sözleşme imzalayan kurumun personeline sözleşmedeki ay sayısı kadar peşin 10 TL ödemeyi taahhüt edebilir. Her bir personelin maaşından para biriktirme davranışı ve biriktirdiği parasını bankada tutma tercihi birbirinden farklıdır fakat toplamda veya ortalamada bu farklılıklar önemsizdir. Ortalama bir personelin ortalama bir günde maaşının yattığı mevduat hesabında 1.000 TL para tutacağını ve bankanın bunu borç olarak kullanmasına izin verdiğini varsayalım. Banka bu tutarı tecrübelerine dayanarak doğru bir şekilde tahmin edebilmektedir. Bu nedenle banka için maaş sözleşmesi, kişi başına ortalama 1.000 TL'nin sözleşme sonuna kadar bankaya borç verileceği anlamına gelmektedir. Banka bu borç için rakip bankalar ile yarışmaktadır ve borcun fiyatı olarak kurum personeline promosyon önermektedir. Bu promosyon bir hediye değildir çünkü maaş sözleşmesi imzalanmadığı takdirde banka borcu alamayacağı için promosyonu ödemeyecektir. <br /></p><p>Banka ile maaş sözleşmesi imzalayan kurumun personelini tek bir temsili yatırımcı, cemiyet veya şirket olarak düşündüğümüzde bankanın toplam anaparaya ödediği toplam faiz ile o tek temsili yatırımcıya uygulanan ortalama faiz oranı hesaplanabilir. Bankanın bu ortalama faiz oranı hakkında bir beklentisi vardır ve piyasa faiz oranını aşmayan bir oranla borç almayı umduğu için promosyon kampanyası yapmaktadır. Mevduat hesaplarındaki ortalama 1.000 TL anapara için banka aylık 10 TL faiz ödediğinde aylık faiz oranı ortalama %1 olmaktadır. Bu faizler dönem başında peşin ödendiğinde gerçek faiz oranı %1'den biraz daha yüksektir. Banka ile sözleşme yapan kurumda maaşını yatar yatmaz çeken veya başka bankaya aktaran personel bulunabilir. Bu personelin alacağı promosyon, ferdi olarak bankaya vereceği bir borcun karşılığı değildir fakat cemiyetinin bankaya ortalama %1 faizle vereceği borcun faizinin kendisine düşen karşılığı olabilir.</p><p>Yukarıda promosyonun faiz olmasını ortaya çıkarabilen iki durum ortaya kondu. Birincisi, promosyonun karşılıksız bir hediye olmayıp potansiyel bir borç karşılığı olmasıdır. İkincisi de, promosyon için birlikte hareket eden personelin, bankaya sağlanacak borç karşılığında faiz alıp bütün üyelerine eşitçe paylaştıran bir şirket gibi davranmasıdır. Güncel uygulamanın ne derece bu durumları içerdiğini görmek için bir
kurumda yetkili olan sendikanın üyelerine gönderdiği iki mesaj aşağıda
sunulmuştur:</p><p style="margin-left: 40px; text-align: left;">Değerli üyemiz ... bankası ile kurumumuz arasında
devam eden promosyon ihalesinin revize edilmesini istemiştik. Bütün
çabalarımıza ve sözlü yazılı-yüzyüze görüşmelerimize rağmen olumlu bir
güncelleme yapılmamıştır. Bu nedenle bankayı boykot etmek için
hesaplarımızı, kredi kartlarımızı, otomatik ödeme talimatlarımızı tüm
yatırımlarımızı kapatıp başka bankaya aktarmak için pazartesi günü
yönetim kurulumuzla bankaya gideceğiz. Bu süreçte tüm üyelerimizi ve personelimizi boykota davet
ediyoruz.</p><p style="margin-left: 40px; text-align: left;">Değerli üyemiz çabalarımız sonuç verdi. 15 ay için bu ay sonuna kadar
hesaplara yatmak üzere 13500 ye ... bankasıyla anlaşma sağlandı.
Bilginize. İyi ki ... sendikamız var.</p><p>Mesajlarda, hesaplardaki paranın ancak ek promosyon karşılığında aynı
bankada tutulmaya devam edeceği, aksi halde başka bankaya aktarılacağı
ima ediliyor. Ayrıca sendika üyelerinin ortak hareket ederek boykot
etmesi tavsiye edilip elde edilen başarının mutluluğu üyelerle
paylaşılıyor. Banka mevduat hesabında para tutulması demek o bankaya borç verilmesi demektir. Bu nedenle bir personel, aldığı promosyonun bankaya vereceği bir borç karşılığı olmaması için maaşlarını yattığı anda başka bir yere aktarmayı tercih edebilir. Fakat çoğu personel parasını bankada tutmaya devam etmektedir. Bunun delili, bankanın promosyon önermesi ve sendikanın bunu yeterli bulmayıp boykota davet etmesidir. Parasını bankada tutmayan personel promosyon miktarının artması için yapılan çabaya destek olduğunda, parasını bankada tutan personelin borç karşılığı olarak alacağı para için de mücadele etmiş olmaktadır. Parasını bankada tutmayan personel sendikanın çağrısına ancak kalben katılabilir çünkü zaten o bankada çekecek parası yoktur. Sendikanın promosyon miktarını yükseltmek için çabasına ve başarısına sevindiği derece o cemiyetin şahs-ı manevisine ve faiz gelirine ortak olabilir. Müslüman birinin yapması gereken şey, verilecek borç karşılığında bir fazlalık alınmaması gerektiğini savunmaktır.</p><p>Promosyonu bankaya mı bırakalım gibi bir itiraz gelebilir. İlk olarak şunu hatırlatmakta fayda var: Bir borç bankaya da verilse fakire de verilse o borç için alınan fazlalık faizdir. İkinci olarak, faizli bir bankanın verdiği hediye hiçbir borcun karşılığı olmasa bile, o hediye faizle kazanılan bir paradan verilmektedir ve potansiyel müşterinin o bankaya karşı olumlu tutum geliştirmesi için verilmektedir. Üçüncü olarak, bankaların amacı faiz gelirini maksimize etmektir. Daha fazla faiz geliri için daha fazla mevduat aramaktadır. Daha fazla mevduat için faiz, hediye ve kampanyalar sunmaktadır. Allah günahların cazibesinden bizi korusun.</p>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-59002211093145318942022-04-13T15:18:00.006+03:002023-10-16T10:43:55.582+03:00Altın Hesabı Caiz Mi?<p>Zekatımı vererek faizden kaçarak nasıl birikim yapıp da ev sahibi olacağım diye dertlenirken bazen altın hesabı caiz mi diye önceki araştırmalarımı unutup yeniden araştırmaya başlarım. Notlarımı ve çalışmalarımı kendimde tutmak yerine paylaşmaya karar verdim, ta ki başkaları da bunu araştırıp vakit harcamak yerine başka bir şeyi araştırsın.</p>
<hr />
<p><b>Soru:</b></p>
<p>En özet şekliyle altın hesabı caiz midir?</p>
<p><b>Cevap:</b></p>
<p>Biz genel olarak diyoruz ki, altın hesabı sıkıntılı bir hesaptır. (Fatih Kalender, <a href="https://youtu.be/x-S4PAeR-Bg?t=175">video</a>)</p><p> </p>
<hr />
<p><b>Soru:</b></p>
<p>Bankadan altın hesabı açmak ve alım satım yapmak caiz midir?<br /></p>
<p><b>Özet Cevap:</b></p>
<p>Altın alış/verişi sarf akdine girer. Sarf akdinde kabızlaşmak (fiziksel alışveriş) şartı vardır. Ancak bankalarda (internet üzerinde yapılanlar dahil) altın alımı semboliktir, fiziksel değildir ve bu da caiz değildir. Dolayısı ile alınan kâr payı da caiz değildir. (Fatih Kalender, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=x-S4PAeR-Bg">video</a>)</p>
<p><b>Detaylı Cevap: </b></p>
<p>Altın alım-satımı İslam fıkhında normal alışveriş gibi
değerlendirilmeyip sarf akdi olarak değerlendiriliyor ve <b>sarf akdinde ise diğer
alış verişlerden farklı olarak fiziksel teslim alma (kabızlaşma) şartı vardır.</b>
Taraflar, alışveriş yapan bayi ve müşteri, bedensel olarak birbirlerinden
ayrılmadan önce aralarında alacak-verecek kalmamalıdır. Dolayısıyla kişi bir
bankaya gidip de parasını verip ve fiziksel olarak altınını alıp oradan
çıkabiliyor ise bir kuyumcudan altın almasından bir farkı olmayacaktır.
Normalde bir malı almış ve şartlarına riayet edilmiştir. Ama parayı yatırıp da “–
Bu para şu kadar altın yapıyor. – İyi tamam, bu altın benim hesabımda kalsın”
şeklinde <b>tamamıyla fiziksel olarak altın olmadan bunu yapıyor ise veya bunu
internet üzerinden yapıyorsa, ki sanal olarak da bu yapılıyor, o zaman bu
teslim edilme ve alma, yani kabızlaşma işlemi tahakkuk etmediğinden dolayı ribe’n-nesa
diye tabir ettiğimiz vade faizi tahakkuk eder</b> ve bundan dolayı bu haram olur,
caiz olmaz, günah işlemiş olur. (Fatih Kalender, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=x-S4PAeR-Bg">video</a>)</p><p> </p><hr />
<p><b>Soru:</b></p><p>Altın hesabı hakkındaki görüş farklılığı nereden kaynaklanıyor?<br /></p><p><span class="style-scope yt-formatted-string" dir="auto"><b>Cevaz Veren Cevap:</b> <br /></span></p><p><span class="style-scope yt-formatted-string" dir="auto">Kabz ikiye ayrılır. Bir kabz-ı hissi var, bir de kabz-ı hükmi var. (İhsan Şenocak, <a href="https://youtu.be/gqJWOLDZJBM?t=142">video</a>) </span></p><p><b>Cevaz Vermeyen Cevap:</b><br /></p><p><span class="style-scope yt-formatted-string" dir="auto">Hanefi
mezhebine göre para cinslerinin birbirinden alım satımı sarf babıdır ve
sarf babında da paraların fiziksel olarak o mecliste kabzı
zorunludur... Allah Rasülü hadis-i şerifte "yed'en bi yedin" buyuruyor,
yani elden ele. Hadiste şart koşulan ve fiziksel kabz olarak anlaşılan
bu kabz kanaatimizce internet bankacılığında... hesaptan hesaba
transferde tahakkuk etmiyordur. [Hesaba geçme günümüz fakihlerince kabz
gibi (hükmi kabz, örfi kabz) değerlendiriliyor ancak] Allah Rasülü
ictihada imkan olmayacak şekilde "yed'en bi yedin" buyuruyordur...
Osmanlı'nın son dönemlerinde de [bakır ve gümüş paraların transferi
ciddi problem ancak ne] İbni Abidin gibi zatlarda [ne de Mecelle'de]
"fiziksel kabz değil de farklı bir kabz düşünülebilir" gibi bir şey
bulamıyoruz. Hanefi mezhebinde genel kuraldır, nas (hadis, ayet) olduğu
zaman ictihad olamaz orada. O zaman "Ya bugün artık günümüzde bu olmazsa
olmaz, ihtiyaç oldu" ile nas susturulamaz... 1400 yıllık İslam
geleneğinde [Allah Rasülü'nün bu hadisinin] farklı bir şekilde
yorumlanabileceğini söyleyen ciddi hiçbir alim karşımıza çıkmıyordur.
(Abdulhamid Türkeri, <a href="https://youtu.be/MYiF9zfZP34?t=135">video</a>)</span></p><p><span class="style-scope yt-formatted-string" dir="auto"> </span> </p>
<hr />
<p><b>Soru:</b></p>
<p>Bankada altın hesabına para yatırırken bankanın fiziksel teslim yapıyor gibi davranması kabızlaşma şartını sağlar mı?</p>
<p><b>Cevap:</b></p>
<p>Özellikle katılım bankalarıyla alakalı altın hesabında, bazı katılım bankaları biz fiziksel olarak veriyoruz diyorlar. Ama veriyoruz derken şöyle, eğer müşteri bu konuda hassassa, orda çekmecelerinde duran bir altını çıkartıyorlar, <b>"Sizin altınınız bu, buyrun." diyorlar, adamın eline veriyorlar. "İyi, teşekkür ederim." deyip de onu cebine koyup dışarı çıkacak olursa ona izin vermiyorlar.</b> Niye? Çünkü o zaman onun bedeli farklı olacaktır. "Bu sadece sembolik olarak (veriliyor), çünkü senden sonra gelecek olana da ben aynısını göstereceğim" diyor. Belki bunu söylem olarak yapmasa da eylemi bu şekildedir. Dolayısıyla böyle olursa bu da semboliktir yani bu da doğru değil. (Fatih Kalender, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=x-S4PAeR-Bg?t=78">video</a>) </p><p> </p>
<hr />
<p><b>Soru:</b></p>
<p>Finans kurumlarının altın günlerinde hesaba yatırılan altının has altın olarak daha düşük gram kaydedilmesi caiz midir?</p>
<p><b>Cevap:</b></p>
<p>Bazen bazı finans kurumları altın günleri
yapıyorlar. Filan günü evinizdeki altınları getirin, biz onları hesabınıza
yatıralım. Orda da şöyle bir sıkıntı oluyor. Siz diyelim ki bilezik
getiriyorsunuz, kolye getiriyorsunuz, kaç gram, 100 gram. Diyor ki: "Bu şu
ayardır, ben bunu has olarak hesap ediyorum. Bu 100 gram olsa da has olarak 60 olarak
değerlendiriliyor, siz 60 gram yatırdınız olarak kabul ediyorum." <b>Oysa İslam
hukukunda bir külçenin %51’i altınsa tamamı altın hükmündedir, mecz edilmişse.</b></p>
<p>İki
tane külçe düşünelim, ikisi de yüzer gram. Bunun (sağdakinin) %51’i altın
bunun (soldakinin) da %99’u altın, ama ikisi de yüzer gram. Bunlar eşit
kabul edilir. Oysa (sağda) 51 gram altın vardır burada (solda) da 99 gram altın
vardır. Niye böyledir? Çünkü mağlup olan yok hükmündedir, galip olan altın
hepsine galip gelmiş ve tamamı altın kabul edilir. Gümüşte de bu şekildedir. Ama
mecz edilmiş, yani eritilip içine katılmışsa (böyledir). Ama kulpu altın şurası
ayrıysa o kulp ayrı değerlendirilir, o (kalan kısım) ayrı değerlendirilir. Onu
birbirine karıştırmamamız gerekir.</p>
<p>Tabi, kimse ayarı düşük olanı yüksek
ayar gibi almaz. Ama bunun da alternatifi vardır. Hilaf-ül cins olarak
karşısında para alırsınız, para verirsiniz. Yani düşük ayarı 100 liradan
alıyorsanız yüksek ayarı 110 liradan alırım, 120 liradan alırım (dersiniz). Bu
şekilde olursa bunda da bir sıkıntı yoktur. Yeter ki peşin olsun. Yani bedensel
ayrılık vuku bulmadan önce alacak-verecek kalmasın. Altın alım
satımlarında, döviz alım satımlarında buna (peşin alım-satıma) çok dikkat etmek gerekir. (Fatih Kalender, <a href="https://youtu.be/x-S4PAeR-Bg?t=175">video</a>)</p><p> <br /></p>
<p></p><p></p><p></p><p></p>
cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-40719423833644494552022-01-31T14:29:00.017+03:002022-01-31T15:43:05.706+03:00Nur İsmi İnsana Verilir Mi?<p>Bir sorunun cevabını internet arama notorlarında arayan birinin karşısına çıkan ilk sonuçlar genelde haber siteleri olur. Haber sitelerindeki cevaplar çoğu için kafi olsa da bazıları bu cevaplara pek güvenemez ve güvenilir kaynakları bulmaya çalışır. Araştırma yapmak elbette fazlaca vakit isteyen bir iştir. Birincil kaynak olan muteber eserlere başvurmak ve kitaplarda bir cevap aramak daha fazla vakit isteyen bir iştir. Kolay bir yol ise bir bilene sormaktır. Daha kolay bir yol ise bir bilenin verdiği cevapları karşılaştırmaktır.</p>
<p>Merakımı çeken bir sorunun cevabını araştırmışken başkaları da araştırmaya baştan başlamasın diye topladığım bilgileri yayınlamaya karar verdim. Sorumuz, Nur isminin çocuğa verilip verilemeyeceğidir. Kendi ikna olduğum cevabı buraya bir cümlede yazabilirdim ama haber sitelerine güvenmeyip bu yazıyı bulan biri benim vardığım sonuca neden güvensin? Yazının geri kalanında birkaç kaynaktan verilen cevapların özeti ve detayı yer almaktadır.</p>
<h2>Özet</h2>
<p><i>Nureddin Yıldız hoca, insana
Nur isminin verilmesini uygun bulmazken Samed ismine sakıncalı değil diyor.
Halbuki Sorularla İslamiyet editörleri tam tersine Nur isminin verilmesinde
sakınca bulmazken Samed isminin verilmeyeceğini yazıyor.</i></p>
<p><i>Süleyman Hilmi Tunahan
hoca nur ile alakalı isim sahiplerinin çilekeş olacağını söylüyor. Kendi adı da
Nur kelimesinden türetilmiş olan Nureddin Yıldız hoca böyle bir şey
olmayacağını ama bu kelimeden isim türetilmesinin uygun olmayacağını söylüyor.</i></p><p><i>Sıklıkla karşımıza çıkan bir görüş, Allah'ın bazı isimlerinin Allah'ın dışında bazı varlıkların da vasıflandığı isimler olması ve çocuklara ad olarak verilebilmesidir. Ayrıca Hz. Osman’a peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) iki kızıyla evlendiği için zünnureyn unvanı
verilmiş.</i></p><p><i> </i></p><h2>Allah'ın İsimleri Hakkında</h2><div style="text-align: left;"><p style="text-align: left;">* <u>Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı (…)</u></p></div>
<p><a href="https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/6/cocuklara-allah-in-isimleri-verilebilir-mi-">https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/6/cocuklara-allah-in-isimleri-verilebilir-mi-</a><b><br /></b></p><p><b>S:</b> Çocuklara
Allah’ın isimleri verilebilir mi?</p>
<p><b>C:</b></p>
<p>Bir anne-babanın çocuğuna karşı görevlerinden birisi de ona
güzel isim vermektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hadisinde insanların
kıyamet günü isimleri ile çağrılacağını belirterek “Çocuklarınıza güzel isim
koyunuz.” (Ebû Davud, Edeb, 69) buyurmuştur.</p>
<p>Çocuklara Allah’ın isimlerini vermeye gelince, hemen
belirtmek gerekir ki <b>Allah’a has isimler
aynı lafızla çocuklara verilmemelidir</b>. Şayet çocuklara Allah’ı hatırlatacak
isimler verilecekse başına “kul” anlamına gelen “abd” kelimesi eklenerek
“Abdullah” (Allah’ın kulu), “Abdurrahman”(Rahman’ın kulu),
“Abdurrahim”(Rahim’in kulu), “Abdülkâdir”(Kâdir’in kulu) gibi isimler
verilmelidir.</p>
<p>Allah Teala’nın “esma-i hüsna”sından “Kerim, Latif, Rauf…”
gibi isimler ise Allah’ın dışında kulların da vasıflandığı müşterek isimler
olduğundan <b>Allah’a has olmayan bu
isimler</b> <b>çocuklara ad olarak
verilebilir</b>. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 598)</p><p> </p>
<h2>Nur İsmi Hakkında</h2><p style="text-align: left;">* <u>Nureddin Yıldız (27.03.2012)</u></p>
<p><a href="https://fetvameclisi.com/fetva/nur-isminin-sakincasi-var-midir">https://fetvameclisi.com/fetva/nur-isminin-sakincasi-var-midir</a></p><p><b>S:</b> Kızımıza Nur
ismini koyduk ama uygun olmadığı söyleniyor hayatı boyunca çile ve sıkıntı
çekermiş isminden dolayı böyle bir şey var mıdır? İsmini değiştirmeli
miyiz?</p>
<p><b>C:</b>
Selamünaleyküm. O şekilde bir tespit doğru değil ama <b>nûr ismi insan ismi olmamalıdır</b>.</p><p style="text-align: left;"><b> </b></p><p style="text-align: left;">* <u>Nureddin Yıldız (14.09.2011)</u></p>
<p><a href="https://fetvameclisi.com/fetva/kiz-cocugu-icin-alya-nur-ismi-uygun-mu">https://fetvameclisi.com/fetva/kiz-cocugu-icin-alya-nur-ismi-uygun-mu</a><br /></p><p><b>S:</b> Kız çocuğu
için Alya Nur ismi uygun mu?</p>
<p><b>C:</b>
Selamünaleyküm. Alya, kadın ismi olarak kullanılabilir. <b>Nur ismini ilave etmeseniz daha iyi olur</b>.</p><p style="text-align: left;"><b> </b></p><p style="text-align: left;">* <u>Nureddin Yıldız (26.10.2013)</u></p><p style="text-align: left;"><a href="https://fetvameclisi.com/fetva/nur-ismi-koymak">https://fetvameclisi.com/fetva/nur-ismi-koymak </a><b><u><br /></u></b></p>
<p><b>S:</b>
Selamünaleyküm. Kız ismi olarak Nur ismini koymak ne derece doğru olur? Bir de
tek başına değil de Nur Ebrar şeklinde koymayı düşünüyoruz.</p>
<p><b>C:</b>
Selamünaleyküm. Yasak olmamakla beraber <b>nur
kelimesinden isim üretilmesi uygun değildir</b>.</p><p style="text-align: left;"><b> </b></p><p style="text-align: left;">* <u>Sorularla İslamiyet (12.06.2010)</u></p><p style="text-align: left;"><a href="https://sorularlaislamiyet.com/cocuklara-isim-verirken-nelere-dikkat-etmek-gerekir-nur-ve-furkan-isimleri-verilebilir-mi">https://sorularlaislamiyet.com/cocuklara-isim-verirken-nelere-dikkat-etmek-gerekir-nur-ve-furkan-isimleri-verilebilir-mi</a></p>
<p><b>S:</b> Çocuklara isim
verirken nelere dikkat etmek gerekir? Nur ve Furkan isimleri verilebilir mi?</p>
<p><b>C: </b></p>
<p><b>Nur ve Furkan
isimlerinin çocuklara verilmesinde bir sakınca yoktur</b>. Bu isimleri
çocuklarınıza verebilirsiniz.</p>
<p>NUR: (Ar.) Ka. 1. Aydınlık, parıltı, parlaklık, niran. 2. Mekke'deki
Hıra dağı. Işığın bir şeye yansımasından meydana gelen parlaklık. Kur'an-ı
Kerim'in 24. suresinin adı. <b>Zünnureyn</b>:
Hz. Peygamber (asv)'in iki kızıyla evlendiği için Hz. Osman (ra)'a verilen
unvan, onur sahibi.</p><p style="text-align: left;"><b> </b></p><p style="text-align: left;">* <u>Halis Ece (…)</u></p><p style="text-align: left;"><a href="https://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1038-cocuklara-nur-ismi-verilir-mi.html">https://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1038-cocuklara-nur-ismi-verilir-mi.html</a><br /></p>
<p><b>S:</b> Çocuklara nur
ismi verilir mi?</p>
<p><b>C:</b><br />
Nitekim son devir dersiâmlarından ve Nakşî yolu Müceddidîn kolu silsilesini
ikmâl ve itmâm ile bu zincirin son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan
(k.s.) hazretleri bir sohbetlerinde buyurmuşlardır ki:<br />
<br />
“<b>Nûreddin</b>, Nûrullah [Ayşenûr,
Elifnûr, Sevdenûr]... gibi <b>nûr ile
alakalı isimlerin sahipleri</b>, belâlara maruz kalıp hayatları çilekâr
[çilekeş] olur [dert ve sıkıntılarla karşı karşıya kalır]. Zira Nûr, Cenab-ı
Hakk’ın zâtının ismidir.” [Ali Erol, Hatıratım, s. 86-87]</p><p> </p>
<h2>Samed İsmi Hakkında</h2><p style="text-align: left;">* <u>Nureddin Yıldız (15.02.2014)</u></p><p style="text-align: left;"><a href="https://fetvameclisi.com/fetva/samed-ismini-vermek-caiz-mi">https://fetvameclisi.com/fetva/samed-ismini-vermek-caiz-mi </a><b><u><br /></u></b></p>
<p><b>S:</b> Allah'ın
isimlerinden bazıları bildiğim kadarıyla insanlara verilebiliyor. Samed ismi bu
isimlerden midir? İnsanlara verilebilir mi?</p>
<p><b>C:</b>
Selamünaleyküm. Allah Teâlâ'nın ismi es-Samed şeklindedir. Samed ise o şekliyle
aynısı değildir. <b>Tercih edilmemekle
beraber</b> <b>sakıncalı da değildir</b>.</p><p style="text-align: left;"><b> </b></p><p style="text-align: left;">* <u>Sorularla İslamiyet (22.10.2011)</u></p><p style="text-align: left;"><a href="https://sorularlaislamiyet.com/samed-ismi-basina-abd-gelmeden-konulur-mu-samed-ismini-onune-baska-bir-isim-gelse-olur-mu-mesela-ali">https://sorularlaislamiyet.com/samed-ismi-basina-abd-gelmeden-konulur-mu-samed-ismini-onune-baska-bir-isim-gelse-olur-mu-mesela-ali</a></p>
<p><b>S:</b> Samed ismi,
başına "abd" gelmeden konulur mu?</p>
<p><b>C:</b></p>
<p>Hâlık, <b>samed, rahman
gibi Allahın zâtî isimleri konmaz</b>. Başına abd ilâve edilirse olur. Abd,
erkek köle demektir. Kadın için kullanılmaz. Kadın için bu gibi isimler
kullanmak âdet olmamıştır. </p>
<p>Cenab-ı Hakk'ın "esmâ-i husnâ" sından "Rahîm,
Kerîm, Latîf, Râûf, Aziz, Celil, Melik.." gibi bazı isimler, Allah'ın
dışında bazı varlıkların da vasıflandığı müşterek isimlerdir. Bu itibarla bu
isimlerin çocuklara ad olarak verilmesinde dinen bir sakınca yoktur.</p>
cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-20250369428299289082019-05-15T17:01:00.003+03:002022-04-13T14:59:45.698+03:00Bağırma Anne [Şiir]<p>Bağırılan çocuklar için bir şiir firladı dilimden faydasız tezim için bir gün daha kaybederken.<br />
<br />
<span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace;">Kanım kaynar durmaz koşarım<br />Çocuğa yaşamak koşmak lazım<br /><br />Bağırma anne vazonu kırınca<br />Demiştin bana düşer kakınca<br /><br />Etme bağırma bilemedim anne<br />Bilsem gezerdim durmam evde<br /><br />Güya kucaklar beni seversin<br />Vazoya nasıl tercih edersin<br /><br />Bacadan salona sürsem kurum<br />Gene küçücük masum yavrunum<br /><br />Kaç kere dedin uslu durasın<br />O kadar gördün beni çocuğum<br /><br />Gördüm vazoyu artık bağırma<br />Ejder ağzınla beni korkutma<br /><br />Tutamam ben bağırıp ağlarım<br />Sanki kendimi çıkıp korurum<br /><br />Bağırma bana basbas bağrına<br />İğne değil sevgi lazım bana<br /><br />Güçlü akıllı insansın madem<br />Ezme kurtar çocuk inadımdan<br /><br />Acizim ben kendimi avutamam<br />Bıktım desen buna dayanamam<br /><br />Duramam sensiz beni bırakma<br />Hatta umrundan bile çıkarma</span></p><p><span style="font-family: "courier new" , "courier" , monospace;">C. Ç. <br /></span></p>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-4209417431512802132018-08-01T16:07:00.000+03:002018-08-01T16:48:27.309+03:00Importing CSV Contacts into Android through VCard 3.0<b>Introduction:</b><br />
I am very happy writing this post since I just solved a problem which occupied me for a week after I bought a new phone. Finally, I am shifting from Nokia OS to Android. Nokia was a great company. I didn’t have any bugs or unsolvable problems with my Nokia devices when Nokia was alive. However my new Android phone made me frustrated while importing contacts.<br />
<br />
<b>Problem:</b><br />
I got my contacts from Nokia in both CSV and VCard 2.1 format with old Nokia PC Suite 7.1 and new Nokia Suite 3.8 which are hard to find on internet. Anyway, VCard 2.1 format doesn’t have support for Unicode characters. So, I had problems in importing those VCF files into my Android phone. I also lost some of my fields which VCard 2.1 doesn’t support.<br />
<br />Windows Contacts has the ability to convert CSV into VCF with source and target fields matching option. Using it was frustrating because my contacts folder didn’t have Import button. I had to enable its folder customization with following key and set folder type to Contacts.<br />
<blockquote class="tr_bq">
Windows Registry Editor Version 5.00<br />[HKEY_LOCAL_MACHINE\SOFTWARE\Microsoft\Windows\CurrentVersion\Explorer\FolderDescriptions\{56784854-C6CB-462B-8169-88E350ACB882}\PropertyBag]<br />"NoCustomize"=dword:00000000</blockquote>
Then I had to deal with same file name problem. When Windows contacts automatically recognizes “Name” field, VCF file names will consist of only the name of the person and with high probability name collusion will occur.<br />
<br />Then I had to merge those VCF files with a .bat file having this code.<br />
<blockquote class="tr_bq">
copy *.vcf !all.vcf</blockquote>
All of these efforts resulted in failures.<br />
<br />My best chance was downloading and using “CSV to vCard” by www.csvtovcard.com. This software has the ability to match source fields/columns of CSV file with VCard fields. It also supports VCard 3.0 format and UTF-8 encoding. However this tool didn’t solve all of my problems. I couldn’t import some of the VCF files that this tool generated. Besides I don’t want to be stuck with only available fields. There weren’t field for notes and second mobile phone.<br />
<br />
In summary, my problem was importing my contacts from CSV format into Android phone through VCard files with UTF-8 support and without losing any fields or data.<br />
<br />
<b>Solution:</b><br />
Finally, I made up an Excel file that generates VCard codes that<br />
<ul>
<li>Has UTF-8 support so that Turkish characters are displayed correctly</li>
<li>Has support for second mobile and note fields</li>
<li>Can be imported in Android</li>
</ul>
You can download this Excel file from the end of this post. Now I will explain the process.<br />
<br />
It is easy to convert CSV files to Excel. Just note that importing phone numbers as with format other than “text” will delete leading zeros which will cause you much trouble. So, all the imported columns should be on “text” format. Check your data for any errors. Any cell shouldn’t have new line or semicolon (;) characters. I am not sure whether it is necessary but filter phone numbers from any problematic character like #, +, -.<br />
<br />
Paste your data into my Excel workbook into correct columns. Then it will give you VCard codes instantly. Copy all cells containing codes and paste into Notepad++. Replace tab characters with new line characters (replace \t with \r\n). Save this text file with .vcf extension. Send this VCF file to your phone via Bluetooth.<br />
<br />
When you try to open this file on your Android phone, it will ask you whether you want to import it or not. Approve importing. Then you should be able to reach your contacts in Android.<br />
<br />
<b>Further Details:</b><br />
1) My excel file supports only the fields that I need. However, you can develop this file. In your phone Contacts app, add a new dummy contact with all fields are filled with data preferably containing Unicode characters. Export this dummy contact as VCF. Send it to your laptop via Bluetooth. Open that VCF file with Notepad++. Now you can see codes for additional fields. You can update Excel file so that it generates those additional field codes.<br />
<br />
2) When I imported VCF file in my Android phone, I saw that phone numbers (with only few exceptions) had wrong format. Android had put dashes/hyphens in wrong places so that it was difficult to read numbers. I found an app on Google Play named “Twitch! Contacts Formatter”. This app corrected my phone number formats. If you have any doubts about privacy, you can run it after disabling internet access or limiting data connection.<br />
<br />
3) After installing WhatsApp, my contacts get doubled, each contact appearing twice. When I erased all WhatsApp data and reconfigured WhatsApp, more contacts are added. It is unexplainable, boring, frustrating, neglected bug which some Xiaomi users share. One way to skip this bug is to import contacts only after WhatsApp installation and first configuration.<br />
<br />
<a href="https://app.box.com/s/jrd59z58mcmofd7pw18pploro4ahp9ar" target="_blank">VCF Generator.xlsx Download</a>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-30998083869137171112015-10-26T11:40:00.002+03:002015-10-26T11:50:25.166+03:00Nevbahar Emlak Takip Programı<blockquote class="tr_bq">
Nice zamandır oturuyordun zaten<br />
pürsükut.<br />
<br />
Hele anlat, hangi ara dantellerle,<br />
ananın çanak-çömleği... </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
...bu kadar mühim şeyler oldu?<br />
<br />
Genç bir Hobbit vardı hatırladığım,<br />
sürekli Elflerin peşinde ormana kaçan.<br />
<br />
Geç vakte kadar dışarda dolanır,<br />
gece dönerdi eve...<br />
<br />
...elinde değneğiyle<br />
üstü başı çamur çaylak.<br />
<br />
Shire hudutlarından ötesine<br />
öyle merak dolu bir Hobbitti ki...<br />
<br />
...hiçbir şey tatmin etmezdi onu,<br />
o meraktan gayri.<br />
<br />
Kitaplarından ibaret değil dünya<br />
ya da haritalarından.<br />
<br />
— The Hobbit (2012) filmindeki gri sakallı adam
</blockquote>
Filmlerden hakikat devşirmenin çok zor olduğunu düşünenlerdenim. Bir film eğiticiyse sıkıcıdır, izlenmesi zordur. Eğlenceli bir film ise hakikatten uzaktır veya nefsi okşayan zehirli helvalar sunar. Elbette bu kuralın istisnaları vardır ama bu istisnaları aramak başlı başına bir iştir. Filmlerdeki hakikat ve eğlence hakkındaki düşüncem işte böyledir. <br />
<br />
Geçenlerde izlediğim bir film hakikatten uzak olsa da bir karesi beni derin düşüncelere sevkettti. Hatta bu film karesindeki sözlerin bir kelimesini bile hatırlayamadığım zaman bile bu sözlerin bende uyandırdığı o his ve düşünceler kaldı. Belki o düşünceleri toplayıp yazabilirim diye bu yazıyı yazmaya başladım. Ama yazarken düşündüm ki düşündüklerimi yazsam halimden şikayet eder gibi ve geçmişe hasret eder gibi olacak. Vazgeçtim yazmaktan.<br />
<br />
Birkaç gün önce biri beni yıllar önce bıraktığım bir izden bulup mail atmış. İnternetin kıytı köşelerinde demo olarak yayınladığım Emlak Takip Programı'nın tam sürümünü soruyordu. Artık programcılık da yapmıyorum. Ama demo kısıtlamasını kaldırmak için kaynak kodlarını açıp baktım. Ne kod yazmışım diye gençliğime imrendim. Çok oyalanmadan programı güncellemeye çalıştım. Felsefi düşüncelerimi içime saklayarak emlak takip programını kısıtlamasız olarak kullanıcılarının istifadesine sunuyorum. Bana dua edin.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="https://app.box.com/s/c3n7i91jxlaaz0inaclr2hrwt4hjxe7v" target="_blank"><span style="font-size: large;">Nevbahar Emlak Takip Programı</span></a><br />
(indirmek için tıklayın)</div>
<br />
Çalıştırmak için .NET Framework 2.0 gereklidir.<br />
<br />
<b>Açıklamalar</b><br />
Nevbahar Emlak Takip Programı, emlak ve kişi kayıtlarını tutabileceğiniz küçük, hızlı ve naif bir programdır. Şu an sözleşme oluşturma ve emlak fotoğrafı koyma gibi cafcaflı özellikleri yok. 1 MB boyutundaki bu programı USB belleğinizde taşıyıp gerektiğinde emlak ve kişi bilgileri ekleyebilir, gerektiğinde de belirlediğiniz şartlara uyan emlak kayıtlarını listeleyebilirsiniz. Tasarımın mümkün olduğunca sade olması olması amaçlanmıştır. Kişi veya emlak seçmek ve bilgilerini güncellemek için düğmeler yerine listelere çift tıklama özelliği tercih edilmiştir.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsKkKcMohmRGRE5tUieyZ_aGpeE7prmh-YZSP3GejT4hR2r0D_1n2Gxx1DqpVjXl7WGOWFOWNAPxQt_NTtovY9tNQrHiv4SNubIlqDJEDq3BJnVecl5OmdAHmJlTRSPRk-EEVZSl0vVZ0/s1600/Emlak+Takip.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="250" ilo-full-src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsKkKcMohmRGRE5tUieyZ_aGpeE7prmh-YZSP3GejT4hR2r0D_1n2Gxx1DqpVjXl7WGOWFOWNAPxQt_NTtovY9tNQrHiv4SNubIlqDJEDq3BJnVecl5OmdAHmJlTRSPRk-EEVZSl0vVZ0/s400/Emlak+Takip.png" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsKkKcMohmRGRE5tUieyZ_aGpeE7prmh-YZSP3GejT4hR2r0D_1n2Gxx1DqpVjXl7WGOWFOWNAPxQt_NTtovY9tNQrHiv4SNubIlqDJEDq3BJnVecl5OmdAHmJlTRSPRk-EEVZSl0vVZ0/s400/Emlak+Takip.png" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Nevbahar Emlak Takip Programı Penceresi</td></tr>
</tbody></table>
<br />
Emlak bilgilerini doldururken semt ve mahalle gibi listelerden seçeceğiniz özellikleri, ihtiyaç duyduğunuz anda ayarlar penceresine ulaşarak ekleyebilirsiniz.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh96tEXxoEv2oEIBvQ6hKfbYqZ7x1J37QnmSpv6sxsu0momk91GwgbjYq9qE5QkQBjflYRyzRlXYb_ksEq8SSdv_PhyphenhyphenVVE6kmWgmbOBjVRjvaJ5vIrxxCQva_nbrCe0-QWi4Qpud7aodYQ/s1600/Emlak+Takip+Ayarlar.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" ilo-full-src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh96tEXxoEv2oEIBvQ6hKfbYqZ7x1J37QnmSpv6sxsu0momk91GwgbjYq9qE5QkQBjflYRyzRlXYb_ksEq8SSdv_PhyphenhyphenVVE6kmWgmbOBjVRjvaJ5vIrxxCQva_nbrCe0-QWi4Qpud7aodYQ/s1600/Emlak+Takip+Ayarlar.png" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh96tEXxoEv2oEIBvQ6hKfbYqZ7x1J37QnmSpv6sxsu0momk91GwgbjYq9qE5QkQBjflYRyzRlXYb_ksEq8SSdv_PhyphenhyphenVVE6kmWgmbOBjVRjvaJ5vIrxxCQva_nbrCe0-QWi4Qpud7aodYQ/s1600/Emlak+Takip+Ayarlar.png" /></a></div>
<br />
Nevbahar Emlak Takip Programı Özellikleri:<br />
<ul>
<li>Basit arayüz ve küçük boyutuyla hızlı çalışabilme.</li>
<li>Emlak ve kişi listeleyebilme.</li>
<li>Emlak ve kişi kaydedebilme, güncelleyebilme, silebilme.</li>
<li>Emlak eklerken kişi ve ayar seçebilme, o anda yeni kişi ve ayar ekleyebilme, yeni kişi ve ayar değişikliklerini anında görebilme.</li>
<li>Şartlara göre emlak arayabilme.</li>
<li>Listelerde çift tıklama özelliği ile kolay kullanım.</li>
<li>Silinen kişinin emlak kayıtlarını da bulup silebilme.</li>
<li>SQLite veritabanı kullanma.</li>
</ul>
Nevbahar Emlak Takip Programını indirmek için <a href="https://app.box.com/s/c3n7i91jxlaaz0inaclr2hrwt4hjxe7v" target="_blank">tıklayın</a>.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-40320099794494494552013-08-29T10:06:00.000+03:002013-08-29T10:18:07.269+03:00Medar-ı SükutSessiz sakin birisi olduğumu söylüyorlar. Doğrudur. Ama bunun zühd ve takva ehli olmamdan dolayı olduğunu imrenerek ima ediyorlar. Hâlbuki ben kendimi öyle bilmiyorum. İnşallah bu güzel insanların yakıştırması benim hakkımda bir dua olur. Peki, neden çok konuşmuyorum? Fıtrat diyelim. Nasıl olur da bir insan pek konuşmaz? Konuşmaz işte. Nadir bulursunuz böylesini. Hatta ben böyle birini bulduğumda yanına yanaşırım. Sempati beslerim ona. Yıllar sonra bile karşılaşsak adını bilmiyor olsam bile onu gördüğüme çok sevinirim. Pek konuşkan değilim, yeni dostum hiç değil. Hani normalde insanlar çok konuşur çok sorar da ben de sadece onlara cevap vermekle yeterince konuşur gibi görünürüm. Peki iki kişi de çok susucu ise ne olur? Az konuşanların konuşmaları ayda yılda bir iki defa karşılaşıp öyle kem küm klişe hal hatır sorma merasimlerinden ibarettir. Hatta birbirlerine isimlerini de pek sormazlar. Birkaç defa sormuş unutmuşladır, daha da sormaya taaccüp ederler. İsim dediğin unutulmaz bir şey midir? Ahmet, Muhammed, Mehmet gibi çok kullanılan bir isim. Sanki bir kulağımızdan girmiş bir kulağımızdan çıkmış gibi. Adı sanı bilinmeyen herhangi bir mehmetçik gibi. "Pardon ismin neydi?" İşte böyle havadan sudan bir iki kem küm... Ama yine de kelimeler olmadan sanki yıllarca muhabbet etmiş gibidir bu iki kişi. Hatta muhabbetin koyuluğundan adlarını sormayı bile unutmuşlar sanki.<br />
<br />
Ama konuşurum ben. En azından konuşmaya çalışırım. Bazen dudaklarım birbirine yapışır gibi olur. Sanki iki parmağa reçel bulaşmış gibi. Rahat konuşamam. Dudak harflerinde konuşmam bozulur. Bazen traş olunca veya soğuk vurunca veya sebepsiz olarak dudaklarım odun gibi olur, tam istediğim şekli hemen almayıverir. Eğri büğrü çıkar bazı kelimeler. Bazen sesimin tonu değişir, kafa şişirici bir perdeye çıkar. Yahut bana öyle gelir. Ben bile rahatsız olurum artık konuşmalarımdan ama son bir kez rahatsız etmeyecek eğlenceli veya kayda değer bir iki laf söylemek isterim. Ta ki kendisiyle konuşulmaz birisi olarak akıllarda kalmayayım. Bazen de çok detaylara inerim. Evet, konuşurum, konuşurum. Ama çok detaylı lüzumsuz bir şeyden konuşurum. Bana soru soranı sorduğuna pişman ederim belki. Hiç konuşmasam mı daha iyi? Evet, bazen bundan dolayı konuşmam. Kısa keserim lafımı. Laf uzarsa "mala bağlamak" durumuna misal olacağımı bilirim. Bazen dinlemeye odaklanamam. Adam anlatıp duruyor. Ben bir yandan dalmaya başlamışım. Bana ne Serkan'dan, attığı golden. Yahut nerede olduğunu tahayyül edemediğim Yapı Denetim'in yanındaki sokağın ilerisindeki bir dükkânın karşısındaki satılık pembe apartmandan. Anlayıp anlamadan "öyle mi, çok güzel..." diye lafı tıkamak kalır geriye ister istemez.<br />
<br />
Neden böyleyim diye soruyorum bazen kendi kendime. Acaba gerçekten fıtrat mı demeliyim? Yoksa çok konuşmadığım için konuşmayı mı unutuyorum. Belki de konuşmayı öğrenmemişimdir en başından. Belki çocukluğumdan beri bir sebeple insanların yanına yanaşamamışımdır. Belki de insanlardan uzak bir yerde beni çeken bir şeyler vardır. Belki bir kenara çekilip kelimelerle ifade edemediğim, sorana açıklayamayacağım kadar derin bir şeylerle uğraşmaya başlamışımdır. Konuşan insan gördüğü, yaşadığı, ama daha çok uğraştığı şeyden konuşabildiğine göre, hakkında konuşamayacağı şeylerle uğraşan birinin söyleyecek bir sözü olmayacak. O kadar emek verdiği şey için "şu uğraştığın şeye bak" lafını işitmeye mi gitsin insanların yanına. Hayır, kendini ıvır zıvır gibi olan işlerine daha fazla verecek. Daha fazla uzaklaşacak insanlardan.<br />
<br />
Mükemmeliyetçi bir tutum. İnsanların içinde büyümüş olsam da belki söyleyeceğim sözleri beğenmiyorumdur. Tam ağzımı açacakken lafımda bir kusur bulup vazgeçiyorumdur. Mükemmel olmayan sözlerin ağzımdan çıkmasından istiğna ediyorumdur. Belki öyle mi söylesem böyle mi diye meşgul olurken cümleyi toparlayamıyorumdur. Ya ben söyleyemeden laf değişiverir ya da ağzımdan yarım yamalak bir hezeyan çıkar.<br />
<br />
Beyhudeci bir tutum. Belki lafın çok gereksiz olduğunu, orada söylenmeyeceğini düşünüp vazgeçiyor da olabilirim. Yahut neden konuşuyoruz ki. Bunların hepsi boş zaten ölüp gitmeyecek miyiz de diyebilirim. Bu konuşma kimsenin kemikleşmiş fikirlerini değiştirmeyecek zaten, herkes boşu boşuna çenesini yorduğuyla kırdığı kalple kalacak.<br />
<br />
Garantici bir tutum. Ne kadar konuşursa insan o kadar yanlış söyler, o kadar zarara girer de diyebilirim. Yanlış yapmamak için değil söz söylemek, dışarı çıkıp yaşamaktan bile çekiniyorumdur belki de.<br />
<br />
Miyopvari bir tutum. Konuştuğum zaman normal insanların konuştuğu mertebeden değil de daha yakın daha ince daha derin daha detaylı bir mertebeden konuşarak normal insanlarla frekansları tutturamadığım için susuyorumdur belki. Bir metal paranın kenarındaki tırtıkların üzerine yapılan uzun bir konuşma kaç kişiyi ilgilendirir değil mi?<br />
<br />
Zorlamacı bir tutum. Belki de orijinal kayda değer bir fikir söyleyebilmek için çok uzak bağlantılar kurarak meseleye yabancı olan dinleyicinin frekansını yine tutturamamak problemini yaşıyorumdur. Sonra yaptığım o güzel ince espiriyi açıklamak veya açıklamaya fırsat bile bulamayarak "yine saçmaladı işte" gibi bir algı oluşturmak durumlarında kalmak rahatsız ediyordur beni. Evet, insanların arasında ama insanlardan uzak olarak yaşadığım için frekans, denge, balans ayarımı yapamıyorumdur. Bu iletişim sorunu yüzünden de insanların arasında bir yer bulup onların akışına ilhak olamıyorumdur.<br />
<br />
Alıngan bir tutum. Belki de aldığım bir cevap içimde defalarca yankılanıp duruyordur. Acaba o kadar kötü mü söyledim o kadar kötü mü yaptım diye kendimi suçlayarak gözden ırak köşeme çekiliyorumdur. İçimde dolaşan bu yankı o sessiz sakin köşede fırtınalara inkılab ediyor da olabilir. Öbür yandan aynı rakik kalb, kırıcı olabilir diye pek çok sözü söylemekten vazgeçiyor da olabilir.<br />
<br />
Böyle yerden yere de vururum kendimi. "İçime doğru suçluyum ben" diye de haykırabilirim. Belki tamamen bir hikâye yazmışımdır da yukarıdakiler bir kurgudan ibarettir. Sessiz sakin birisi olmanın yaşattığı ezikliği bir hikâye uydurarak, laf olsun torba dolsun misali bir şeyler sayıklamakla telafi ediyorumdur. Söyleyemiyorum diye yazıyorumdur. İnsan ne ile yazar diye soruyorumdur kendi kendime. Belki bunaltıcı bir sessizliği bozup haykırmak için yazmışımdır. Belki işte bu yüzden doğru söylemişimdir. Evet, doğrudur. Ben de kendimi yalancı bilmiyorum zaten. Ama kafa karıştıran iki soru var. Eğer çok söyleyemiyorsam nasıl bu kadar laf üretip yazabildim? Eğer çok söyleyebiliyorsam hangi motivasyonla böyle derin yazabildim?cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-191835063370022942012-02-13T16:48:00.000+02:002012-03-31T13:44:13.293+03:00Bir Banka Hesabının Neshi 2Daha önce bir banka hesabı kapatma maceramı hikaye, ders ve hatıra olsun diye anlatmıştım. Banka hesabı kapatmak konusuna halkımızın inanılmaz teveccühünü gördüm. Benim o kadar önemsediğim şeylerin yüzüne bakılmazken hiç önemsemediğim şeylerin rağbet görmesi beni şaşırtıyor doğrusu.<br />
<br />
Her neyse, bankalardan ağzı yananların veya onlardan bıkanların sayısının az olmadığını tahmin edip, işi gücü olan insana daha önce uzun uzun yazmış olduğum hikayenin tamamını okutmak zorunda bırakmadan onların ihtiyaç duyulan bilgiyi kolayca bulabilmeleri ve işlerini halledebilmeleri için bir banka hesabının nasıl kapatılacağını özet olarak yazayım dedim.<br />
<br />
<b>Garanti Bankası Hesabının Kapatılması</b><br />
Garanti Bankası'ndan hesap kapatmak için öncelikle hesabı açtırdığınız şubeye gitmeniz tavsiye edilir. Herhangi bir şubenin yapabileceği yine ilgili şubeye dilekçe yazmak olacaktır. Dilekçeniz ulaşırsa hesabınız bir hafta içinde kapatılır; ulaşmazsa hesap yine kalır.<br />
<br />
İlgili şubeye gittiniz, müşteri temsilcisi için aldığınız sıra yarım saat sonra geldi ve hesabınızı orada kapattırdınız diyelim. Hemen oracıkta telefon numaranızı da sildirmeniz tavsiye edilir. Yoksa cep telefonunuza ayda bir kampanya mesajı (onlar bilgilendirme mesajı diyor) gelecektir. Tabi telefon numaranızı sildirmek de yetmeyecektir; bir de bu bankadan hiçbir şekilde cep telefonu mesajı istemediğinize dair kayıt oluşturmasını da müşteri temsilcisinden isteyin.<br />
<br />
<b>Yapı Kredi Bankası Hesabının Kapatılması</b><br />
Yapı Kredi Bankası'ndan hesap kapatmak Garanti Bankası'nınkinden daha kolay. Herhangi bir şubeden oracıkta kapattırabilirsiniz. Üstelik müşteri temsilcisi için beklemeye de gerek yok, hesap kapatma vezneden de halledilebiliyor.<br />
<br />
İşinizin aksamaması için öncelikle hesabınızda birkaç kuruş olmadığına emin olun. Eğer hesabınızda 0,01 kuruşunuz varsa vezneden bunu 10 liraya tamamlatmalı ve bankamatikten hesabınızı boşaltmalısınız.<br />
<br />
Hesabınızı kapattıktan sonra telefon numarası kaydınızı sildirmeyi de unutmayın çünkü Yapı Kredi Bankası ortalama ayda bir cep telefonu mesajı gönderiyor. Ancak bu iş biraz uzun sürebilir.<br />
<br />
Kampanya mesajlarını engelleme işini müşteri temsilcileri yapamıyor. Bunun için 444lü numarayı aramalısınız. Bedava dakikalarınızı tüketmeyin, bankadaki telefonu kullanın. Yapacağınız işleme göre hangi tuşlara basmanız gerektiğini söyleyen telesekreteri dinlemek istemiyorsanız, telefon numarası kaydınızın silinmesi için sırasıyla hangi tuşlara basmanız gerektiğini oradaki müşteri temsilcilerinden birine sormuş olmanız faydanıza olacaktır.<br />
<br />
Telefonda sizden müşteri numarası gibi bir şey istenirse biraz bekleyin, * ve # gibi tuşlarla falan oynayın. Bir süre sonra bu adımı geçeceksiniz. Sonunda telesekreter sizi uygun bir operatöre bağlayacaktır. Eğer işinizi öğle molasından önce halletmeye çalışıyorsanız kulağınızda telefon, 30-45 dakika ağaç olabilirsiniz. Öğle molasından sonraki bir vakit seçmeniz önerilir.<br />
<br />
<b>Halk Bank Hesabının Kapatılması</b><br />
Beş yıldır kullanmadığınız hesabınız kapatılır. Hemen kapatma sürecinin nasıl işlediğini ise bilmiyorum. Rahatsız edici cep telefonu mesajları göndermiyor zaten.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-90811369365703683772012-02-09T21:36:00.004+02:002012-02-12T17:10:48.831+02:00Zembereği Boşalmanın Tahlili<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxz9BP11s2nMB3qg39EorN_uXiMoU1mVYt4Nk2uSNmik4AtHfIpHzOLsxsQc-ZJMxWe70j9UjvUTGsK7DXRfW3K1M-32Uq4zfEthfhcOMpj6Bcmy4ZwVe1UN884OmxPoD-hD40Ku73Qao/s1600/komedyen.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxz9BP11s2nMB3qg39EorN_uXiMoU1mVYt4Nk2uSNmik4AtHfIpHzOLsxsQc-ZJMxWe70j9UjvUTGsK7DXRfW3K1M-32Uq4zfEthfhcOMpj6Bcmy4ZwVe1UN884OmxPoD-hD40Ku73Qao/s320/komedyen.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Bir komedyen</td></tr>
</tbody></table>
Komik bulduklarımızın ne gibi ortak özellikleri olduğu üzerine epey düşündüm. Komik budur veya bu değildir diyebilir miyiz? Herkes aynı duruma aynı derecede gülmediği için bu sıfatın göreceli olduğunu söylenebilir fakat komik bir olay pek çok kişiyi az çok etkileyebildiği için kendine mahsus bazı özellikleri de taşıyor olmalı. Nihayetinde komik olaylar için bir tane ortak özellik buldum gibi oldum: Aklıma gelen bütün komiklik örnekleri hep başkasının ezikliğini ve bizim üstünlüğümüzü ima ediyordu. <br />
<br />
Mesela birisi aptal numarası yapsa, veya gerçekten aptalca bir söz söylese, veya başından aptalca bir olay geçse komik oluyor.<br />
<br />
Hem mesela bir espiriyi anlamak veya ilginç ama saklı bir detayı farketmek de gerçekten komik. Biraz düşündük ve anladık espiriyi, o halde biz zekiyiz. Şimdi bunu başkasına satmalı ve zekamızla övünmeliyiz.<br />
<br />
Hem mesela hazır cevaplar, mat etmeler, yardırmalar da hoşumuza gidiyor. Komik buluyoruz, eğleniyoruz. Başkaları birbirini laflarıyla ezerken de kendimizi üstün tarafla özdeşleştiriyor ve kendimize pay buluyoruz.<br />
<br />
Hem mesela birinin taklidini yapmak veya karikatürünü çizmek de çok komik. Birinin hareketlerini taklit edebilir ve fiziksel özelliklerini karikatürize edebiliriz. Böylece karşıdakini o kadar basite indirgemiş ve kendimizi de onu kuşatabilecek kadar yüceltmiş oluruz.<br />
<br />
Hem mesela filmlerde aç susuz bir fakir karşısında tıka basa yemek yiyen bir adam düşünün. Fakir ağzını yalamaya başladığında obur adam nasıl da kahkaha atıyor değil mi?<br />
<br />
Yine mesela alay etmek, küçük düşürmek, rezil olmak gibi fiilleri de kahkahalar takip ediyor. <br />
<br />
Ezenler ve ezilenler... Sadece izleyici konumda olduğumuzda bile ya psikanalitik yaklaşımda bahsi geçen "özdeşim kurma mekanizması"nı çalıştırıp ezen kişinin başarısını sahipleniyoruz da gülüyoruz veya ezilenin bizden aşağı olduğunu görüp benliğimizi tehditlerden uzak bulduğumuz için gülüyoruz. Bazen psikososyal yaklaşımda bahsi geçen "tepkiyi kolaylaştırıcı etki" niyetine arkadan gülme efekti verilse fena olmuyor.<br />
<br />
Bu komikliklere gülme tepkisini vermemiz biliçsizce gerçekleşiyor. Mesela kendimizle övündüğümüzü farketmiyoruz; farkettiğimizde komik olmuyor. En çok ansızın karşılaşıp düşünmeye fırsat bulamadığımız olaylarda gülüyoruz; bilincimiz yerine oturunca komiklik gidiyor. Ezilenin duygularını da ilk başta düşünemiyoruz; onları farketmeye ve hissetmeye başladığımızda komiklik son buluyor. Taş kalpli olan yine pek farkına varamıyor olayın, ezmeye devam ediyor. Belki çok gülmenin kalbi öldürmesi de bunla alakalı.<br />
<br />
<b>Not:</b> Müellif ölmeden önce bu garip fikirlerinden rücu etmiştir.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-2901178624591430532011-10-29T13:47:00.002+03:002011-10-29T13:51:09.841+03:00Bir Narsistin Hayat-ı Devriyyesi<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimH7ufKmbekLhS3dewAfVUxu5OnJj8fAMFO1cywBBzEFp1fdy58z8wRze43hD6XYWxvJujUOVciocJSGd3IDCBApow_zlGorNd3beLXyrucZLJMA5x2-qLeeuByJvMewoSJwemcCBQoos/s1600/Bencil.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="224" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimH7ufKmbekLhS3dewAfVUxu5OnJj8fAMFO1cywBBzEFp1fdy58z8wRze43hD6XYWxvJujUOVciocJSGd3IDCBApow_zlGorNd3beLXyrucZLJMA5x2-qLeeuByJvMewoSJwemcCBQoos/s320/Bencil.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Aynada Aslan Gördüğünü Düşündüren Kedi Tasviri </td></tr>
</tbody></table>
<b>Hikâye</b><br />
Tamir ettiği bir botun, boyadığı bir ayakkabının mükemmel olması için büyük çaba gösteriyordu. Bir günün akşamı onardığı botları karşısına dizdi ve kendi eserine hayran hayran baktı. Böyle mükemmel bir sanatçının her şeyi mükemmel olmalı dedi. Yaptığı sakarlıkları, kırdığı potları kendisine yakıştıramadı. Düşündükçe her bir sözünde yanlış anlaşılabilecek bir kelime ve her bir hareketinde insanı kırabilecek bir mana olduğunu farketti. Mükemmel kalmak uğruna önce konuşmamaya, sonra iyice gözden ırak kalmaya başladı.<br />
<br />
Gözden ırak olunca gönülden de ırak oldu. Aslında insanların sevgisini ve takdirini kaybetmemek için ortalıktan kaybolmuştu. Bu duruma iyice canı sıkıldı. Ölsem de kurtulsam dedi ama ölümü temenni etmeyi de kendisine yakıştıramadı. Hatasız olmaya çalışmak tam bir çelişkiydi. Bu batıl inadından bir an önce kurtulmalıydı. Mükemmel olmayan davranışlarla bu inadı kırmanın mükemmel bir planını yaptı. Mesela bundan sonra bilerek telâffuz hataları yapacak, anlamsız kelimeleri dağarcığına katacaktı. İnsanlar kendisini hatalarıyla kabul etmiyorsa, hele hele yanlışlarını düzeltmek yerine sırtlarını dönüp terkediyorlarsa suç onlarındı. Böyle mükemmel bir muhakeme ile aslında bütün suçun başkalarına ait olduğunu da ispat etti. Mükemmel birisi olarak çevresindeki küçük insanlarla beraber takılmayı kendisini yakıştıramadı. Önce konuşmamaya, sonra iyice gözden ırak olmaya başladı.<br />
<br />
Gözden ırak olduğu sürede hakkında çıkan dedikodular onun da kulağına gitti. Bu duruma seyirci kalamadı ve söylentileri uyduranları aramaya çıktı. Birkaç kişiyle münakaşaya girişti. Besbelli işte, kendisine pot kırdıran çevresiydi. Arkasından dedikodu uydurmasalardı kimseyle münakaşaya da girişmez kavgaya da tutuşmazdı. Kavga ederek küçülmek ona tersti ama konuştukça da söz dönüp dolaşıp arkasından laf uyduranlara geliyor ve yeni bir kavganın fitili ateşleniyordu. Önce konuşmamaya, sonra iyice gözden ırak olmaya başladı.<br />
<br />
Hayat ne zamana kadar böyle sürecekti. Mükemmellik adına iş yapamıyor aç kalıyordu. Konuşmasa hiç pot kırmadan yaşayabilirdi ama sakarlıkları ortadan kaldırmak zor görünüyordu. Sonunda çevresini de kontrol etmesine imkân veren devrim niteliğinde bir formül buldu. Evet, bir kaza değil kendisiydi çaydanlığı müşterinin üzerine deviren ama çaydanlığı devirmek bir misafir karşılama şekliydi. Asıl kabalık bu inceliği anlayamayıp yakasına yapışanın yaptığıydı. Sevinçle işinin başına döndü. Canla başla çalışıyor ve botları en mükemmel şekilde tamir ediyordu. Ama ne sakarlıklar eksik oluyordu ne de gaflar. Sakarlık değildi aslında, kasıtlı yapılan birer iyi niyet nişanesiydi hepsi. Ama insanlar bunu bir türlü anlamıyordu. Hatta kendisinin dünyayı idare ettiğini düşündüğüne dair söylentiler de uyduruyorlardı. Aslında böyle söylentiler çıkmasını da kendisi istemişti. Hatta insanlar tarafından anlaşılmamak da yadırganmak da kendisinin bir planıydı. Aslında mükemmeliyetçilikten kurtulmayı da başarısız olmayı da isteyen kendisiydi. Yok artık, bu kadar saçmalık fazla dedi. Önce konuşmamaya, sonra iyice gözden ırak olmaya başladı.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-11670787556109512292011-10-19T00:03:00.000+03:002011-10-29T13:30:34.258+03:00Son Tarla Faresi<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpBFWaaeTqouVwdylgGUqmDe9bEeq2c4Fhg77CcmdLyolF6OsTm8YTRzaXgsWSeMxJ464lDzqS-qdl3Q2_ITj1sDGoU7yvhexqoEUvyZ5LrMT0HGhC8gj19q9LHYMhM7k3CqjrG0Gfbas/s1600/Tarla+Faresi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpBFWaaeTqouVwdylgGUqmDe9bEeq2c4Fhg77CcmdLyolF6OsTm8YTRzaXgsWSeMxJ464lDzqS-qdl3Q2_ITj1sDGoU7yvhexqoEUvyZ5LrMT0HGhC8gj19q9LHYMhM7k3CqjrG0Gfbas/s1600/Tarla+Faresi.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Tarla Faresi</td></tr>
</tbody></table>
<b>Hikâye</b><br />
Şehrin merkezine yakın bir yerde dört beş yıllık iki katlı müstakil bir ev. Evin arkasında bir salondan genişçe bir bahçe ve bahçede yazın son ürünlerini veren domates ve biber fideleri. Kenarda komşunun arsasını ayıran tel örgüye bitişik tahtadan yapılmış küçük bir kümes. Vakit öğleden sonra saat iki veya üç gibi kümeste bir hareketlenme. Avni’nin gelişini fark etmiştir tavuklar. Kapı açılır açılmaz kümesten ilk fırlayan tavuk olmak için üç tanesi kapının açılma hizasında bekliyor en uygun yeri arıyor. Bir tanesi onların arkasında, araya bir yere sıkışamamış. Kapı açılır açılmaz diğerlerinin üstünden atlayıp en öne geçmeyi planlıyor. Son bir tanesi ise hem siyah rengiyle hem de ağırbaşlı tavrıyla bu sarı tavukların gerisinde sadece bekliyor.<br />
<br />
Nihayet Avni kümes kapısını açtı ve tavuklar sabahtan beri özlemini çektikleri toprak ve çimenlerine kavuştu. Avni eğilmiş, kümes kapısının önünde kümesin içine göz gezdiriyor. Kapının hemen sağında sağ duvara bitişik yumurta sandığı, biraz yukarıda duvara asılı kırmızı bir tül, karşıda ancak dört tavuğun sığabileceği kadar geniş tüneme yeri, sol kenar boyunca tel örgü pencere ve altında yemlik, kapının hemen solunda ise yarım kiloluk bir yoğurt kapında hayvanların içme suyu. Sandıktaki yumurtayı almalı, yemliğe buğday koymalı, suyu tazelemeli dedi Avni. Hayvan kısmı kümeste eşinip yine her yeri kirletmiş. Yeni buğday koymadan önce yemlikte birikmiş çerçöpü boşaltmak için ters çevirdi Avni. Yemliğin altında kanal gibi açılmış o çukur hâlâ yerinde duruyordu. <br />
<br />
İlk defa ne zaman fark ettiğini hatırlamadığı bu çukura yine bir anlam verememişti. Yaptığı tahminler bir bir yanlış çıkıyordu. Toprak çöküntüsüdür, böcektir derken dün içine doldurduğu kelem saplarından bugün bir eser kalmadığını görünce iyice afalladı. Belki evdekiler temizlemiştir diye bıraktı öyle ve yemliği yerine koydu. Çeşmeden taze su getirip suyu tazeledi ve sandıktan yumurtayı aldı. Tavuklar yine içinde yumurtladığı sandığın kenar tahtasının üstünde tüneyip sandığa pislemiş. Hayvan kısmı akıl edemiyor olduğundan mı yoksa tüneyecek başka bir yer bulamadığından mı böyle davranıyor? Bu muammayı çözmek için tavuklara yeni bir tüneme yeri daha yapayım dedi Avni.<br />
<br />
Hâlihazırdaki tüneme yerinden yumurta sandığına kadar kümesin sağ kenarı boyunca uzanacak bir tüneğin planını yaptı kafasında ve gerekli malzemeleri hazırladı. Tüneğin omurgasını oluşturacak çivi çakılabilir bir tahta, bir ucu önceki tüneğe binecek bu tahtanın diğer ucunun yaslanacağı bir kazık, evin eteklerini onarmak için çaktığı kalıplardan kalan paslı çiviler ve avucuna tam uyan bir kalker taşı. Önce kazığı toprağa çakacaktı sonra omurgayı da bu kazığa. Yarısını kapladığı bu daracık kümeste Avni çalışırken bazı tavuklar meraklı maymun gibi içeri giriyor ve taşın çıkardığı sesten ürküp çıkacak yer arıyorlardı. Taşın çıkardığı ses toprak üstündekileri böyle rahatsız ediyordu da ya toprak altındakini?<br />
<br />
Olmuyor, eli yanaşmıyordu kazığı sandığın dibine çakarken. Sol eliyle sandığın ensiz kenarından tuttu ve taşı henüz bırakmadan da sağ elinin başparmağıyla uzun kenardan kavradı. Nefesini tutup sandığı kaldırırken dengesini kaybetmemek için de ağırlığını arkaya veriyordu. Bir hamlede bir kulaç kenara, kapının tam orta hizasına, koydu. Sonra başını çakmaya çalıştığı kazığa çevirirken sandığın yerinde hiç ummadığı bir görüntüyle karşılaştı. Bir an duraksadı ve hayallerini dağıtıp olayı anlamaya çalıştı.<br />
<br />
Kümesin herhangi bir yeri gibi düz toprak bir zemin değildi sandığın altı. Başka bir dünya başka bir habitat gizliydi. Meğer kümes altıncı bir hayvanı daha barındırıyormuş. Kopardığı üzüm salkımını birbirine kavuşturduğu iki avucuna yerleştirip salkımın ne kadar büyük olduğunu göstermeye çalışan mutlu bir çiftçinin bu iki avucuna ancak sığabilecek büyüklükte bir hayvandı o. Kafasını kümes duvarının altına sokmuş, gövdesi meydanda kaçmaya hazır bir vaziyette bekliyor.<br />
<br />
Hayır, aklının ucundan bile geçmemişti Avni’nin böyle bir manzarayla karşılaşacağı. Elindeki taşı belki üşendiği için bırakmamıştı sandığı çekerken. Hatta unutmuş gitmiş, hayvanı izliyordu. Açık kahverengi ile siyah arasındaki tonlarda kısa tüylerle kaplı bu iri gövde saniyede birkaç defa nefes alarak sanki hayata tutunmaya çalışıyordu. Yoksa korkmuş muydu? Yakalanabilir miydi? Elle tutulsa? Dokunmak mı? Bir taş? Ama kuyruğu görünmüyor? Ya yırtarsa? Öldürsem? Öldürmek mi? Bu canlı cisim kendini bir adım geriye çekip kafasını meydana çıkardı ve beni öldürecek misin dercesine Avni’ye baktı.<br />
<br />
Sonbahar mevsimi, Ekim ayının başı. Havalar soğuyor, etrafta kış hazırlığı. Çulsuz tavuklar yeni tüy çıkarıyor. Çiçekler baharda görüşmek üzere dercesine tohumlarını toprağa bırakıyor. Karnında stok yapmış bir hayvan kışı geçirecek bir yer arıyor. Toprak olacak ama hem çökmeyecek hem ıslanmayacak. Şehirde böyle bir yer bulmak ne mümkün. Her yer ya asfalt ya beton, nadiren üstü açık bahçe bostan. Ve sonunda toprak üstüne inşa edilmiş bir kümes. Gidip keşfetmeli.<br />
<br />
Tavukların gagalarıyla eşelerken yemlik ile duvar arasına kaçırdıkları kupkuru buğdaylar bir yandan topraktaki nemi çektikçe şişiyor ve sonunda patlayıp filizlenmeye başlıyor, diğer yandan bu nemlenme ile buğdayın kokusu toprağa yayılıyordu. Kümesin yanına vardığında onun da burnuna geldi bu koku. Kokunun en yoğun olduğu yerde kümesin duvarının dibini oydu ve içeri girdi. Yemliğin altında büyük bir ustalıkla kanal açarak ilerlerken yukarıdan toprakla beraber dökülen buğday tanelerini bulup midesine indirdi. Uzun ama altına yuva yapılamayacak kadar da dar olan bu yemliğin sonuna varınca duvarın altını başka bir yerden oyarak dışarı çıktı.<br />
<br />
Keşif bitmemişti. Kümesin etrafında birkaç tur attıktan sonra uygun gördüğü bir noktadan tekrar kümesin altına doğru kazdı. Bu sefer komşunun arsasından tel örgünün altından sık otların dibinden içeri girdi. Dört ayak üstüne düşmüştü. Toprağın sıcaklığından üstünde yüksekçe bir cismin olduğunu anladı. Bu şey her ne ise altına yuva yapılabilecek kadar genişti de. Buranın güvenli bir yer olduğuna emin olmak için birkaç gün kümesin etrafını kolaçan etti. Yemliğin altına açtığı kanalda kelem sapları bulmasının dışında her şey normaldi. Kışı geçirmek için daha uygun bir yer olamazdı.<br />
<br />
Sandığın altına önce geniş bir salon, sonra en iç tarafa otları taşıyıp kendine bir yatak hazırladı. Yarısı bitmişti, yarısını da dinlendikten sonra yapacaktı. Bir gürültüyle uyandı. Yattığı yer sallanıyor, tavandan tozlar dökülüyordu. Hemen fırlayıp dışarı kaçmaya yeltendi. Duvarın altından başını çıkarınca durdu. Kaçmalı mıydı? Bu yuva? Başka yer var mı? Bulunur. Vakit var mı? Yağmurlar geliyor. Burası çok mu güvenli? Gürültü kesildi. Rüzgâr mı esiyor? Ne alakası var? Arkadan ışık geliyor sanki. Nasıl olabilir? Geri dönüp bakmalı mı? Kaçıp gitmek. Bu yuva? Bir adım geri gelip kafasını duvarın altından çıkardı. Tavan nerde? Sen… Beni öldürecek misin?<br />
<br />
Masumane bir bakışla Avni’ye bakan bu hayvan sanki bir cevap bekliyordu. Avni elindeki taşı ona atmayı düşündü. Bu taş öldürmez ancak süründürür diye vazgeçti. Hemen kazığı söküp karnını sıkıştırmayı ve kümesin dışında alıp o anda bulacağı değişik aletlerle öldürmeyi düşündü. Hayvan büyüktü. Öldürmek için sopayla vurmak, taşla ezmek gerekecekti defalarca. Bir hamleyle ölmeyecek, her hal û kârda can çekişecekti. Acıdı. Ne sinek gibi ucuz ne lağım faresi gibi çirkindi. Simsiyah gözleri olan bu canlıyı öldürmek zorunda mıydı? Işığı alan tarla faresi “ama” demeye fırsat bırakmadan kümes duvarının altından kaçıp gitti.<br />
<br />
Akşam vakti, yemek sofrası. Avni, anne ve babasıyla beraber. Avni kümeste altıncı bir hayvanları olduğu haberini verdi. Fare gibi bir şey sandığın altına yerleşmiş, yemliğin altını da o kazıyor olmalı dedi. Annesi bir telaşla ars olmasın dedi. Değildi. Şöyle iki avuca sığacak büyüklükte tombalak bir şey. Sansardır belki dedi babası. Annesi kümesteki kırmızı tülü ars gelmesin diye bağladığını söyledi. Avni güldü, annesinin tavuklara süs olsun diye taktığını düşünmüştü hep. Kuyruğu tüylü müydü? Kuyruğunu görmedi Avni ama onun ars veya sansar olmadığına emindi.<br />
<br />
Bir zaman yirmi civarında yumurta civcivi almışlardı. Birkaç ayda büyüyüp kanatlanan bu civcivler kutuya ve kümese sığmayınca köye götürülmüştü. Ancak köyde yerleştikleri yeni kümeslerinde ilk gecelerini geçiremeden buharlaşmışlardı. İki yıl sonra köyde ahşap bir inek damını yıkarken kütüklerin arasından çıkmıştı bu buharlaşan civcivlerin bacakları. Tüylerinden hâlâ eser yok. Ars denilen hayvan böyle korkulu rüyaydı. Kimine göre zifiri karanlıkta gözlerinden çıkan ışık tavuğu bayıltır, kimine göre arsın giremediği kümes olmazdı. Arsın kırmızı tüle gelmemesi bir söylenti bile olsa dikkate alınmaya değerdi.<br />
<br />
Sabah vakti Avni’nin babası kümese bakmaya gitti. O şeyi ben de gördüm dedi ama dışarı çıkmaya çalışan tavuklarla uğraşırken ne olduğunu seçemedim. Tekrar gelip yerleşmesin diye sandığın altına taş koydum ama sandık tam oturmadı dedi. Avni de oturduğu yerde oturamadı. Tam oturmayan sandığın altındaki şeyi tavuklar görür de korkar diye kendisi taş döşemeye gitti. Bütün çukuru avucu büyüklüğündeki taşlarla örttü ama hayvanın kuş yuvası gibi duran yatağını bozmaya kıyamayıp bıraktı.<br />
<br />
Kaç gün geçti. Tavanının uçup durmasına, yuvasının taş doldurulmasına rağmen hayvan yine geliyordu. Evdekiler zehirli buğday vermekte ısrarlıydılar. Hayvanın ne yapacağı ne zarar vereceği belli olmazdı. Tarla faresi bağa bostana düşmandı ama bu kış kümeste dursa. Kalmakta ısrar ettiğine göre gidecek bir yeri olmamalı. Yufka yürekliliği tuttu Avni’nin ama annesinin köyden getirdiği zehirli buğdayları yuvasına koymaya razı oldu. Avni buğdayı koydu ama mahallede de bunun lafı oldu. Söylentilere göre böyle şeyler zehirli buğday ile ölmezmiş. Doğru gibi. Hayvan buğdayları yemiş ama iki gündür hâlâ gelip gidiyor.<br />
<br />
Havalar soğudu, yağmurlar yağmaya başladı. Avni’nin içi buruk, ne yapsak şu hayvanı diyor. Dursa bir dert, fare kapanı kursan da öldürsen bir dert, kuvvetli bir zehirle öldürsen başka bir dert. Yağmur biraz dinince tavukları bahçeye salmaya gitti. Bugün gezmemişlerdi. Tarla faresini de yakalayıp öldürmeden uzaklara götürmenin planlarını yapıyordu. Kümes kapısı açılır açılmaz tavukların on metre engelli yarışı başladı her günkü gibi. Yağmur çamur demeden ölüp giden toprakta hayat dolu bir şeyler arıyorlardı.<br />
<br />
Yaptığı bir planı test etmek isteyen Avni eline aldığı bir tahtayı yumurta sandığı ile duvarın arasına farenin kaçıp durduğu yere indirdi. Dışarı kaçması önlenirse içerde yakalaması kolay olacaktı. Yavaşça sandığı kaldırdı. Ama ne ses soluk ne de bir kıpırdanma var. Bugün gelmedi mi yoksa? Gelmiş, ama… Kafasını yatağına sokuşturmuş, gövdesi de itip kendine yol açtığı taşların arasında. Üstünde yorgan gibi duran birkaç seyrek ot. Kıpırdamıyor. Ölmüş müydü yoksa uyuyor muydu? Dürtmekten çekindi Avni, uyuyorsa uyandırmayayım dedi. Hem ölse kokardı hem yavaş yavaş da olsa gövdesi inip şişiyor, nefes alıyor gibi. Gerçekten nefes mi alıyor yoksa Avni’ye mi öyle geliyor? Bir de kendi nefesini tutup kıpırdamadan bakmaya çalıştı. Bir türlü karar veremedi daha dün kaçıp giden şu cisim nefes alıyor mu almıyor mu?cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-30790653337068211382011-10-14T21:33:00.000+03:002011-10-14T23:35:07.497+03:00Gaye-i Maarif-i Fen-u Riyaziye 4<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxXM_bjCUK8Cqu46VKV9WiMrwO_dEb-Tj1hczwwJKzBbE8oKAi8imTqN9jxt716h94cUwWa6pZq_kw2dWst6jtc1lfCNwkJlWcfTU35z-WJ9eQpS1ZxT023hkT-mJKAjYQVp84MlExSLM/s1600/Matemati%25C4%259Fin+Ayd%25C4%25B1nl%25C4%25B1k+D%25C3%25BCnyas%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxXM_bjCUK8Cqu46VKV9WiMrwO_dEb-Tj1hczwwJKzBbE8oKAi8imTqN9jxt716h94cUwWa6pZq_kw2dWst6jtc1lfCNwkJlWcfTU35z-WJ9eQpS1ZxT023hkT-mJKAjYQVp84MlExSLM/s320/Matemati%25C4%259Fin+Ayd%25C4%25B1nl%25C4%25B1k+D%25C3%25BCnyas%25C4%25B1.jpg" width="228" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Matematiğin Aydınlık Dünyası, 25. Baskı</td></tr>
</tbody></table>
Matematikle uğraşan herkesin kendine göre bir uğraşma sebebi vardır. Okulu geçmek için uğraşanları da iş olduğu için uğraşanları da anlıyorum ama karnı zaten tok olan birinin neden boş vaktini matematikle uğraşarak geçirdiği kafamı kurcalıyordu. Zamanında ödev olarak incelemiş bulunduğum “Matematiğin Aydınlık Dünyası” kitabı beni iyice şaşırtmıştı. Kitabın yazarı o kadar heyecanlıydı ki, kitabın herhangi bir sayfasında şu kelimelerden biri muhakkak vardı: “güzellik, heyecan, coşkunluk, mutluluk, binlerce yıllık, binlerce yıl önce, tutku, zevk, aşk, sevgi, olağanüstü, ölümsüzlük, sır, mesut”. Birinci sınıftan beri 16 yıldır matematik gören ben, yazarın bu halini görünce kaç tane matematik olduğunu sorgulamaya başladım. Ya o fraktalar, fibonacciler ve fermatlar matematikti ya da bizim her sene tekrar tekrar gördüğümüz kümeler.<br />
<br />
Kaç tane matematik olduğunu tartışmak başka bir zamana kalsın, biz matematiği matematikçilerin hayran olduğu şey olarak kabul edelim ve matematiğin matematikçiler için neden bu kadar heyecan verici olduğunu anlamaya çalışalım. Belki niçin matematik öğretmeliyiz sorusuna cevap da buluruz. “Matematiğin Aydınlık Dünyası” kitabının değişik yerlerinde matematiğin heyecan verici olmasının sebepleriyle ilgili ipuçları var. Daha kitabın ilk üç sayfasında yazar, bunların dördünü açıklıyor: anlama, ölümsüzlük, doğada bulma, üstünlük.<br />
<blockquote>
<b>Anlama:</b> “Bazıları içinse matematik, hayatı anlamanın ve sevmenin bir yolu olabilmiştir. Çünkü sevmenin yolu, her şeyde olduğu gibi, burada da anlamaktan geçer.” (p. 1) </blockquote>
<blockquote>
<b>Ölümsüzlük:</b> “Oysa lise geometrisi ne kadar heyecan verici konuları içerir. Binlerce yıl önce Akdeniz havzasında gelişmiş olan o berrak düşünce gücünün insanı ölümsüzlük kavramıyla ilk tanıştırışı…” (p. 2) </blockquote>
<blockquote>
<b>Doğada bulma:</b> “Konunun ne kadar zevkli olduğunu, ne kadar eğlenceli olduğunu, doğanın neresine baksanız bir elips, bir daire göreceğinizi ve bunların nasıl bir uyumla birbirinin içinde olduğunu hissedememiş.” (p. 2) </blockquote>
<blockquote>
<b>Üstünlük:</b> “Zaten insanların matematikle, bilimle uğraşmaya başlamasının temelinde yatan içgüdü de budur; doğa olaylarını önceden kestirebilmek, önceden anlayabilmek ve diğer insanlara karşı bir üstünlük sağlamak.” (p. 3)</blockquote>
Matematiği sevmek söz konusu olduğunda verilen örneklerden ilki genelde altın oran veya Fibonacci sayıları olur. Ancak bir sınavla ölçülecek matematik bilgisi söz konusu olduğunda “dört basamaklı birbirinden farklı en küçük doğal sayı ile üç basamaklı en büyük doğal sayının farkı”na geri döneriz. İster üniversite giriş sınavı gibi bir sınav olsun, ister bir araştırma sonucundaki istatistikler gibi olsun, ölçme ve değerlendirmenin işin içine girmesinin sonucu ihlâsın zedelenmesi oluyor. Bu durumu kitabın yazarı da fark edip not etmiş: <br />
<blockquote>
“Fakat zamanla profesyonel matematikçi bu masum soruyu unutur ve araştırma dünyasının rekabet hırsına kapılır. Bir zamanlar zevk aldığı problemler, çözmezse terfi etmeyeceği, takdir edilmeyeceği, araştırma fonları alamayacağı kâbuslara dönüşür.” (s.38)</blockquote>
İnsanda ihlâsın zedelenmesi olurken ortaya konan eserde de mananın zedelenmesi ortaya çıkıyor. Heyecanla okuduğunuz bir kitabı bitirir bitirmez sadece hissettiklerini yazarak çok kaliteli bir değerlendirme ortaya koyabilirsiniz. Ama kitaptaki kelimeleri, tamlamaları, cümleleri sayılara döküp çıkardığınız istatistik üzerine konuşursanız kitap üzerine sadece laf-ı güzaf etmiş, manasından ve sanatından kırpmış olursunuz. “Matematiğin Aydınlık Dünyası” kitabında matematiğin heyecan verici olmasının sebeplerinden bahseden bütün konuları bu makale akademik görünsün diye burada listeleyeceğim ve bunu okuması hiç zevkli olmayacak.<br />
<blockquote>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyaf0sOGbHanXn8eXOBrPS9jBi_mKtZFOCPN7crgK5b1VdTD4tNVkeN5WlFxwTYjuKw4Qoak5UtCb1RAOfzWPCogsDhdM-BS2r9M11XmYaBQho1Rg4k9HpiyrkwR99EYaFCovRjxOgvx4/s1600/Old+Man+Writing+Candlelight.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyaf0sOGbHanXn8eXOBrPS9jBi_mKtZFOCPN7crgK5b1VdTD4tNVkeN5WlFxwTYjuKw4Qoak5UtCb1RAOfzWPCogsDhdM-BS2r9M11XmYaBQho1Rg4k9HpiyrkwR99EYaFCovRjxOgvx4/s320/Old+Man+Writing+Candlelight.jpg" width="256" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Mum Işığında Çalışan Bir Adam</td></tr>
</tbody></table>
<b>Anlama:</b> Güneşin geometrik şeklini anlama (s. 34), spiral ve helis arasındaki ilişkiyi anlama (s. 59), altın oranla Fibonacci serileri arasındaki bağlantıyı anlamak (s. 65), Mimar Sinan’ın “bilmek” fiili içindeki yaşam sevincini damıtabilmesi (s. 93) anlamanın verdiği heyecan hakkında kitapta geçen örneklerdir. </blockquote>
<blockquote>
<b>Ölümsüzlük: </b>Galois’in umutsuz son gecesinde yazdığı mektup (s. 27), Ömer Hayyam’ın rubaileri (s. 30), Mimar Sinan’ın ölümünden 400 yıl sonra bile önadıyla anıldığında tanınması (s. 94), Öleceğini anlayan Tycho Brahe’nin tamamlayamadığı yıldız katalağunu tamamlayıp adına yayımlaması için Kepler’i çağırması (s. 113), Fermat’ın okuduğu Aritmetika kitabının kenarlarına aldığı notlarla meşhur olması (s. 116) matematikle ölümsüzlük hakkında kitapta geçen örneklerdir. </blockquote>
<blockquote>
<b>Doğada bulma:</b> Bir bardak çayın soğumasının üssel fonksiyonu (s. 3), Galileo’nun doğanın sırlarında saklı olan güzelliklere ulaşma arzusu (s. 5), bir ayçiçeği tarlasına bakmanın çeşitleri (s. 33), Apollonius’un elips eğrileri üzerinde çalışması ve gezegenlerin elips eğrileri çizerek dolaşması (s. 38), sarmaşık bitkisinin ağaca tırmanırken çizdiği eğri (s. 38), fraktalları yakalamak (s. 41), matematiği tanrının doğanın içine bıraktığı ipuçları olarak görmek (s. 71), Newton’un gökcisimlerini matematiksel bir modele oturtması (s. 114) matematiği doğada bulmak hakkında kitapta geçen örneklerdir. </blockquote>
<blockquote>
<b>Üstünlük:</b> Satrancın mucidinin hilesi (s. 14), bazı hesapları yapabilme gücü (s. 48), Pisagor’un tarikatının kök ikinin irrasyonel olduğunu bilmesinin oluşturduğu güç (s. 53), Mimar Sinan’ın üç merdivenli minare yapmasıyla genç mimarlardan üstünlüğü (s. 95), Arşimed’in bir donanmaya karşı zaferi (s. 101) kitapta matematiğin nasıl üstünlük sağladığına dair geçen örneklerdir.</blockquote>
Matematikle uğraşmanın getirdiği sorunlardan biri söyleyeceklerini bir kurguya oturtmakta zorluk çekmektir. Objektif olup, madde madde listeleyip, başlık başlık söylemek kolayına gelir mantığın gölgesinde kalan insanın. Bahsetmek istediğim iki tane daha sebep vardı ve ben kolay geldiği için bunları da hikâye gibi açıklamak yerine listeye ekleyeceğim.<br />
<br />
Kitapta matematiğin heyecan verici olmasıyla ilgili geçen diğer konuların büyük çoğunluğu iki gruptan birine giriyor: matematiğin umulmadık eşitlikler sunarak insanı şaşırtmasından bahsedenler ve aşırı uçlardaki sayılarla insan zihnini zorlamasından bahsedenler. Buna göre okuması zevkli olmayan liste şöyle devam ediyor:<br />
<blockquote>
<b>Umulmadık Eşitlikler:</b> Elektrik alanı ve manyetik alan ayrı şeyler olmayıp aynı şeyin iki ayrı görüntüsü olması (s. 4), Eflatun’un Platon olması (s. 31), sarkaçla ilgili bir özelliğin fraktal olması (s. 45), spiralin başka bir boyutunun ve helis olması (s. 59), altın oranla ardışık Fibonacci sayılarının oranıyla ilişkisi (s. 65) kitapta geçen umulmadık eşitliklere örnek verilebilir. </blockquote>
<blockquote>
<b>Aşırı Uçlardaki Sayılar:</b> Öklit’in “Nokta ki büyüklüğü olmayan.” tanımı (s.2), Şahın satrancın mucidine olan borcu (s. 14), yazının icadının üzerinden geçen saniyeler (s. 19), evrendeki moleküllerin sayısı (s. 19), Pi sayısının virgülden sonraki basamaklarının sayısı (s. 36), Hipparkhos’un oniki ciltlik kitabı (s. 40), iki bin yıl kadar önce ay takvimine göre bir ayın uzunluğunun aslından bir saniye farkla hesaplanabilmesi (s. 40), Güneş sisteminin Samanyolu’nun merkezi etrafındaki dönme hızı ve bir turu tamamlama süresi (s. 41), evrenin bilinen genişliği (s. 41), Güneş sisteminin doğru oranlarla küçültülmüş modeli (s. 48) aşırı uçlardaki sayılardan bahseden konulara örnek verilebilir.</blockquote>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-wUpG7KVuae08XIrrB0j354SiFPWhFMz5RMFWfUArZm-tA-PRhbDjUBUwh2QwgpfjtlOPqeDNilgquyX4fMnokRusFqY2c_4PewCKAIBSMkxguVSr2h7kjo78PzF8bFoH2lelPnMNxR0/s1600/Defter.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-wUpG7KVuae08XIrrB0j354SiFPWhFMz5RMFWfUArZm-tA-PRhbDjUBUwh2QwgpfjtlOPqeDNilgquyX4fMnokRusFqY2c_4PewCKAIBSMkxguVSr2h7kjo78PzF8bFoH2lelPnMNxR0/s1600/Defter.JPG" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Zor Matematik Defteri</td></tr>
</tbody></table>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
Matematik öğrenen öğrencileri bunlarla ne kadar kandırabilirsiniz? En azından gençler matematikteki ilginç eşitlikleri, zıtlıkları ve doğadaki örnekleri öğrendiklerinde şaşırıp matematiğe ilgi duymaya başlayabilirler. Üstünlük sağlamanın ise matematikten çok daha kolay yolları var. Bir kısmı da sadece matematikçileri ilgilendiriyor. Lise ve hatta üniversite hayatı boyunca matematiğe ilgi duyanlara bile değil, sadece matematikçilere. Mesela ölümsüz olmak, meşhur olmak ve her zaman anılmak: <br />
<blockquote>
“Galiba ölümsüz olmanın, ama gerçekten ölümsüz olmanın en sağlam ve en eğlenceli yolu matematik yapmak…” (p. 59).<br />
“Meşhur olmak istiyorsanız şarkıcı değil, matematikçi olmanız gerek. Çünkü matematikte ölümsüz doğrular vardır.” (p. 73).</blockquote>
Anlamış olmak için anlamaya çalışmak da sanat için sanat yapmak gibi herkesin benimsemeyeceği bir motivasyon. Anlamanın, bilmenin ve hatta matematiği heyecan verici yapan diğer sebeplerinin ortak noktası insanı elit hissettirme gibi geliyor bana. Ben biliyorum ve ben özelim havasını yaşatabiliyor insana. Böylece diğer insanlardan bir üstünlüğü olmuş oluyor. Akademi’nin kapısına “Matematik bilmeyen giremez” yazmak (s. 48), Pisagor gibi pek çok mürit toplamak (s. 52), ölümsüz olmak ve meşhur olmak ancak üstün olmak noktasında birleşiyor.<br />
<br />
Üstün olmak arzusu insanların genel bir eğilimi; yoksa herkes alçakgönüllü olurdu. Kendini üstün hissetmek için üstünlüğün başkalarına kabul ettirilmesi de gerekmiyor. Aptal olmadığını kendine göstermesi bile yetebilir insana ve anladıkça aptal olmadığını ispat edebilir kendine. Pek farkında olmaz insan ama üzerinde değişiklikler yaptığı amatör bir teleskopla Jüpiter’in gözünü görebilmişse, bir şey başarmış olmanın verdiği mutlulukla bunu başkalarına anlatıp takdir edilmeyi bekler. Anlamakta başarılı oldukça mutlu olur:<br />
<blockquote>
“Çünkü sevmenin yolu, her şeyde olduğu gibi, burada da anlamaktan geçer. Ancak anlayabildiğimiz şeyleri severiz.” (s. 1)</blockquote>
Matematiği anlayan insan ben anlayabiliyorum diye sevinir yoksa morali bozulur ve başarılı olduğu başka bir alan arar kendine. Okuldaki sataşmaları ve kavgaları da bu şekilde açıklıyor eğitimciler. Hal böyle iken matematiği anlamayan öğrencileri “bilmek” fiili içindeki yaşam sevinciyle de kandıramayız matematiği öğretmek için.<br />
<br />
Matematiğin Aydınlık Dünyası’nda geçen matematiğin heyecan verici olmasının sebepleri, öğrencilere matematik öğretmenin sebepleri arasında sayılabilir gibi gelmiyor bana. Bilmiş olmak için bilmemeli öğrenciler. Mesela şu bilgiyi “büyümüş de küçülmüş” diye methedilmek için zihinlerinde taşımamalı:<br />
<blockquote>
“(Jüpiter) de bu oranlara göre bakıldığında bir misket büyüklüğünde ve Güneş’ten 60 m uzaklıkta olacak. Güneş sistemimizin en uzak, üvey evladı Plüton da 466 m uzakta ve elbette bir topluiğnenin başından daha küçük bir büyüklükte olacak. İşte sayıların bu insafsızlığındandır ki hiçbir yerde Güneş sisteminin gerçek oranlarda bir modelini, yani mesafeler ve büyüklükler için aynı birimlerin kullanıldığı bir modelini göremezsiniz.” (s. 48)</blockquote>
Belki ne kadar küçük olduklarını kavramak ve sürekli hatırlamak için taşımalı. Matematiği herkesin öğrenmesi gerektiğini söyleyemeyiz ama alçakgönüllülük eğitimini herkesin alması gerekir. Böyle ilginç bir bilgi bahanesiyle de bahsetmeyeceksek alçakgönüllülükten, öğrenci bu eğitimini başka nerede alacak. Nitekim yazarımız da bu cümlelerin akabinde değinmiş alçakgönüllülüğe:<br />
<blockquote>
“Belki bir gün pikniğe gittiğinizde bu modeli çayırlara kurup sonra yüksek bir yerden seyretmeyi düşünebilirsiniz. Günlük sıkıntılarınızın ve hırslarınızın yüzüne patlatacağınız iyi bir alçakgönüllülük tokadı olurdu bu…” (s. 48)</blockquote>
Matematik sonsuzluktan bahseder. Yazarımız da “Pi sayısı akla sığar mı?” diye sormuş Pi’nin virgülden sonraki basamaklarının sonlu olmadığından bahsettikten sonra. Bir türlü akıl erdiremediğimiz sonsuzluk bize aklımızın ne kadar sınırlı olduğu dersini vermesi için öğretilmeli. Ta ki, münezzeh bir Allah tasavvuruna aklı ermeyen insan Allah’ın varlığını inkâra girişmesin:<br />
<blockquote>
“Eğer modern insan böyle bir inancı idrak edemiyorsa burada en azından inancı sorguladığı kadar onu bir türlü idrak edemeyen bilinci de sorgulamalıdır.” (Rıhle, Sayı 12, s. 110)</blockquote>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivYhLqfWnXJHtheQAaaGcUBxtTDPTfoAB7r06Nm4MnBpQ8VWFZqDXk0wqw5A_fFI0ygYakNjCQt4bDml79nC3I-cIfyOPXdE1Fr_-enBviIicCywr85kiGIwF6MMFsLaLpejtcH9J9ObE/s1600/Conrad+Wolfram.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivYhLqfWnXJHtheQAaaGcUBxtTDPTfoAB7r06Nm4MnBpQ8VWFZqDXk0wqw5A_fFI0ygYakNjCQt4bDml79nC3I-cIfyOPXdE1Fr_-enBviIicCywr85kiGIwF6MMFsLaLpejtcH9J9ObE/s320/Conrad+Wolfram.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Conrad Wolfram</td></tr>
</tbody></table>
Matematiğin Aydınlık Dünyası kitabından devşireceklerimizi devşirdik. Bu kadar tartışmadan sonra zihnimiz açılmışken tartışmaya başka bir kaynaktan devam etmesek olmaz. Özellikle matematikle uğraşmanın zihni açıp açmadığından bahseden bir kaynak. Çok değil, sadece bir kaynak ama niçin matematik öğretmeliyiz sorusuna doğrudan cevap veriyor. Conrad Wolfram, TED.com’daki “<a href="http://www.ted.com/talks/lang/tur/conrad_wolfram_teaching_kids_real_math_with_computers.html">Teaching kids real math with computers</a>” başlıklı konuşmasında matematik öğretmek için üç tane gerekçe sayıyor: teknik işler, bugünün dünyasında iş görebilmek ve mantıksal zihin eğitimi. <br />
<br />
Teknik işler konusunda itirazımız yok. Bugünün dünyasında iş görebilmek için matematik öğrenmenin gerekliliği ise göreceli bir konu. Conrad Wolfram, mortgage taksitlerini hesaplamak örneğini veriyor ama konuşmasının geri kalanında zaten hesaplamaları bilgisayarların yaptığından bahsediyor. Ben bilgisayarların yapamayacağı bir örnek vereyim: cep telefonu şebekesi tarifelerinden en hesaplamasını bulmak. Ancak bugünün dünyasında iş görebilmek konusunda verilebilecek örneklerde sadece aritmetik konusunu bilmek yetiyor, yıllarca matematik görmeye gerek kalmıyor. Dahası matematik profesörü olmanız bile en hesaplı cep telefonu şebekesi tarifesini bulmada kâr etmiyor. Mesele bugünün dünyasında iş görebilmekse, bana göre market ahlâkı eğitimi matematikten daha öncelikli olmalı.<br />
<br />
Mantıksal zihin geliştirme, belki herkese matematik öğretmemiz için geçerli bir sebep olabilir. Conrad Wolfram, “Matematik bunu yapmak için muhteşem bir yoldur.” diyor. Belki de matematiği sudoku oyunundan ayıran budur. Lise öğrencisi olduğum yıllarda aynı konudan “Matematik analitik düşünme kabiliyetini artırır.” diye bahsetmişlerdi. Gülmüştük. En son staja gittiğim okulların birinde çocuklar buna hâlâ gülüyordu. Belki doğrudur, matematik mantıksal düşünme kabiliyetini artırıyor olabilir. Belki de mantıksal düşünen öğrenciler matematikte başarılı oluyor, diğerleri eleniyordur. Mantıksal düşünme kabiliyeti artarken insanın bazı kabiliyetleri köreliyor da olabilir. Makalenin ortasında bahsettiğim “mantığın gölgesinde kalan insan” gibi ruhsuz insanlar yetiştiriyor da olabiliriz. Belki bugünün dünyası bunu gerektiriyordur, belki yarının dünyası başka bir şey gerektirir.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-31401255234150323572011-10-05T14:09:00.000+03:002011-10-22T21:17:15.798+03:00Entropi ve Temayül-ü İnfisad<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6x7O45V13ltnq2Vz070GgZGCRoAvptJTRUHympBM0sDWLDF7ATSH-cT0K4L_HZ40dcjW8xKkf97RD50NQWm-TwLx8CferYjP72Iie3hgJ6WxWcmGaAXqhCQhgRWzdAEQzTZN8eKXpkdE/s1600/Pasl%25C4%25B1+Di%25C5%259Fli.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6x7O45V13ltnq2Vz070GgZGCRoAvptJTRUHympBM0sDWLDF7ATSH-cT0K4L_HZ40dcjW8xKkf97RD50NQWm-TwLx8CferYjP72Iie3hgJ6WxWcmGaAXqhCQhgRWzdAEQzTZN8eKXpkdE/s1600/Pasl%25C4%25B1+Di%25C5%259Fli.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Paslanan Dişliler</td></tr>
</tbody></table>
Modern fizik konularına doğrudan bir uygulama alanı bulması klasik fiziğe göre daha zor. Mesela ışığın yerçekiminden etkilenip etkilenmediğini anlamak için hassas cihazlar ve özel koşullar gerekirken kaldıraç konusunu odanızın içinde bile uygulayabilirsiniz. Öbür yandan modern fizik, klasik fiziğe göre hayatla ilişkilendirmeye ve bir toplumsal konuyla analoji kurmaya daha müsait. Onu böyle müsait kılan şey belki de doğrudan uygulama alanı olmayışıdır. Böylece "kaldıraç konusunda öğrendiklerimizi sadece kaldıraçlarda kullanırız" türünden bir koşullanma yaşamıyoruzdur. Belki de modern fizik biraz felsefe içerdiğinden ve dolayısıyla da biraz göreceli olduğundan her lafa maydanoz olabiliyordur. Belki de köfteyi çakan olmaz nasılsa diyip kuantum temelli öğrenme, kuantum düşünce tekniği gibi terimleri cesaretle uydurabiliyoruz.<br />
<br />
Evet, ben de modern fizik okudum. Nasıl olsa köfteyi çakan olmaz varsayımıyla bu konu hakkında biraz da ben bir iki kelam edeyim dedim. Günlük olayları fizik konularından örnekler vererek incelemek, "Niçin matematik ve fizik öğretiyoruz?" sorusuna verilen "çünkü insan ufkunu ve analitik düşünme kabiliyetini geliştirir" şeklindeki bir cevabı haklı çıkarsa da "Matematik ve fizikle uğraşmayacak bir öğrenciyi bunlarla onca yıl oyalamak bu ufuk genişlemesine değer mi?" sorusuna bir cevap sunmuyor. Fizikçiler ve mühendislerle beraber fizik okumak zorunda olduğum zamanlardan beri arıyorum bu sorunun cevabını. Ama yine de "okumak iyidir iyi.".<br />
<br />
Hem fena mı, entropiyi öğrenmiş olduk fizik derslerini alarak diye avutamıyrum kendimi. Çünkü entropi kavramını entropi konusunu işlediğimiz derste öğrenmedim. Dersi O kadar düzenli takip etmek ve konuyu kitaptan tekrar tekrar çalışmak da fayda etmedi konuyu kavramaya. Neticede o dersi ortalama bir notla geçtim ama kendi alanım olan matematiğin iki dersini şartlı geçmek pahasına. Şikayet etmiyorum mezun olmuş gitmiş biri olarak ama bir kenara yazılsın ve hoş bir anı olsun diye yazıyorum. Nitekim hikâyenin devamı mutlu sonla bitiyor.<br />
<br />
Bu termodinamik vak'asından üç sene sonra çok şey öğrendiğim "Bilim Tarihi" dersini aldım. Dersi veren hoca, Haluk Beker diye ismi de geçsin, o zamana kadar fizik derslerinde işleyip de kavrayamadığımız konularla bundan sonra işlesek kavrayamayacağımız konuları oldukça basit bir şekilde arka plandaki hikâyeleriyle beraber anlatıp mezun etmeden bizim gönlümüzü almıştı. Entropi kavramını da bu derste anlamış oldum. İşin garip tarafı biraz önce bahsettiğim termodinamik dersini de ilk başta Haluk Beker'den alıyordum. Ta ki kendime göre bir hoca bulmam gerektiğini anladığım o derse kadar...<br />
<br />
Bize ne ya termodinamikten gibi dışlayıcı tavırları kafamızdan silerek bu fizik dersinin bize uyan bir şubesini haftalık programımıza ekleyerek yepyeni bir döneme başlamıştık. Bana da Haluk Hoca'nın şubesi uyduğu için onun dersini takip ediyordum. Tahtada bir şeyler anlatıyor, biz not ediyorduk. Arada anlamadığımız yer olup olmadığını soruyor, biz ise sessiz kalıyorduk. Soru soracak kadar bile bir şey anlamıyorduk ama cesaret edip de bunu hocaya söylemiyorduk. Bir gün yine anlamadığımız bir yer olup olmadığını sorduktan sonra, halimizi biliyor olacak, bize dönüp şu anısını anlattı:<br />
<blockquote>
"Bir keresinde ders anlatırken öğrencinin biri parmak kaldırıp 'Hocam ben anlamadım' dedi. Ben de neresini anlamadın diye sordum. O da 'Hiçbişiy anlamadım hocam' dedi."</blockquote>
Bu anekdottan sonra elindeki elma suyundan bir fırt çekip dersine devam etti. O günden sonra ben başka bir hocanın dersini takip etmeye başladım. Mutlu sonla bitecek hikâye burada bitti, makalenin gerisi sondan bahsedecek. Kalan arkadaşlar o mimik kabiliyetini gördükten sonra hocanın ağzına düşüp madara olmak korkusuyla hiçbir şey soramadan dönemi kapatmıştır diye tahmin ediyorum. Hikâyedeki kahramana ne olduğunu ise hoca söylemişti ama şimdi ben hatırlayamadım. Belki gurur yapıp intihar etmiştir.<br />
<br />
Entropi üzerine çalışıp termodinamiğe büyük katkısı olan üç önemli fizikçi varmış: Classius, Meyer, Boltzman. Bunlardan son ikisi de intihar etmiş. Rivayet olunur ki, kaçınılmaz sonun verdiği depresyondan intihar etmişler. Klasik fizikçi enerjinin korunumu deyip kendini avutabilir. Enerji kaybı ısı olarak başka bir yerde neşvü nema bulabilir der. Ama entropi çalışan bir fizikçinin hiçbir kaçışı yok. Evrenin maksimum entropiye ulaşıp ısıl ölümünün gerçekleşeceğini her gün düşünüyor.<br />
<br />
Entropi bir sistemdeki düzensizlik seviyesini gösterir ve kullanılmaz enerji miktarıdır. Mesela 20ºC sıcaklıkta bir oda düşünün. Elektrikler varken buzdolabının içi -20ºC ve fırının içi de 200ºC olsun. Her şey tertipli, yerli yerinde, "organized" bir sistem. Ama elektrikler gidince buzdolabının ve fırının sıcaklığı 20ºC oluyor. Sistem bir örnek, tekdüze, "uniform" bir hal alıyor. 20ºC sıcaklık ne yiyecekleri dondurmakta ne de yemek pişirmekte kullanılabiliyor. Bu "organized" halden "uniform" hale geçerken sistemdeki entropi de artıyor. Arka planda kullanılmaz hale gelen enerji miktarının sayısal değeri işin uzmanlarına havale. Bu arada, Türkçe'de "organized" ve "uniform" gibi iki ayrı kavramı tek kelimeyle ifade etmek mümkünken baştaki "düzensizlik seviyesi" tabirine de takılmamak lazım.<br />
<br />
Bölgesel olarak bazı yerlerde, mesela bizim mutfağımızda, entropi azalabilir. Ama evrenin genelini düşündüğünüzde ise entropi asla azalmıyor ama artabiliyor. Entropiyi öcü yapan şey ise onun sürekli artması. Bir yerde düzeni artırırken başka yerde daha fazla bozulma oluyor. Mesela bir bebek kuvvetli bir insan olana kadar kaç tane mercan balığı posa haline geliyor. Mesela İstanbul'u inşa etmek için Trakya ve Sakarya ormanlarının bozulması gerekiyor.<br />
<br />
Entropinin artışı matematiksel olarak şöyle gösterilebilir:<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBtZ-eNXd2J42Lwi4MoXdsln3xtPgmXWDOHo17mTMQGbJCxhDXDcv9izRgN9iTF9R2Y3A4Wykf6krcdSp_lCoPGRQX5uKAEbAUjvbkBg5kJJK00uKnRFRwI5AozMglkODIhRtmXopB0gk/s1600/Entropi+E%25C5%259Fitsizli%25C4%259Fi.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBtZ-eNXd2J42Lwi4MoXdsln3xtPgmXWDOHo17mTMQGbJCxhDXDcv9izRgN9iTF9R2Y3A4Wykf6krcdSp_lCoPGRQX5uKAEbAUjvbkBg5kJJK00uKnRFRwI5AozMglkODIhRtmXopB0gk/s1600/Entropi+E%25C5%259Fitsizli%25C4%259Fi.png" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Evrendeki entropi değişimini belirten denklem</td></tr>
</tbody></table>
Modern fizikçilere göre fizikte gördüğümüz eşitliklerin hiçbirinin doğruluğu kesin değil. Kesin olan iki eşitsizlik var. Birisi Heisenberg'in belirsizlik ilkesi ve diğeri de entropinin artma eğilimli olmasıyla alakalı yukarıdaki eşitsizlik. Entropideki bu artış oldukça kötümser bir tablo sunuyor.<br />
<br />
Her ne kadar mutfağımızda entropiyi azaltmak mümkünse de zor ama onu artırmak çok kolay. Mesela bir su kabına koyduğunuz buz parçası zahmetsizce eriyip suyla karışıyor. Sıcakla soğuğu tekrar ayırıp sistemi eski haline getirmek için ise masrafa girmeniz gerekiyor. Elinize aldığınız yarısı dolu bir turşu kavanozunun kapağını açtığınız anda uçmaya hazır bekleyen her bir turşu molekülünün mutfağa uçma ihtimali %50 ama mutfaktan kavanoz içine turşu molekülü girmesi o anda mutfakta turşu havası olmadığı için %0. Odanın içine bir kere koku yayıldıktan sonra ise kavanoza giren ve çıkan moleküller birbirini telafi edecek dengeye ulaşır. Bundan sonra kavanozla sinek yakalar gibi bir ömür uğraşsanız mutfağınızda gezen bu molekülleri bu kavanoza tekrar hapsedemezsiniz.Birini yakalerken diğeri kaçar.<br />
<br />
Fizikçiler kokunun bir odaya yayılmasını yukarıdaki gibi olasılık ve entropi konusuyla açıklıyor. Biyologlar ise buna difüzyon olayı diyor ve maddelerin çok yoğun ortamdan az yoğun ortama göçü diye tanımlıyor. Entropi konusuna ise hiç değinmiyor. Belki de biyologlar insanın maymundan geldiği tezine uymadığı için entropi konusunu hatırlamak bile istemiyorlardır. Ben lisede çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçişin sebebini merak eder dururdum. Moleküller birbirlerini ittikleri için mi birbirlerinde uzaklaşıyorlardı? Peki niye itsinlerdi? Difüzyonun nasıl çalıştığını bilmeden bir çok olayı difüzyonla açıklama garabetinde bulunduk. Fizik ve kimyanın değil biyolojinin lise ders kitaplarının bilim ve bilimsel yöntem ile başlaması bu garabeti daha da artırıyor.<br />
<br />
Entropi olayı bana yıkmanın kolay, yapmanın zor olduğunu hatırlatıyor. Su kabına koyduğumuz buz kolayca eriyip suyla karışıyor, şekli bozuluyor. Mutfakta açılan turşu kavanozu da tam da damat tarafının kız istemeye geleceği bir günde kırılıp ortamın havasını bozuveriyor. Sonra pencereleri aç havalandır vesaire. Sonra hem eve buzdolabı, fırın gibi beyaz eşya döşemesi de kolay değil. Ama bütün sistemi kırıp atmak veya ilgilenmeyip çürümeye terk etmek ve entropiye çalışmak kolay.<br />
<br />
Entropi bana ahlâki yozlaşmayı hatırlatıyor. İnsanın ahlâkını güzelleştirmesi entropiye karşı durmak gibi zor ve zahmetli bir iş. Hevaya uymak ve hevesatın peşinden gitmek ise oldukça kolay. İnsana, özellikle bilim adamına yakışan ise aklını başına almaktır. Metin Karabaşoğlu Kamer Sûresinden bahsederken böyle diyor:<br />
<blockquote>
"Kur'an'ın mübelliği Muhammed-i Arabî aleyhissalâtu vesselam'ın muhatapları, yakınlaşan kıyamet henüz gelmeden akıllarını hevalarından kurtarıp başlarına almaya davet edilmektedir." (Kur'an Okumaları 4, s. 51)</blockquote>
"Saat yaklaştı ve Ay yarıldı" haberiyle başlayan bu sûre, Ay'ın yarılması mucizesini görüp "Bu kuvvetli bir sihirdir" diye inkârlarına devam edenler kadar bugünün bilim adamlarına da hitap ediyor aslında. Aynı kitabın iki farklı makalesinde geçen iki ayrı cümle de sanki birbirini tamamlıyor ve bu inkâr meselesini “kolaylığa meyletmek” ve “temayül” kelimeleriyle açıklıyor.<br />
<blockquote>
“Ama günümüz dünyasında (ve eskilerin eskimez eserlerini okuduğumuzda anladığımız üzere, bütün zamanlarda) insan kolaylığa meyleder. Risk almadan yaşamak ister.” (Kur’an Okumaları 4, s. 108)</blockquote>
<blockquote>
“Bir kaza, bir kavga, bir hırsızlık, nizalı bir alışveriş, sorunlu bir evlilik, hasta bir çocuk, yoksul bir yaşlı… derken, görüp bildiğine dair “şahitlik” beyan ettiğinde üzerine yükümlülük ve sorumluluk yüklenecek her ne durum varsa “görmezden gelme” temayülü gösterir. Hatta “gördüğünü saklama, söylememe” gibi, dahası “gördüğünü inkâr etme” gibi yollara sapar. Çünkü gerçekte insana yakışan, gördüğüne şahit olmaktır; ama şahitliğin bir bedeli vardır.” (Kur’an Okumaları 4, s. 20)</blockquote>
İnsandaki temayülün bozulma yönünde olduğunu bildikten sonra insanın kolayına gelen şeylere temkinle yaklaşıyorum artık. Sadece ahlâki bozulma konusunda değil, yeteneklerin körelmesinden amacını şaşırmaya kadar. Şu soruyu bir okuyun:<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKw3jdEP9g5ljgNrUjFMg0DD7dgwpbJXuNnz6qGnRzVXfvlHpYv5QCGMOWNmXxeySbS5diI4-6e2BwpVjzEnvzDEVyoqixK2ioAjNmGXZOwQ7m9cy1npkemYLxR8J1vfR_djNx3nHJihY/s1600/Bug%25C3%25BCn%25C3%25BCn+Gen%25C3%25A7leri+Sorusu.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKw3jdEP9g5ljgNrUjFMg0DD7dgwpbJXuNnz6qGnRzVXfvlHpYv5QCGMOWNmXxeySbS5diI4-6e2BwpVjzEnvzDEVyoqixK2ioAjNmGXZOwQ7m9cy1npkemYLxR8J1vfR_djNx3nHJihY/s1600/Bug%25C3%25BCn%25C3%25BCn+Gen%25C3%25A7leri+Sorusu.png" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Bir KPSS denemesi sorusu</td></tr>
</tbody></table>
Çalışma, azmetme, sabretme, çile çekip başarma ve dahası insana zor gelen şeyler. Bir kolay yolunu bulma, kolaya kaçma fikri var zihinlerde. Siyon Liderlerinin Protokolleri'nden üç tane birden alıntı yapmak bayabilir. Ama bir asır önce ortaya çıkmış bu eserde insan psikolojisi üzerine yapılan tahliller hayret verici. İnsanların kolaya kaçması, ahlâki yozlaşma temayülü ve bu eğilimlerin pohpohlanması üzerine üç alıntı:<br />
<blockquote>
"Düşünceye gem vurma sistemi, şimdiden görerek öğrenim denen sistem ile uygulamaya konmuştur. Bunun amacı Yahudi olmayanları, kendilerinde bir fikir teşekkülü için gözlerinin önüne bir şeyler getirilmesini bekleyen uysal hayvanlar haline getirmektir." (s. 95)</blockquote>
<blockquote>
"Kitleler kendi bulundukları durumları anlamasınlar diye biz onları ayrıca zevkler, oyunlar, eğlenceler, tutkular, halka mahsus eğlence yerleri ile de başka yönlere çekeceğiz. Pek yakında her çeşit sanat ve spor müsabakaları yapılmasını basın vasıtası ile teşvik edeceğiz. Bu ilgiler nihayet, onların zihinlerini bizim onlarla mücadeleye mecbur kalacağımız meselelerden başka tarafa çekecektir. Halkın bizzat kendi düşüncelerini oluşturmaya ve aksettirmeye alışık olmayışları gittikçe yayılacak." (s. 74)</blockquote>
<blockquote>
"Bozulmanın her yeri sardığı, zenginlerin ancak yarı dolandırıcılık düzenlerinin becerikli sürpriz taktikleri ile kazanç sağladıkları, nemelazımcılığın hüküm sürdüğü, ahlâkın gönüllü olarak kabul edilen prensiplerle değil cezaî tedbirler ve sert kanunlarla korunduğu, iman ve memlekete dair duyguların kozmopolit inançlarla silindiği toplumlara ne şekilde idare tarzı verilebilir?" (Siyon Liderlerinin Protokolleri, s. 35)</blockquote>
İnsanın kolaya kaçmasının bin bir yolu var. Bazı aileler görüyorum çocukla ilgilenmekten kurtulmak için onu televizyonun başına bırakıveriyorlar. Kolay yolunu bulmuşlar. Acıyorum. Bazısı çocuk eğitip olgun insan yetiştirmek yerine çocuk eğleyip kolaya kaçıyor. Bazı insanlar okumayı bırakıyor, izlemeye başlıyor. Bazısı sosyal paylaşım sitelerinde fikir körletiyor. Potansiyeli ve metafizik gerilimi lamba gibi parlayacakken, insan kısa devrede hemen sosyal paylaşım sitesine yazıp fikrin ağırlığından kurtulmaya kaçıyor. <br />
<br />
"Kızını bıraksan, ya davulcuya gider ya zurnacıya." atasözü de benzer bir eğilimi anlatıyor. "Oğlunu bıraksan ya topçu olur ya da popçu" sözünü de biz uyduralım. Hâlâ bir atasözü yazdık diye bizi yadırgayan varsa ona da onun okuduğu kitaplardan bir alıntı yapayım:<br />
<blockquote>
"İnsanın duyguları denetleme ve kısıtlama güçsüzlüğüne kölelik diyorum. Çünkü duygulara tabi olan insan, kendisinin değil, ama kaderinin hükmündedir. Öylesine onun hâkimiyetindedir ki, kendisi için daha iyi olana bakmasına rağmen yine de kötü olana akmaya zorlanır." (Baruch Spinoza)</blockquote>
"Organized" ve "uniform" gibi iki kelimeyi Türkçe'de tek kelimeyle karşıladığımızı yukarıda ifade etmiştik. Şimdi acısını çıkarma zamanı. Spinoza da "heva" kelimesine bir karşılık bulamamış. Lafı dolandırıp durmuş.<br />
<br />
Elektrikler kesildiğinde mutfağımızdaki entropinin artması gibi iman, ahlâk, eğitim olmadığı zaman da ahlâki yozlaşma artıyor. Entropi artışına karşı durmak akıntıya karşı yüzmek gibi ise heva da insanı esfel-i sâfilîne sürükleyen kuvvetli bir akıntı gibi. İnsan kötü olana akmaya zorlanıyor ama insanda buna karşı durma iradesi var. Bir yerlere tutunmayan veya akıntıya karşı yüzmeyen hayvan da olamıyor, sefil olup gidiyor. Elektrik mutfaktaki sistemin bozulmasının önünde bir engel ise iman nuru da hayvanîleşmenin önünde bir engel.<br />
<br />
Hayvanîleşmek yolunda ilerleyen bir insan hayattan hayvan gibi zevk de alamaz. Sürekli onu takip eden ölümü hatırlar. Ecelin ayak seslerini sarhoşluğun, eğlencenin ve müziğin gürültüsüyle de bastıramazsa intihar etmekten başka bir çaresi kalmaz. Ancak ölümü kabul etmek de insana kolay gelmez. Entropi üzerine çalışan Meyer ve Boltzman da bu kaçınılmaz sonu her gün gördükten sonra kim bilir nasıl bunalım yaşadı da intihar etti.<br />
<br />
Entropi, kaçılmaz son için tek senaryo da değil. Beni en çok etkileyen bir tanesi "The Big Rip". Sanki bir stadyumun şalterlerini bir bir indiriyormuş gibi yıldızların bir bir sönmesi ve atomların çekirdeklerine kadar parçalanması: The Big Rest In Peace. "The End of The Earh" belgeselinde Robert Calwell şöyle diyor:<br />
<blockquote>
"I don't know what universe to end. Because I like time. I live in it. So it is hard to imagine time ended."</blockquote>
Acı ama gerçek. İnsan bir şekilde varlığını sürdürmek istiyor. Bazıları bıraktığı eserle ölümsüz olacağını düşünerek tatmin ediyor kendini. Bazısı ağaç, taş veya yol üzerinde bıraktığı bir iz ve işaretle avunuyor. Bazısı her fotoğraf karesinde görünmek istiyor.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2H5HM5sW6EyFZw7C7pox1I9W7IptdkaaARLup2GNgJOUE1STBZ3UpFM5zRjjfCGYYg0AXgP5EcGfleWYlKUjEDR-PZ93XsMSN9CpbnSiBatszkJm_UBpFuT_8-kA_0gZY_lY1FTUpaKg/s1600/Brook+Was+Here.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2H5HM5sW6EyFZw7C7pox1I9W7IptdkaaARLup2GNgJOUE1STBZ3UpFM5zRjjfCGYYg0AXgP5EcGfleWYlKUjEDR-PZ93XsMSN9CpbnSiBatszkJm_UBpFuT_8-kA_0gZY_lY1FTUpaKg/s1600/Brook+Was+Here.png" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Brooks was here, so was red</td></tr>
</tbody></table>
Bazıları bize gerici diyor. Fani dünya deyip miskin miskin yatmakla suçluyor. Ama Necmi İlgen Abi'nin dediği gibi biz ilericiyiz. İlerisini, ölümü ve ötesini düşünüyoruz. Bu dünyadan giderken arkada insanların hayrına bir eser bırakmak elbette övülen bir iş. Barbaros Paşa, bunu er kişinin yapacağı iş olarak tarif etmiş. Hatta daha insanın ebediyet arzusunun damarına da basarak "Esersiz kişinin yerinde yeller eser!" diye adeta tehdit etmiş:<br />
<blockquote>
"Er kişi odur ki dünyada koya bir eser,<br />
Esersiz kişinin yerinde yeller eser!"<br />
(Barbaros Paşa)</blockquote>
Şimdi insanların hayrına bir sadaka-i cariye bırakanın fani dünya demesiyle hayatını fotoğraf karelerinde boy göstermek peşinde zayi edenin dünya baki demesini siz kıyas edin.<br />
<br />
İnsanı bu fani dünya tatmin etmediği için bazıları ebedi gençliğin formülünü estetik cerrahide arıyor. Bazısı ben ölsem devletim, o olmazsa ulusum, o da olmazsa insanlık devam eder diyor. Bazıları da insanlığın son bulacağını görüp en azından Güneş yanmaya devam ettikçe hayat tek hücreli canlılarla devam edecek diyor. Güneş sönse başka yerlerde başka yıldızlar var diyor. Ama entropi deyince, The Big Rip deyince inançsız bir kişinin tutunacak hiçbir dalı kalmıyor, bu dünya ona dar geliyor.<br />
<br />
Risale-i Nur'un, bilimden bir şeyler öğrendikçe bazı meselelerini anlaması kolaylaşan bir eser olma özelliğini çok seviyorum. Belki daha önce defalarca okumuş olduğum şu iki cümleyi şimdi daha iyi anlıyorum:<br />
<blockquote>
Elbette gayet câmi' mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır. İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bir cüz'î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete iman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdad, bir merci' ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı teselli olduğu öyle bir meyve ve faidedir ki; onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse, yine ucuzdur. (Şualar, s. 223)</blockquote>
Hem marifetten sonra sıra muhabbetten bahsetmeye gelmişken hem de insandaki daimî olan "aşk-ı beka"dan laf açılmışken sözü Bâki'nin gazellerinden iktibas ederek bitirmek yerindedir sanıyorum:<br />
<blockquote>
Zülf-i siyahı saye-i perr-i Hüma imiş<br />
İklim-i hüsne anun içiün padişa imiş<br />
<br />
Bir secde ile kıldı ruh-i aftabı zer<br />
Hak-i cenab-ı dost aceb kimya imiş<br />
<br />
<b>Avazayi bu aleme Davud gibi sal</b><br />
<b>Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş</b><br />
<br />
Görmez cihanı gözlerimiz yarı görmese<br />
Mir'at-ı hüsni var ise alem-nüma imiş<br />
<br />
Zülfün esiri Baki-i biçare dostum<br />
Bir mübtela-yı bend-i kemendi bela imiş</blockquote>
Herkes dünyaya kendi penceresinden baktığından olacak, divan edebiyatında geçen aşk, şarap ve sevgili gibi kavramlar ahlâken yozlaşmış bir toplumda yazılış amacının tam tersine çalışıyor. Haliyle "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" sözünden de imanlı kimsenin anladığıyla imansız kimsenin anladığı bir olmayacak. Ama Bâki, "Erbab-ı zahir anlayamazlar muradumuz" diye erbab-ı zahire nota verip yapacağı tevriye sanatından geri kalmayacak:<br />
<blockquote>
Ferman-ı aşka can iledür inkiyadumuz<br />
Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadumuz<br />
<br />
Baş eğmezüz edaniye dünya-yı dun içün<br />
Allah'adur tevekülümüz i'timadumuz<br />
<br />
Biz mükteka-yı zerkeş-i caha dayanmazuz<br />
Hakk'un kemali lütfunadır istinadumuz<br />
<br />
Zühd ü salaha eylemezüz iltica hele<br />
Tutdı egerçi alem-i kevn-i fesadumuz<br />
<br />
Meyden safa-yı batın-ı humdur garaz heman<br />
Erbab-ı zahir anlayamazlar muradumuz<br />
<br />
<b>Minnet Huda'ya devlet-i dünya fena bulur</b><br />
<b>Baki kalur sahife-i alemde adumuz</b></blockquote>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-31435982779055056802011-06-26T11:51:00.006+03:002011-06-26T12:22:37.395+03:00Postmodern Mütebaid TefekkürUzun zamandır yazmıyordum uzun uzun yazdıktan sonra. Ne bileyim, iş güç derken; değil aslında iş güç yoğunluğu azalınca yazamaz oldum. Üzerimdeki stres gidince belki bloga hapsolmaktan kurtuldum. Bu hal bana şunu fark ettirdi ki sağlam derdi olanlar sağlam yazıyor. Mesela Necip Fazıl’ın derdi her şeyi teptirecek kadar sağlam bir dert örneği:<br /><blockquote>“Bu çığırın açılma istdadını kazandığı demlerde ben Türkiye'nin en büyük bankasında müfettişlik makamında ve en lüks şartlar içindeyken -herhalde bağlı olduğum büyük kapının ruhuma üflediği feyz eseri olsa gerek- herşeyi teptim, bankadan istifa ettim ve kendimi fikir kavgası hayatına verdim...” (Doğru Yolun Sapık Kolları, s. 162)</blockquote>Yazmadığım bu arada çok da tembel durmadım ya, başka işlerle uğraştım. Başlıkları takip edenler sordular yazmıyorsun bu aralar pek diye. Okunmuyor ki yazayım demedim çünkü okunması için yazmıyordum zaten. Üniversite giriş sınavı denemelerindeki paragraf sorularına konu olabilecek bir durum vardı zira: Okunduğunu bilen yazarın, okurlarının beklentilerinden etkilenmesi. Okunması için yazmayınca hayal kırıklığına uğratma endişesi taşıyacağım bir okurum da olmayacaktı. Ama insan bir yandan da okunmasını istiyor tabi emek verip bu kadar uzun yazdıktan sonra.<br /><br />Madem uzun uzun yazılan makaleler pek okunmuyor, madem “sanat, sanat için midir okur için midir?” türünden bir konudan girdim ve madem yazmadığım uzun zamanda neyle meşgul olduğumdan da bahsetmedim, o halde bu fetret döneminde biraz da sanatla uğraştığımı kısaca itiraf edip insanların talep ettiği görselliğe biraz yer vereyim. Bazen bir fikri olup da kelimelere dökemeyip “yorum yok” derler ya, ben de biraz yorum yapıp “fikir yok” diyeceğim: Biz beynimizi tembelleştirip görselliği talep ettikçe, eğitimcilerin analiz, sentez ve değerlendirme dedikleri seviyelerden “görünce tanıma” seviyesine mi düşüyoruz, “fikir yok”.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiG7gRE2ZMm_d5A2wjHl2QYJthOqx9G0YpKlF0BzZ2AqZib7q0j6Zbi5XzBhvnHBG5-5A_-sxJ_pXs6mMmxnjqzrzqlbr6ArEO-rNqJitq1Q3j_iBHRHGS_qIg_HqEfjA2vzqdsUpOEg20/s1600/Antika+Telefon+k.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 324px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiG7gRE2ZMm_d5A2wjHl2QYJthOqx9G0YpKlF0BzZ2AqZib7q0j6Zbi5XzBhvnHBG5-5A_-sxJ_pXs6mMmxnjqzrzqlbr6ArEO-rNqJitq1Q3j_iBHRHGS_qIg_HqEfjA2vzqdsUpOEg20/s400/Antika+Telefon+k.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5622451746490479666" border="0" /></a>“Bu duvarda görmüş olduğunuz fotoğraf ressam-ı hazreti şehriyari tarafından çekilmiş olup, Alman seyyah Hans Hermann von Schweinitz'in Sultan Aldülmecid’e hediye ettiği telefonu göstermektedir.” diyen bir turist rehberi taklidi yapsam, biraz uydursam biraz da tarihi alaya alsam gençlerin ne ilgisini çekerdi. İlgi çekici ve komik bulmanın dolaylı duygusallığa bağlı olduğunu düşünüyorum bu aralar. Yani bir şeyi komik bulan insanları gören kişinin de o şeyi komik bulmaya başlaması durumu olan dolaylı duygusallık. Son zamanlarda da tarihin uydurukçası, edebiyatın postmodern olanı insanların ilgisini çekmeye başladı gibi. Sonuçta moda değişiyor.<br /><br />Başkalarından etkilendiğimden midir bilmem ama tarihte benim ilgimi çeken bir konu tarihteki bilim adamlarının duyguları, fikirleri ve hayatlarının nasıl olduğu, önemli siyasi olayların bu bilim adamlarını nasıl etkilediği ve bu bilim adamlarının nasıl çok yönlü olabildikleri. Matematikçi diye bildiğimiz biri edebiyatla da uğraşmış astronomiyle de. Bir başkası astronomiyle uğraşırken tıpla da uğraşmış. Günümüzde suyunun suyu kabilinden alanlarda uzmanlaşıp başka hiçbir alanda salahiyet sahibi olamamakla iyi mi ediyoruz, “fikir yok”.<br /><br />Yukarıda gördüğünüz resmi ise ben yaptım, bilgisayarda efekt verilmiş hali. Bu çizim tarihteki bilim adamları gibi benim de farklı alanlarda uğraş sahibi olduğumun bir nişanıydı. Üniversitede matematikle alakalı bir bölümde okurken resim dersleri almıştım. Resim hocasının çizgimizi tanımak için bir şeyler çizmemizi istemesi üzerine karakalemle çizmiş olduğum bir telefondu bu. Sayısalcı olduğumuz için teknik resim gibi oldu. Orijinali şu anda çöpte olmalı. Bir kenara atmadan fotokopicide taratmıştım bir hatıra olsun diye:<br /><br /><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEi5zcQVjHGIvnw2V7e_yLQotJqYQj2Vk7IGgmqAD27L6Pl8nFhGwkSNdDhNijIc4RELpdM9V0nG3m3hTze_LFGkka1AggbuSMHB9nTS_i-v_L8OrHogPjcSMQS4fcOs-rPf7dMpzfeDM/s1600/Karakalem+%25C3%2587evirmeli+Telefon.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEi5zcQVjHGIvnw2V7e_yLQotJqYQj2Vk7IGgmqAD27L6Pl8nFhGwkSNdDhNijIc4RELpdM9V0nG3m3hTze_LFGkka1AggbuSMHB9nTS_i-v_L8OrHogPjcSMQS4fcOs-rPf7dMpzfeDM/s400/Karakalem+%25C3%2587evirmeli+Telefon.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5622452793365258850" border="0" /></a><span style="font-size:78%;">Karakalemle çizdiğim çevirmeli telefon</span><br /></div><br />Moda gibi fikir akımları da değişiyor, hatta geçmişi tekrar etmeye başlıyor. Batılılar şu anki okul sistemini öğrencileri tektipleştirdiği ve onların “divergent thinking” özelliğini körelttiği gerekçesiyle eleştiriliyor. “Divergent thinking”, başlıkta mütebaid tefekkür dediğim şey, bir olta kancasını kaç farklı yerde kullanabilirsin sorusuna verilen cevap sayısıyla ilişkili olan bir yetenek. Misinanın ucuna takılmaktan başka bir yerde kullanılabileceğini akıl edememeye de Türkçede “işleve takılma” diyorlar. İşleve takılmaktan kurtulup “divergent thinking” yeteneğini geliştirmek için tarihteki bilim adamları gibi çok yönlü olmak faydalı olabilir. Ancak bu çok yönlülük “Ulusal egemenlik ve çocuk bayramı temalı bir resim” gibi zoraki bir konunun dayatıldığı bir ortamda neşvünema bulamayacaktır.<br /><br />Batılılar çok yönlü olmanın öneminden bahsededursun biz “okulda ahlaki eğitimin verilebilirliği” konusunu batılıların tartışmasını bekleyeduralım. Okulun salt bilgilendirme süreci olmaktan çıkıp doğu dövüş sanatları eğitimi, hat sanatı eğitimi veya küçük bir kasabada ibrik yapan bir demircinin çırak yetiştirmesi gibi öğretirken eğiten bir yapıya sahip olması gerektiği gelmişti bir ara aklıma. Bilgiyi tehlikeli ellere öylece bırakmak yerine, bilim ve matematiği kendini tanımak için öğrenen, hırs için değil insanlık için kullanan, emanet aldığı dünyayı tezyin etmekte kullanıp dünyayı daha güzel, bilim ve matematiği ise daha zengin olarak bırakan bir nesle teslim etmeliyiz diye düşünmüştüm. Öğrencileri eğitimsiz bırakmak yerine onlara insan-ı kâmil olma yolunu göstermeliydik okulda. Çok yönlü olmanın faydası Batılıların postmodern diyebileceği böyle bir ortamda en çok olurdu sanıyorum.<br /><br />Siz olta kancasını nerelerde kullanabileceğinizi düşünedurun ben neler çizdiğimi anlatmaya devam edeyim. Karakalemle çevirmeli bir telefon çizdikten bir hafta sonra charcoal ile çalıştım. Dersin geri kalan kısmında da elim yağlı boyaya bulaştı. Yağlıboya çalışmasını atamayıp birine hediye ettim. Charcoal çalışmam da karakalem çalışmamla aynı akıbeti paylaşıyor olmalı. Onu da bir kenara atmadan tarattım:<br /><br /><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0GXtnoI3QpBgpQMGigjoD0ZPbQDsXvHboY7JeFzYDk8uEcdqnUa-YZusl08Lr9VS5rtS3wCvRfchrDxrOhIFzhmTDrJpWmJ5dxhUWfhbDF8F1rFvJHloRbBCOYcAf1Nb6y1sEJxCzG3k/s1600/Charcoal+Bardak.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 305px; height: 322px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0GXtnoI3QpBgpQMGigjoD0ZPbQDsXvHboY7JeFzYDk8uEcdqnUa-YZusl08Lr9VS5rtS3wCvRfchrDxrOhIFzhmTDrJpWmJ5dxhUWfhbDF8F1rFvJHloRbBCOYcAf1Nb6y1sEJxCzG3k/s400/Charcoal+Bardak.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5622452778574015442" border="0" /></a><span style="font-size:78%;">Kulplu bir bardak<br /></span></div><br /><br /><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXryRLrVrYs7OPfnWq8mTndq4nEXwC3UWcXA7hI5z77Mi6-bp01XRLUGFx6O0AHCEnHF8vG7yOQ4UVtWCzgIO8k_NeTD5fdGNwb0te_3VY3Sgno6uVNuLh_Yhq1-12t1VDbotaIiege54/s1600/Charcoal+Kutu.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 371px; height: 225px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXryRLrVrYs7OPfnWq8mTndq4nEXwC3UWcXA7hI5z77Mi6-bp01XRLUGFx6O0AHCEnHF8vG7yOQ4UVtWCzgIO8k_NeTD5fdGNwb0te_3VY3Sgno6uVNuLh_Yhq1-12t1VDbotaIiege54/s400/Charcoal+Kutu.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5622452787279858322" border="0" /></a><span style="font-size:78%;">Mücevher kutusu<br /></span></div><br /><br /><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyLcMhKQJ8GDw4saT22YBmopIk39TrGL0j2QOPWBjoLSNDyYcjzJlcvhC8k97YVhjscrh21YgQGIkjWKQ1dFdLeP5os5_ZGKI_AcpCruVrb-5vYObPQLEHl13d-k2D26WkFJ6jStcW1tw/s1600/Charcoal+Tencere.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 385px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyLcMhKQJ8GDw4saT22YBmopIk39TrGL0j2QOPWBjoLSNDyYcjzJlcvhC8k97YVhjscrh21YgQGIkjWKQ1dFdLeP5os5_ZGKI_AcpCruVrb-5vYObPQLEHl13d-k2D26WkFJ6jStcW1tw/s400/Charcoal+Tencere.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5622452782324561138" border="0" /></a><span style="font-size:78%;">Yamulmuş bakır bir tencere<br /></span></div><br /><br /><div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1edMjrgrxLNuLxMG31ZhwHIJ06dA-GlwWjPUgvhMWQJ6CWrmqbBkHXJYiGqOyCxtcUdYppjJISUX5FeNo9jn9mV1L2chz_dGIP6DfwQ6k6Cgf1LATX8B3yfPKZfCywyBu3CM6uaQHGe0/s1600/Charcoal+Hepsi.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 284px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1edMjrgrxLNuLxMG31ZhwHIJ06dA-GlwWjPUgvhMWQJ6CWrmqbBkHXJYiGqOyCxtcUdYppjJISUX5FeNo9jn9mV1L2chz_dGIP6DfwQ6k6Cgf1LATX8B3yfPKZfCywyBu3CM6uaQHGe0/s400/Charcoal+Hepsi.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5622452795534723218" border="0" /></a><span style="font-size:78%;">Hepsi bir arada<br /></span></div>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-22776517789373335412010-12-15T16:23:00.008+02:002011-10-29T13:30:42.750+03:00Aşure ve Sene-i Efrenciye<b>Hikâye</b><br />
Çantasını sırtına atıp otobüsten indi. Eve varmadan önce sahurluk almak üzere bakkala doğru yürümeye başladı. Bu sene kaçırmayacaktı. On Muharrem'de Aşure orucunu tutacaktı. Üşüyen ellerini nefesiyle ısıtarak yürüyor, yürürken de düşünüyordu. Kendi kendine "iki gün kaldı" dedi.<br />
<br />
Yahudilere benzememek için Aşure'den önce mi yoksa sonra mı bir oruç daha tutsam diyordu. Birden tebessüm etti. Yeni hicri yılda ince bir ikramla karşılandığını farketti. Birkaç ay önce uğurlayıp özlemini çekmeye başladığı otuz günün üç günlük özeti bekliyordu onu. Resulullah'ın Ramazan orucu farz kılınana kadar hem kendisinin devam ettiği hem de başkalarına emrettiği Aşure orucunu bu sene Mü'minlerin bayramı Cuma takip ediyordu. Ramazan günleri gibi iki oruçlu gün ve Ramazan bayramı gibi bir bayram.<br />
<br />
Adam bakkala yaklaştı. Gözleri bakkalın pencerelerinde asılı olan yılbaşı süslemelerini seçebiliyordu. Bilenlerin kendilerini hesaba çekerek geçirdiği sessiz sakin bir Hicri yılbaşının ardından merakla bekleyenlerin çılgınca kutlayacağı miladi yılbaşı geliyordu. İçi acıdı. Keşke kutlamasalar miladi yılbaşını dedi. Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanlara benzemese. Aşure orucu tutmaya niyetlendiğinde aldığı dersin bir tezahürü buydu. Bir diğer tezahürü de Ramazan Bayramı'nın iki cahiliye bayramından daha hayırlı olmak üzere verilen iki bayramdan biri olduğunu hatırlamasıydı.<br />
<br />
Tereddütlü bir bakışla bakkala girdi adam. Alışverişini yaptı. Parayı verirken İslam'ı temsil noktasında kendine güvenmeyle güvenmeme arasında "Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanlara benzemese" dedi. Bakkal sahibi de alaycı bir üslupla herkesin hoca kesildiğinden dem vurdu. Ne olacaktı bakkalın penceresine bir iki süs taksa. Herkes süslüyordu dükkanını.<br />
<br />
Adam ne diyeceğini bilemeyip biraz pişman, biraz dalgın bir halde bakkaldan ayrıldı. Senelerce okul okuması bakkalda sökmemişti. Cehaletini düşünüyordu. Kendine bile yetmeyen ilimle başkasını irşad etmeye çalışmıştı. O gece ara sıra aklına bu olay geliyor ve keyfini kaçırıyordu. Önce yılan korkusunun öğrenilmiş bir korku olması gibi bakkal sahibinin de dini komik bulmasının öğrenilmiş bir komiklik olduğunu düşündü. Sonra da başından geçen pekiştireç veya ceza türünden olayların doğru bildiği davranışlarını engellememesi gerektiğine karar verdi.<br />
<br />
Sabah okula giderken adamın aklında dün yaşadığı olay vardı. Okuldan dönüşte bakkala yine uğrayacak ve bakkal sahibine bir şeyler söyleyecekti. Adam kararlıydı. Müslümanların dine böylesine yabancı olmalarının bir nedeni de nasihatin terk edilmesiydi. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan nasihat edecekti artık. Onun bu gerilimi ve dün yaşadığı olayın vermiş olduğu gücenmişlik, sokağın yokuşunu çıkarken derinden soluduğu o soğuk hava ile birleşip boğazında hafif bir ağrıya neden oldu. Adam yokuşun son adımlarında bedeninin acizliğini iyice hissetti. Soğuktan buğulanan gözlerinden gözyaşlarını sildi ve bakkalı pencerelerinden yılbaşı süslemeleri indirilmiş olarak gördü. Şaşkınlıkla karışık bir sevinç içinde durağa doğru yürümeye devam etti.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-79401164174222247982010-12-03T09:41:00.003+02:002010-12-03T11:42:32.382+02:00Yabanî Edebin HülâsasıBen de film değerlendirdim sanırdım. Lemeât'taki şu kısım başka söze gerek bırakmıyor.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJPc1D6splzv1Y40qqmLrbuy-hve5O9isLNLf3WXTDYGOdMmPOLtQeZLZjIuGRhvaWKcweNtkOPUJquhlvfn5Tsidwc5FLrMDtUdgTgnnUx2gRAuOxTeTmIYaO3XyhYu8RivAlLToxiS0/s1600/i159.gif"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 90px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJPc1D6splzv1Y40qqmLrbuy-hve5O9isLNLf3WXTDYGOdMmPOLtQeZLZjIuGRhvaWKcweNtkOPUJquhlvfn5Tsidwc5FLrMDtUdgTgnnUx2gRAuOxTeTmIYaO3XyhYu8RivAlLToxiS0/s400/i159.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5546388904562855298" border="0" /></a><blockquote>Kâmilîn insanların zevk-i meâlîsini hoşnud eden bir hâlet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez,<br /><br />Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve şehvanî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.<br /><br />Avrupa'dan tereşşuh etmiş şu hâzır edebiyat romanvârî nazarla, Kur'anda olan letâif-i ulviyyet, mezaya-yı haşmeti göremez, hem tadamaz.<br /><br />Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz:<br /><br />Ya aşkla hüsündür, ya hâmaset ve şehâmet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabanî edebse hamâset noktasında hakperestliği etmez.<br /><br />Belki zâlim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvetperestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakikî bilmez.<br /><br />Şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san'at-ı İlâhî Sûretinde bakmaz,<br /><br />Bir sıbga-i Rahmânî Sûretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor, hem ondan da çıkamaz.<br /><br />Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir, ondan ucuzca kendini kurtaramaz.<br /><br />Yine ondan gelen, dalâletten neş'et eden ruhun ızdırabatına o edebsizlenmiş edeb (müsekkin hem münevvim); hakikî fayda vermez.<br /><br />Tek bir ilâcı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitab gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez.<br /><br />Hem tiyatro gibi tenasühvâri, mâzi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.<br /><br />Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlûfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.<br /><br />Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi karie ihtar eder. Zâhiren der: «Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.»<br /><br />Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefâhete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.<br /><br />İştihayı kabartır, hevesi tehyic eder, his daha söz dinlemez. Kur'andaki edebse hevayı karıştırmaz.<br /><br />Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemâlperestlik zevki, hakikatperestlik şevki verir; hem de aldatmaz.<br /><br />Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor; belki bir san'at-ı İlâhî, bir sıbga-i Rahmânî noktasında bahseder, akılları şaşırtmaz.<br /><br />Mârifet-i Sâni'in nurunu telkin eder. Herşeyde âyetini gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor, fakat birbirine benzemez.<br /><br />Avrupazade edebse fakd-ül ahbabdan, sahibsizlikten neş'et eden gamlı bir hüznü veriyor, ulvî hüznü veremez.<br /><br />Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdâr. Âlemi bir vahşetzar tanır, başka çeşit göstermez.<br /><br />O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahibsiz de olarak yabanîler içinde koyar, hiçbir ümid bırakmaz.<br /><br />Kendine verdiği şu hissî heyecanla git gide ilhada kadar gider, ta'tile kadar yol verir, dönmesi müşkil olur, belki daha dönemez.<br /><br />Kur'anın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimâne değildir. Firak-ul ahbabdan gelir, fakd-ül ahbabdan gelmez.<br /><br />Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine şuurlu, hem rahmetli bir san'at-ı İlâhî onun medâr-ı bahsi, tabiattan bahsetmez.<br /><br />Kör kuvvetin yerine inâyetli, hikmetli bir kudret-i İlâhî ona medâr-ı Beyân. Onun için kâinat, vahşetzar Sûret giymez.<br /><br />Belki muhatâb-ı mahzunun nazarında oluyor bir cem'iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.<br /><br />Her köşede istînas, o cem'iyet içinde mahzunu vaz'ediyor bir hüzn-ü müştakane, bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.<br /><br />İkisi birer şevki de verir: O yabanî edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.<br /><br />Kur'anın şevki ise: Ruh düşer heyecana, şevk-i meâlî verir. İşte bu sırra binaen, Şeriat-ı Ahmediye (A.S.M) lehviyatı istemez.<br /><br />Bâzı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip.. Demek hüzn-ü Kur'anî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.<br /><br />Eğer hüzn-ü yetîmî veya şevk-i nefsanî verse, âlet haramdır. Değişir eşhasa göre, herkes birbirine benzemez.</blockquote>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-31031222301771676722010-11-28T12:44:00.003+02:002011-01-30T12:30:55.197+02:00Perde-i Ulviyeyi Yırtan Perde-ül Temaşa<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJmj2W8ydwohcIifZFwMffHsWx95dsZq45E9UedjimjOOyd6xALg5d6lM1liGKyBQwI7UC-vOMLJLKctr66Rx5WQD79DeQUvchZPDJXGRL1SAaCmB8De6Claw_SmVIMU0enCKMj4IyQLY/s1600/kirik-cam.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 299px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJmj2W8ydwohcIifZFwMffHsWx95dsZq45E9UedjimjOOyd6xALg5d6lM1liGKyBQwI7UC-vOMLJLKctr66Rx5WQD79DeQUvchZPDJXGRL1SAaCmB8De6Claw_SmVIMU0enCKMj4IyQLY/s400/kirik-cam.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5567924484561696546" border="0" /></a>Televizyon bir Müslümanı dinini öğrenmekten veya hayırlı bir iş yapmaktan alıkoyar. Sunduğu binbir türlü olayla insanın merakını cezbetmesi ve izlemesinin de çaba gerektirmemesi, televizyonu iş yapmaktan arta kalan vakitte yapılabilecek işlerin başına koyar. Kitap okumak, ilim tahsil etmek, iyi bir işe başlamak hep planlanıp da sırası gelmeyen aktiviteler olarak kalır.<br /><br />Televizyon açıldığında bir kıraat dinlemek veya bir sohbet izlemek, diğer programlara göre yorucu gibi gelir. Çünkü insan ölümü hatırlamak istemez. Bu yüzden dini bir program izlerken insanın eli diğer kanallara kayıverir. Tüm kanallara göz atarken dini bir program görüldüğünde insanın farketmeden zaplanması da çok olasıdır.<br /><br />Televizyonu uzaktan kumanda ile açmak ve kanaldan kanala gezmek çok kolay olmasına rağmen hangi kanalda ne olduğunu da televizyonu açmadan bilmek çok zordur. Bu kolaylık ve zorluk insanda "Bakalım televizyonda neler varmış?" düşüncesiyle televizyon açma alışkanlığı kazandırır. Bu soruyla ilk başlarda aklen ve dinen iyi görülen yayınlar aranır ama bir süre sonra nefse güzel görünen ve merak celbeden dizi ve film gibi şeyler aranmaya başlanır. Ulvi gayeler böylece unutulur ve kumanda her ele geçtiğinde televizyon amaçsızca açılır.<br /><br />Televizyon insanın vaktini böyle çalar ve dini yayın izleme niyetini böyle bozar. Müslümanın cemaat halinde yaşaması, iş güç edinmesi, belli vakitlerde belli zikirlerde bulunması bu olumsuzlukları en aza indirir. Bir Müslüman beş vakit namazıyla günde beş defa gafletten silkinir. Önemli işleri onu televizyona dalmaktan alıkoyar. Bununla beraber boş vakitlerde izlenen televizyonun dolu vakitleri işgal etmeye başlaması da mümkündür.<br /><br />Televizyon bir Müslümanı sadece dinini öğrenmekten veya dinine uygun yaşamaktan alıkoymaz, ayrıca sunduğu yayınlarla da insanın zihnini, kalbini meşgul eder, çarpık bir din anlayışı ortaya koyar, dinden uzak bir hayat tarzı sunar. Televizyondaki fantastik hikayeler insana "Acaba?" diye sordurabilir. İzlediği yayının çok etkisinde kalan birinin, filmdeki kahramanın yıldız kapısını nasıl açtığını anlamaya ve bunu bir mantığa oturtmaya çalışması muhtemeldir. İslam'da nasıl olduğunu öğrenmeye girişmeyip şu gibi sorularla zihnini meşgul etmesi bir Müslümanı şüphe ve tereddüte düşürebilir.<br /><ul><li> Gerçekten de uzayda insana benzeyen zeki canlılar var mı?</li><li> Biz gerçekten robotların programladığı bir hayal dünyasında mı yaşıyoruz?</li><li> Aramızda saklanan büyücüler, cüceler veya ölülerin ruhları olabilir mi?</li><li> İnsan beden, hafıza ve karakter gibi tüm ayrıntılarıyla kopyalansa ne olur?</li><li> İnsan, hayvan bedenine girse veya bir hayvan akıllansa ne olur?</li></ul>Televizyonda doğrudan dinle alakalı meselelerde de İslam'a aykırı fikirler sunuluyor. Ölüm ve kıyamet sonrası konularını çok iyi öğrenmediğimiz için, bu konular hakkındaki batıl fikirler zihne yerleşmesi en kolay olanlarından biri oluyor. Ramazan Bayramı'nın manasını İslam'a pek de uymayan "Bayram Özel" programlarıyla örtüp, üstüne şeker ve çikolata yığarak onun Cadılar Bayramı gibi bir şeker bayramı olduğu düşüncesini veriyor.<br /><br />Şimdiye kadar Batılıların kesimhanelerini eleştirmeyip Kurban Bayramı'nda Müslümanları eleştirmek için en ufak bir noktayı bile kaçırmadan sunuyor. Acemi kasap, kaçan hayvan, kaçak hayvan, kaçak kesim haberlerini izleyenler müslümanlara karşı bir tavır almadan edemiyor. Her bayram kurban kesmenin katliam olduğuna dair kalpte bir şüphe tohumu bırakıyor.<br /><br />Allah'ın her daim yaratmakta olduğunu unutturup her şeyin bilimsel ve mekanik olarak işlediğini düşündürüyor. Namazı üzerine farz olan herkesin kılması gerektiğini unutturup sadece cahil halk tarafından kılınan ve sadece camide yapılan bir ibadet şeklinde sunuyor. Öğrencilerin cuma namazına gitmesini bir suç hatta dine aykırı gibi gösteriyor.<br /><br />Bizimkiler gibi bizce benimsenen bir dizide bile namaz kılan olmaması ile kimsenin namaz kılmadığı ve namaz kılmanın çok da gerekmediği fikrini akla getiriyor. Namazı ve tesettürü dinin bir dışavurumu olarak görüp Müslümanları azarlayanlar da bu fikri pompalıyor. Helallerin ve hatta emirlerin haram gibi gösterilmesinin yanında İslam'a uymayan davranışlar helal gibi gösteriliyor. Hatta o kadar banka reklamından sonra faizin haram olduğunda şüphe eden bile oluyor.<br /><br />Ve kıssadan hisse. Televizyon insanı eğiten bir araç olarak değil bir casus olarak görülmeli. Elbette ki kaliteli yayın yapma gayretinde olanlar da var ama onların çalışmaları televizyondaki kötü yayınları henüz örtemiyor. Ayrıca televizyon için henüz kaliteli standartlar geliştirmiş de değiliz. Bu durumda izleyicilere kendilerini ve ailelerini televizyonun bozucu ve yıkıcı etkilerinden korumaları için televizyonu kutusuna koyup çatıya çıkarmaktan başka pek bir yol görünmüyor.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-20535194946232792052010-11-06T08:43:00.011+02:002010-11-06T09:29:34.456+02:00Mübtediyan İçinBana İslam'ı soran biri olursa diye, dursun bu blogumda.<br />Kıymetini bilmeli aramadan bulunca, bulunmaz arayınca.<br /><br />Yeni başlayanlar için İslam, cihad ve hicab:<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://fullwhitemoon.deviantart.com/art/Understanding-Hijab-4-dummies-156330977"><img style="margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 73px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuR1SNKgNSslZGydG1Ghu_iLZrjiUIxZm7yLJ7Wlf4_tY8PY4P0ulj5SelVauehMCAgq6VglS4jT6naSGZOuGOreS86RPrVapzEYgZql4uB1246xLuDnJNKsukuefioJgDDZTkXw_0aEc/s400/Understanding_Hijab_4_dummies.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5536332752313905186" border="0" /></a> <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://fullwhitemoon.deviantart.com/art/Understanding-Islam-4-dummies1-156897768"><img style="margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 73px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhrG9dJrehkRv2AlOigu9rC_7G31UDDbqMn90ig3ZouammSb89fE9T4MsfQTFwRZhzWPLegq1p0ubUOqEIPap2a-C8AuWLfqVQuQZxBg4SJpAG_8PbskbXQbdIDdft06eQY944k96sTVHM/s400/Understanding_Islam_4_dummies1_by_FullWhiteMoon.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5536332752855698386" border="0" /></a> <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://fullwhitemoon.deviantart.com/art/Understanding-Islam-4-dummies2-156994329"><img style="margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 73px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwY2qjIUO3poDJwYXRMmLm7Ah7bzGP2RK4LQlfI1nZgX-GrMJHI-QgEkfX0cxvGdVSHXcCLYJb9Q82RDImR6_wYkai_gR5UOwqMEbyhZb_haXx0Ly8Lx0nK4f2bnkE3kpGThb_hSBsubc/s400/Understanding_Islam_4_dummies2_by_FullWhiteMoon.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5536332758648923906" border="0" /></a><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://fullwhitemoon.deviantart.com/art/Understanding-Jihad-4-dummies-158363170"><img style="margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 73px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCa1YY2MICyHzWy51NecStwSlimz9FuZPDbr3nHGZ4Q2g-nGJgatgeXTiI-mpfCqzNKCSfsNxct_NVW3XnMpgH80pmmMMmOcHOamXsKmbcLu0BjsLQxc28XROhK3Zy4tfTNg1WNXQixqE/s400/Understanding_Jihad_4_dummies.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5536332761488808530" border="0" /></a>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-36144585911254295292010-11-01T22:05:00.009+02:002011-07-07T14:37:12.434+03:00Abur Cubur Hayat Şekliİnternette bir sözlüğe üye olduktan sonra ıvır zıvır, aklıma ne gelirse sözlüğe yazasım gelmeye başlamıştı. Bu durum da hakkında bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettiğim konulardandı. Üzerinde düşündükçe büyüdü ve birkaç cümleye sığmayacak bir mesele oldu. Hem bloga yazmak sözlüğe yazmaya nispeten abur cubur hayat diye tarifini yapacağım hayat tarzına daha uzak olduğundan hem de uzun bir açıklama sözlüğe uymadığından konuyu bloga yazmayı tercih etmiştim. Bir öğrenme teorisinin öğrenmeyi tam açıklayamamasına rağmen onu anlamaya ve bir meselenin gündeme getirilmesine yardımcı olması gibi bu yazı da abur cubur hayatın tarifini mükemmel yapamasa da belki anlaşılmasına yardımcı olur diye düşünüyordum.<br /><br />Abur cubur diye göze hoş, damağa hoş, içi boş yiyeceklere diyorduk. Zamansız yenilen, hazır lezzet veren bu yiyecekler ne karın doyuruyordu ne sağlığa faydalıydı. Büsbütün lüzumsuz maddeler değillerdi ama belki mideye atılmak için de değillerdi. Köyümüzde beslediğimiz tavukların izolasyon malzemelerini iştahla yemeleri gibiydi abur cubur yememiz. Ama ne yazık ki yemekte kalmıyordu abur cuburluk. Bir yerlerden gelmiş kapımıza dayanmış hayat tarzıydı bu. Modernleşmenin getirdiği hayat tarzlarından biriydi. Yemek dışında da birçok örneği vardı.<br /><br />Mesela söylenen sözlerde ve yazılan yazılarda görülüyordu. Düşünerek tutarlı, anlamlı, önemli sözler sarfetmiyor, sağlam fikirler ve derin manalar ifade edemiyorduk artık. Dinlerken çabuk sıkıldığımızdan söylerken de sadede çabuk varmak istiyorduk. Oldukça az, öz ve basit olmalıydı sözümüz. Bir de ilginç, dikkat çekici, komik, anlaması zeka ispatı sayılabilecek türden espirili olursa ne alâydı. Hatta bazen komik olsun da isterse bomboş olsun der gibi çoğu kişinin bildiği tahmin edilen bir replik söyleniveriyordu. İdare kelimesinin geçtiği yerde birisinin "idare edemem anne" demesi muhtemeldi.<br /><br />Tavırlarımızda da görülüyordu bu hayat tarzı. Sinemaya çağrılınca gidiyor, dost sohbetine veya kitap mütalaasına gitmiyorduk. Keyif veren her filmi izliyor, bir şey kazandıracak filmlerden sıkılıyorduk. Her sözü dinliyor, dini meseleleri şakaya vuruveriyorduk. Borçlarımız dururken paramızı teknolojik oyuncaklara harcayıveriyorduk. Markette cafcaflı ambalajı olan ürünleri alıyor, sıra bize gelince yine cafcaflı ambalaj hazırlıyorduk. Erkek kısmı ürünlerini satmak için güzel görünme gibi abur cubur özelliklerin reklamını yapıp kadın kısmını baştan çıkarmaya çalışıyor ve iffeti unutturuyor, kadın kısmı ise sürünüp bürünüp erkek kısmını baştan çıkarmaya çalışıyor ve iç güzelliğiyle ahlâkı unutturuyordu.<br /><br />Bilgi edinme kaynaklarımızda da görülüyordu. Bilgiyi kitaplar ve insanlar gibi doğru dürüst kaynaklardan değil ıvır zıvır yerlerden parça parça, slogan gibi kısa ama cafcaflı sözleri alıyorduk. Kitap bulmak, kitap karıştırmak, bilen bir insanı aramak, yanına gitmek zahmetine de girmiyorduk. İnternette bir arama motoru konuyla alakalı olabilecek popüler şeyleri çöplükten önümüze getiriveriyordu. Onun getirdiği şeyleri de güzelce incelemeyip sadede gel dercesine internet tarayıcısının kaydırma çubuğunu en aşağıya indiriveriyorduk. Sanki bütün dertlerimizi çözecek olan ve gördüğümüzde "işte o" diyeceğimiz cafcaflı slogan cümlesini arıyorduk.<br /><br />Edindiğimiz bilgilerde de görülüyordu. Magazin programları televizyonların vazgeçilmeziyse ve magazin gazeteleri en çok satan gazetelerse bunda abur cubur hayat tarzı sürmemizin bir parmağı vardı. Haber sitelerine girip en dikkat çekici başlıkları tıklamamız, onlardan da kısa, komik, cazibeli olanlarını okumamız da bunla alakalıydı. Ne okuduğumuzu on dakika geçmeden unutmamız, okuduğumuzun önemsiz ve abur cubur bir bilgi olduğunu gösteriyor olmalıydı.<br /><br />İletişim araçlarında da görülüyordu. Her şeyin hızlı aktığı bu devirde kelimelerle ifade edilemeyecek manaları hesaba katmak mümkün olmuyordu. Gerçek yüzlerden, gerçek seslerden, hal ve tavırdan kelimelere dökülemeyecek manalar çıkarmak ve halimizi yine bu yollarla belirtmek unutulmuştu. Artık telefon vardı, kısa mesaj vardı, internet vardı. Ama yüz yüze konuşmanın ciddiyeti, samimiyeti, inceliği telefonda yoktu. Mesajlaşmada ise işimiz büsbütün kelimelere ve birkaç smileye kalmıştı. O halde telefonla veya kısa mesajla yapılan iletişim tam bir iletişim değil abur cubur iletişimdi. Hızlı, kısa, kolay, anlık, basitleştirilmiş... İnternette Facebook, Twitter gibi nâkıs sosyal iletişim araçlarının yaygınlaşması da abur cubur hayat tarzının ürünüydü.<br /><br />Gördüğümüz eğitim de nasibini alıyordu bu hayat tarzından. Neyi niçin öğrendiğimizi bilmeden öğreniyorduk. Bir koşuşturmacadır devam ediyordu. Matematik öğretmeni olmaya aday bir öğrenci "Bilim, Teknoloji ve Toplum" dersini niye olduğunu bilmeden almak zorunda kalıyordu. Sonra da 163 kredilik bir bölümün 3 kredilik bu dersinden iyi bir not alabilmek için ders notunu yüzde bir etkileyecek bir ödev üzerinde birkaç saat kafa patlatıyordu. Derste önemli hiçbir şey öğrenmiyor değildi. Diğer abur cubur şeylerle kıyaslandığında sanki ona kola içme de limonata iç diyorlardı. Ama takılıp kalınan böyle basit şeyler biriktiğinde hayatın manasını düşünmeye fırsat bırakmıyordu. Sanki bir paket ay çekirdeği karın doyurmuyor ama ağzı meşgul ediyordu.<br /><br />Böyle koşuşturmacalı bir hayatta Yunus Emre'nin "Yunus sen bu dünyaya niye geldin / Gece gündüz Hakkı zikretsin dilin" sözünü anlamaya uzak kalıyor, üzerinde düşünmeye fırsat bulamıyorduk. Zamana gerek duyurmayan, düşünüme gerektirmeyen anlık duygu yaşatan komik ve ilginç sözlere daha çok rağbet ediyorduk. Abur cubur hayat tarzı bizi karadelik gibi yutuyor ve daha yoğun bir abur cubur hayat tarzına sevkediyordu. El emeği göz nuru ev yemeklerinin vakit yok diye terkedilip ayaküstü yemenin tercih edilmesi koşuşturmacaya çare olmuyorsa abur cuburun bataklık gibi çekmesinden, kazandığımızı sandığımız vakit ve emeği daha çok emmesindendi.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigIIXf-rlM-3H5r_TgDPS-s6Md5JLBgGADYV_CB37Snllhm3xE9Cjx0JiN2gZq0wM2WPSc2MRtr76Y5B5Wx5b9PV0GXpT7UyR6IxbWHVnFv_vVTW1Gi2vUvltDyJKyESjiNP4Kp53SAT0/s1600/Fast_Food_Soru.png"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 309px; height: 308px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigIIXf-rlM-3H5r_TgDPS-s6Md5JLBgGADYV_CB37Snllhm3xE9Cjx0JiN2gZq0wM2WPSc2MRtr76Y5B5Wx5b9PV0GXpT7UyR6IxbWHVnFv_vVTW1Gi2vUvltDyJKyESjiNP4Kp53SAT0/s400/Fast_Food_Soru.png" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5626572923525274466" border="0" /></a>Koşuşturmacanın eğitimini alıyorduk okullarda yıllarca. En kısa sürede en çok test sorusu çözebilmekti öğrencilerin hedefi. Önemli olan sonuç ve sonuca en kısa yoldan hemen ulaşmaktı. Bir KPSS sorusu görsek hemen “Çok konuşma, asıl mevzuya gel” dercesine paragrafa bir göz atacak, sonra cevabı biliyor olmanın anlık mutluluğunu yaşayacaktık. Ne “tarihsel zaman” terimindeki anlatım bozukluğu ne de paragrafta anlatılan üzerine düşünecektik. Zaten cevabı da çok düşünmeden ve belleğimizi zorlamadan şıkların arasından seçiyorduk.<br /><br />Evliliğin zahmetine katlanmaya gelemeyenler, “arkadaşlık teklifi” adında kolay yoldan gönül eğlendirmeye yönelik bir formül bulmuşlardı kendilerince. Zaten abur cubur bir birliktelik olan bu arkadaşlığın ayrıca abur cuburlaşması nihayet yukarıdaki soruda geçen sanatçıya dokunmuş. Ona göre böylesi bir ilişki bile fast-food yemekler gibi hızla tüketilir olmuş. Sanatçı tespitini yapmış, yayıncı soruyu basmış ve binlerce kişi de bu tespite göz gezdirip denemesini çözmeye devam etmişti.<br /><br />Abur cubur hayat tarzı bireysel değil toplumsaldı. Bireysel olarak kaçmak mümkün değildi abur cubur yaşayan bir toplum içinde. Herkes telefon kullanırken telefonu terketmek daha manasız kalıyordu. Çünkü telefonu terkeden kişi onun yerine yüz yüze görüşmeyi ikame edemiyordu. Zor bir mesele hakkında düşünen birinin dikkati, yanındaki abur cubur konuşmalara kayıveriyordu. Olmadık yer ve zamanda bir keman sesi bütün huzuru bozabiliyordu. Yemek yemek, çay içmek veya seyahat etmek gibi tefekküre en müsait olabilecek anlarda bir televizyon "Şşt şşt! bana bak, beni dinle." diyip zihni bulandırıyordu. İlginçtir ki böyle bir ortamda abur cubur meselelerden konuşmak, yemekle oynamak, bulmaca çözmek kolaydı.<br /><br />Abur cubur hayat tarzına kanımızda varmış gibi meylediyorduk. Alımlı ama içi kof bir meyveye sarktığımız gibi sarkıyorduk. Değersiz bozuk paraları çok görüp değerli bütün bir paraya tercih ediyorduk. Böyle olunca kolay kandırılıyor, bir o yana bir bu yana savruluyorduk. Aklı tam oturmamış bir çocuk gibi vitamin haplarının şekerini emip gerisini atıyorduk. Ama vakit çocuklaşma vakti değil, ahlâk kitaplarını karıştırıp kendimizin küçük vazifemizin büyük olduğunu hatırlama vaktiydi. "Hakîr ol âlem-i zâhirde sen mânâda sultân ol" sözünü oturup ciddi ciddi düşünme vaktiydi.<br /><blockquote>"Çünki sen çendan, nefsin ve sûretin itibariyle hiç hükmündesin. Fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin."</blockquote>cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-11900155125796434132010-09-25T18:21:00.006+03:002016-03-21T10:54:37.896+02:00Fâide ve CâzibeSinema ve dizilerin üniversite öğrencilerinin vazgeçilmezleri arasına girdiği dönemlerdi. Öğrenciler zekalarını isbat edebilecekleri ve zekalarını zorlayabilecekleri bir maden keşfetmişlerdi. Bir film veya dizideki anlaması her yiğidin harcı olmayan mesajı veya espiriyi anlamak insanı entellektüel hissettiriyordu. Bazıları "The Matrix" filmindeki felsefeden bahsediyor, bazıları "Batman The Dark Knight" filmindeki Joker'in tam anlaşılamamasından şikayet ediyordu. Bazıları içinse "V For Vendetta" bir bayrak olmuştu. İnsanın zekasını okşayan filmler olmadığında aksiyon, fantastik, dramatik filmlerle yetiniliyor ve başka dünyalara dalınıyordu.<br />
<br />
Ben de bu dönüşümün ortasında okuyordum üniversiteyi. Önceden hep futboldan konuşan arkadaşların arasında söyleyecek bir söz bulamayan ben artık filmden konuşan arkadaşların arasında söyleyecek bir söz bulamıyordum. Benim bilip tavsiye ettiğim bir film vardı: Hasat. Hacı Bayram-ı Veli'yi anlatıyordu. Ama herkes burun kıvırıyordu bu filme. Aslında ben de iki saat sıkılarak izlemiştim bu filmi. O yüzden sürekli film izleyenlerin iki saat boyunca sıkılmadan pasif bir şekilde ekrana bakmalarına hayret ediyordum. Meğer faydalı olan sıkıcı oluyormuş.<br />
<br />
Günümüz gençliğinin problemlerini anlatan bir yazı okumuştum. Zararlı kitap, dergi ve gazeteler için şöyle diyordu:<br />
<blockquote>
This type of literature has the great potential to mislead one from his religion, faith, and lead one away from excellent morality to the abyss of degeneration which naturally leads to ‘kufr’ (disbelief).<br />
<br />
Also, reading of this kind of literature turns the youths aside from spiritual growth because it impedes his natural inclination to do good.<br />
<br />
The solution to this problem is to immediately shift from reading such literature to material that inculcate the love of Allaah and His Prophet in one's heart and other items (tapes, tracts etc.) that help in actualizing faith and virtuous deeds. They should patiently endure reading or listening to such material because the soul will challenge them in order to coerce them into paying attention to what they were accustomed to before and will make them feel bored and irritated by useful books and positive sources. [<a href="http://blog.iloveallaah.com/2010/07/problems-of-the-present-day-youth/">devamı</a>]</blockquote>
Aynen öyleymiş. İnsan merak edince filme dalıp iki saat sıkılmadan bakakalabiliyormuş ve senaryo saçma oldukça merak celbediyormuş. Kültürleneyim diye seçilmiş yüzlerce filmin içerisinden yetmişten fazla film seçip bir aylık tatilde izledim. Bu yetmişten fazla filmin arasından bütünüyle faydalı tek bir film çıkmadı. Tamamı itikada aykırı veya romantik olmayan, batı ahlaksızlığını her karesinde haykırmayan ve senaryosunda fahişkuble, fahiş mübaşeret ve ötesini içermeyenlerinin hayatın bazı cilvelerini yansıtan sahnelerini belirleyip bir kenara değerlendirme diye not ettim. Bu sahneler için bu filmler tavsiye edilebilir miydi?<br />
<br />
Filmleri izlediğim zamanlar okuduğum ve değerlendirmelerimin bir kısmını içinden aldığım cümlelerle yaptığım Ruh Bakımı kitabından bir cümle filmleri bitirdikten sonra gözüme çarptı. Yazar mü'minlerin öncelikli sorunundan bahsederken "Sorunun özünü bilgi ve fikir noktasında gören niceleri ise, hermenötikten semiyotiğe, sosyolojiden 'yapıbozum'a bir dizi vadide dolaşmakla birlikte iş 'ilm-i hal'e gelince halsiz düşüyordu." (Ruh Bakımı, 108) diyordu. Benim iş de buna benzedi. 'İlm-i hal'i bir kenara itip yıkıcı ve ahlak bozucu sinema endüstrisinden ahlak numuneleri ve ibretlik manzaralar arıyordum.<br />
<br />
İğne ile kuyu kazmak, arayıp da aklıma gelmeyen deyimdi. Aynı kitapta müzik, sinema, spor gibi türlü alanların yıldızlarından bahsederken geçen bir iki cümle yine benim durumumu anlatıyordu sanki:<br />
<blockquote>
“Hayatın anlamı üzerine düşünen bir aktör, imana dair güzel sözler söyleyen bir rock yıldızı, Allah sevgisi üzerine konuşan bir futbolcu… derken, ’yıldızlar’ dünyasından bunca magazin haberi arasından hikmet avcılığı yapmaya çalışmıştık yıllar yılı. Ama olmamıştı. Hem yorulmuş hem yanılmıştık! Çünkü beri tarafta mahzâ hikmet örnekleri dururken; her sözleri, her halleri örneklik teşkil eden hakikat erleri dururken, iğne ile kuyu kazma mesabesinde yorucuydu yaptığımız.” (Ruh Bakımı, 136).</blockquote>
O zamana kadar onsekiz tane değerlendirme yazmış bulundum. Yetmiş küsür filmden değerlendirilip de elenmekten sıkıcı veya çocuksu olanlar kurtuldu. Yazdıklarımı bir kenara atmaya kıyamadım ve bir işe yarar belki diye de burada yayınlıyorum.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">A Series Of Unfortunate Events</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
İstediğini duyurup istemediği sesi ise bastırarak otoriteyi yönlendiren bir karaktere örnek sunuyor. Count Olaf'ın otoriye Baudelaire ailesinin çocuklarını dinletmemesi mübalağalı ve mizahi bir şekilde anlatılmış.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Yazacak bir şey yok.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Alice</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Elektrik anahtarları, lambaları, kapıları, kapı kilitleri, anahtarları, kavanozları ve oyuncakları eski tip olan bir çocuk filmi. 20 sene önce İsviçre'nin standardı olan bu ürünlere şimdiki neslin burun kıvırıyor olması ibretlik.<br />
<br />
Büyük küçük tezatlığını çok güzel işliyor diye üniversitedeki bir matematik hocası kitabını okumamızı tavsiye etmişti.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
İlk başta sürükleyici ama sonra çekilmez hale geliyor.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Angels and Demons</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Ehliyetli kişilerin ehliyetli kişilerden seçmesi şeklinde gerçekleşen katolik kilisesinin yeni lider seçimi, noksan bir sistem olan demokrasiye alternatifin ne olabileceğine örnek sunuyor.<br />
<br />
Kilisenin oy birliğine varamayıp yeni papa seçememesi olayının her ülkenin haber kanalında ayrı şekilde verilmesi, seçme işlemi topluma bırakıldığında herkesin taşı kendine yontup kendi dünyevi arzusuna göre bir lider seçmek isteyip toplumun anlaşmaya varamamasına örnek gösteriyor.<br />
<br />
Camerlengo Patrick McKenna'nın kardinalleri ve tüm katolik dünyasını birleştirmenin yolunun herkesi kilisenin bir savaş içinde olduğuna inandırmak ve İlluminati korkusu salmak olduğunu düşünmesi ve bunun için elinden gelen her şeyi yapması, insanları bir korku bir tehdit bir terör karşısında birleştirmenin başka niceleri tarafından uygulanabileceğini gösteriyor.<br />
<br />
İnsanların kilise hakkında ancak kilise süzgecinden geçen haberleri almaları, kalabalık arasında bir kardinalin bıçaklanması gibi bazı haberlerin medya ile nasıl çarpıtılarak gizlendiği ve Camerlengo'nun oyununun ortaya çıkmasına rağmen nasıl halktan gizli kaldığı yönlendirilmiş medyaya örnek gösteriyor.<br />
<br />
Filmin sonunda papa yardımcısının insan kusurlu olduğu için dinin de kusurlu olduğunu söylemesi, rahibelerin tesettürlü olmasına rağmen kiliselerde çıplak heykel ve tablo bulunması ve bir papanın çelişkiyi hissedip heykelleri iğdiş etmesi, bilim ile hıristiyanlığın çelişmesi ve ikisini barıştırma çabaları hıristiyanlığın tahrip edilmiş ve insan yorumlarına dayandırılmış olduğuna işaret eden örneklerden bazıları.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Film biraz kilisenin reklamını yapmış. Bir de filmin başında yüzen adam haşamasını unutmuş. Başroldeki kadın iyi giyinememiş. Hıristiyanların din hakkındaki bazı fahiş görüşlerini içeriyor.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Bolt</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Aklı kısa hayvan imajlarının (güvercin ve hemstır) mizahi öğe olarak kullanılmalarının başka bir örneği.<br />
<br />
Biraz zorlansa belki küfrün yapacak bir iş bulamayınca her maymunluğa girmesine örnek gösterilebilir. O kadar para ve malzeme harcayıp yakıp yıkarak sadece çocukları TV başında oyalamak için film çekmek gibi.<br />
<br />
Ayrıca belki kanal yöneticisinin yapımcıya olan baskısı ve yapımcının oyunculara olan baskısı ve belki de Holywood gibi bir şehrin dünyayı manipüle etmeye adanması da filmden örnek sunulabilecek kısımlardan.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Açıkçası filmin kendisi lüzumsuz.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Fiddler on the Roof</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Rusya'daki bazı yahudilerin hayatlarını konu alan bir film örneği. Yahudilerin geleneklerine nasıl bağlı olduklarını ve taviz verdikçe ipin ucunun nasıl kaçtığını anlatıyor. Cumartesi akşamında yabancı geleneklerden korunmak için dua ediyorlar ama büyük şehir Kiev'den gelen üniversiteli çocuk düğündeki mahremiyeti kaldırıp karışık dans etmeye davet ediyor. Önceleri sadece çöpçatanın bulduklarıyla evlenilirken artık kızlar babalarının rızasını bile almadan başka dinden biriyle bile evlenir hale geliyor.<br />
<br />
Yahudi Tevye'nin Allah Teâlâ ile sürekli pazarlığa girişmesi yahudilerin bu yapısına örnek teşkil ediyor.<br />
<br />
İnsanlara istemedikleri zulümlerin nasıl işletildiğine de örnek var. Rus idareci, köylerden sorumlu adama "Emirlere itaat etmezsen, edenleri getireceğiz" dedi. O da köylüleri taciz etmek zorunda kaldı.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Filmin hiç bitmeyecek gibi üç saat olması gereksiz. Sürekli olayları şarkı şeklinde anlatma, kutlama ve dansları bu kadar uzun uzun gösterme oldukça gereksiz. İkinci bir defa mümkün değil izlenmez.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Gladiator</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Filmde insanların nasıl göz boyamayla yönlendirilebileceğini anlatıyor. Topluma göze hitap eden şeyler vererek mesela Colosseum'daki oyunları icat ederek, toplumun dikkatinin nasıl başka yöne çekilebileceğini ve elinden senato gibi özgürlüklerinin nasıl farkettirmeden alınabileceğini anlatıyor.<br />
<br />
Ayrıca toplumun istek ve beklentilerinin imparatoru bile zora sokabileceği anlatılıyor. Mesela halkın "Live! Live! Live!" baskıları karşısında genç imparator Commodus, Maximus'u öldürtemiyor. Maximus, kalabalığın gönlünü kazanıyor ve şampiyon Tigris'i öldürmeyerek merhametli sıfatını elde ediyor. Bundan sonra genç imparator Commodus'un Maximus'u öldürmesi imparatorun halk tarafından merhametsiz olarak anılmasına sebep olacağı için imparatorun eli kolu bağlanıyor. Toplumun bu kuvvetli baskısı yüzünden gözünü boyamak önem kazanıyor.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Genç imparator Commodus'un tam örtünemeyen kız kardeşi, imparatorun ona sulanması ve onun Maximus'la son görüşmesi filmde lüzumsuz olan kısımlardan. Ayrıca kalçası açık kölelerin gösterilmesi ve Romalıların çok tanrılı inançlarının filmde yansıması gereksiz.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Grave of the Fireflies</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Film, Amerikan uçakları tarafından Ichirizuka ve Kaminishi şehirlerinin yakılmasını, Nishinomiya'nın taciz edilmesini ve evleri yakılan Japon halkının hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.<br />
<br />
Birkaç sene önce Çin halkına zulmeden Japonya'nın şimdi kendi halkı zulme uğruyor.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Yazılacak bir şey yok.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Great Expectations</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
1946 yapımı bu film şimdikiler gibi olmayıp insanların sadece dış güzelliğini değil iç güzelliğini de anlatıyor. Bayan Gargery'in aralarında kan bağı olan kardeşi Pip'e sert davranması, buna rağmen kan bağı olmayan demirci Joe Gargery'in ve onun ikinci eşi Biddy Gargery'in Pip'e içten, samimi ve vefalı davranması, Bayan Havisham ile yaşayan genç kız Estella'nın kalp kırmak için yetiştirilmesi bu insanların iç güzelliğinden haber veriyor.<br />
<br />
Kibirli ve aşağılayıcı Estella, cemal (yüz güzelliği) ve hüsn (ruh güzelliği) nüansını gösteriyor. Aslında "Ruhun hüsnü yüzün cemaline yansıdığında güzellik tamam oluyor." (Ruh Bakımı, 28).<br />
<br />
Bir zaman hiç terbiye görmemiş olmakla itham edilip kendisine yüz ekşitilen Pip, centilmenlik eğitimi aldıktan ve bir süre Londra'da yaşadıktan sonra kendi geçmişine, vefalı Joe Gargery'e, yüz ekşitmeye başlaması ve para verip de ondan kurtulmayı düşünmesi standartların değişmesinin insanı nasıl değiştirdiğine örnek verilebilir. Belki daha çok kazanırken kaybeden (Ruh Bakımı, 47) insan tipine örnek verilebilir. Pip'in "Bir beyefendi olmak isterken bir züppe olmayı başarmıştım." diye düşünmesi bu durumun centilmenlik eğitimininin doğal bir sonucu olduğunu da gösteriyor. Bir zaman demircilikle uğraşan biri paraya çok muhtaç değilken eline para geçip hayat standartlarını yükseltince nasıl daha fazla paraya ihtiyaç duyduğu da filmde dikkat çeken fikirlerden.<br />
<br />
Filmde ayrıca modanın insanlara neler giydirebileceğini gösteriyor. Tuhaf papyonlar, yüksek bel dar pantolonlar, ön etekleri olmayan ceketler... Film, sadece yarım yüzyıl önce Avrupa'da açık saçıklığın bugünkü kadar ileri olmadığını gösteriyor.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Hikaye biraz karışık ve biraz romantizm var.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">K-20 Legend of the Mask</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
II. Dünya Savaşı'nın yaşanmadığı bir Japonya'da üst ve alt sınıftan oluşan bir toplum konu edilmiş. Alt sınıftaki sokak çocuklarının çektikleri sıkıntılar ve adil bir dünya inşa etmeye olan inançları işlenmiş. Elitlerin fakir insanlardan haberdar olmamaları da unutulmamış.<br />
<br />
Japonya ve Kore'de hıristiyanlar çoğunlukta olmasa bile modern zamanları yansıtan filmlerinde evlenecek çiftlerin hep kiliseye gitmeleri, insanların çoğunlukla haç taşıması, çoğunlukla hıristiyan bayramlarının kutlanması gibi hıristiyan unsurlarının baskın olmasına bu filmde bir örnek var.<br />
<br />
Çocuk korosunun yerel kiliseye para toplaması olayı üst sınıfta hıristiyanlığın yaygın olduğunu gösteriyor. Fakir hırsızlar ise kendi yemek sundukları şeye tapıyor. Üst sınıftan bir kadının alt sınıftaki insanların arasına girmesi olayında çıplak görünmeyi ve çıplak birine bakmayı yadırgayan bir anlayışın iki kesimde de olduğu görülüyor. Gayr-i müslim bir toplumda bile iffetin böyle önemli olması ibret verici.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Üst sınıftaki kadının elbise giyme formalitesi, bazı sahnelerde gelinlikle görünmesi ve hırsızların evinde köpükten çıkması filmde gereksiz olan kısımlardan.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Kamui The Lone Ninja</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Japonların evlilik niyetlerini imalı şekilde belirtmelerine Moon-Sun deniz kabuğu örneğini vermiş.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Köylüler bazı sahnelerde ilkel insan portresine uyarak elbisesiz dolaşıyor.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Shooter</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Keskin nişancı Bob Lee Swagger'in arkadaşıyla beraber Eritre sınırının 8 km içinde bir köyü katletme işini üstlenenlerin geri çekilişine yardım ettiğini bilmeden görevini yerine getirmesi askerlerin hiç istemeyecekleri bir şeye hizmet ediyor olabileceğine örnek veriyor.<br />
<br />
Böyle kirli bir işte tanık bırakmamak için ölüme terkedilmesi askerlere nasıl hiç değer verilmediğine örnek gösteriyor. Eski keskin nişancı engelli Mikhaylo Sczerbiak da bunu "Tek iş için tuttular. Yaralıları severler. Kullanması daha kolaydır. Ve işin bittiğinde fırlatıp atarlar. Timmons, sen , ben..." diye dile getiriyor. Memur Timmons da Swagger'ı sırtından vurmak için tutulup sokakta bir saldırgan tarafından öldürülmüştü.<br />
<br />
Suikast gerçekleştikten sonra ajanslara ve FBI'ya gelen ve FBI ajanı genç çocuk Nick Memphis'a "Tüm bu bilgiler nerden geldi. Sanki sihirle geldi." dedirten bilgiler, Nick Memphis resmi ifadesini verirken ona ne görüp ne görmediğinin söylenmesi ve Timmons'un röportajında yayan devriye gezdiğini, bir pencereden tüfek namlusunun çıkarıldığını gördüğünü, kontrol etmek için yukarı çıktığını ve Swagger'ı vurduğunu söylemesi hazır bir senaryonun medya, FBI ve diğer tutulmuş elemanlar tarafından uygulamaya konulmasına örnek sunuyor.<br />
<br />
Etiyopyalı köylülerin köylerinin altından petrol boru hattı geçmesini tarlalarından uzak bir yere taşımak için geçerli bir neden görmemesi sonucu Etiyopya'daki Lemonier isimli ABD kampının askerleri tarafından ummadık bir şekilde katledilmeleri, üslerin içinde açıldığı ülkeye verdiği zarara ve sonraki köyleri korku ile göçe zorlamaya örnek gösteriyor.<br />
<br />
Engelli Mikhaylo Sczerbiak'ın "Anlamıyorsun. Kesecek tek bir baş bile yok. Bu bir yığın. İçlerinden biri para ve gücün arttırılması ilkesine ihanet ederse, diğerleri de ona ihanet eder. Bunun adı insan zaafı. Bunu asla bir silahla öldüremezsin." sözleri ve Ruh Bakımı kitabındaki "Korku ve tamah, dışarıda gerçekleşen bir büyük savaş öncesinde iç dünyalarda gerçekleşen savaşın en büyük iki silahıydı besbelli." (Ruh Bakımı, 65) cümlesi insanların güç arayışına yönelten korku ve para peşinde koşmaya yönelten tamah zaaflarına yenilmeleri onları haksız savaşlara ittiğini ve savaşın içerde başladığını anlatıyor.<br />
<br />
Montanalı Senatör Meachum'un "Burası öyle bir ülke ki savunma bakanı denen adam televizyona çıkıp Amerikan halkına bütün bunlar petrol için değil özgürlük için diyor. İnanıyor musun? Ve kimse onu sorgulamıyor. Cevabı duymak istemiyorlar. Çünkü bu bir yalan." sözleri Amerikan halkının gerçeği öğrenmek gibi dertlerinin de olmadığına gösteren bir örnek.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Sara'nın çok fazla görünmesi gereksiz.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">The Incredibles</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Filmde sigorta şirketlerinin yediği nanelere, amerikan hükümetinin gizli proje yürüttüğü imajına, medyanın etkisine örnekler içermektedir.<br />
<br />
Filmde yanlış "özel insan" anlayışına üç yerde örnek var. Birincisi Helen Parr'ın oğluna "Herkes özeldir Dash. Bu hiç kimse değildir demenin başka yolu." demesi, ikincisi okul arkadaşı Tony, Violet'e "Farklı gözüküyorsun... Farklılık harikadır!" demesi, üçüncüsü de Syndrome'ın "Ve yaşlanıp eğlenmekten bıktığımda, buluşumu satacağım. Böylece herkes süper kahraman olabilecek, herkes süper olabilecek. Ve herkes süper olduğunda artık hiç kimse süper olamayacak." demesi.<br />
<br />
Filmde 'özel'lik, parada, ünvanda, makamda, giyimde üstünlük sağlayıp büyüklük taslayabilmek şeklinde düşünülüyor ve bu manada "Herkes 'özel' olmak istediği için de, herkes birbirine benziyor, 'özel'liğin bir özelliği kalmıyor." (Ruh Bakımı, 83). "Her insan, ayrı bir âlem; her insan küçük bir kâinat..." (Ruh Bakımı, 95) olduğunu bilelim ve 'zaten özel' olduğumuzun farkına varalım. Takvâdan başka 'özel'lik peşine düşüp de 'özel'liğimizi yitirmeyelim.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Filmin çeşitli yerlerinde dar elbise dikkat çekici şekilde ön planda tutuluyor. Film ayrıca okul bahçesiyle, okul töreniyle, aile içi çatışmalarıyla, yaşam tarzıyla ve daha başka konularda yoğun bir amerikan kültürü kokuyor.<br />
<br />
Türkçe altyazıda Allah lafzı yerine günlük hayattaki kullanılmayan tanrı lafzı tercih edilmiş. Mesela "Tanrım ne kadar şişmanlamışsın" diye çeviri yapılmış. "Eskiden tanrılar için tasarım yapardım" denerek orijinalinde de bulunan bir şirk sözü olduğu gibi dillendirilmiş. "We're running for our lives through some godforsaken jungle." cümlesi "Şimdi de hayatımızı kurtarmak için tanrının unuttuğu bir ormanda koşuyoruz." şeklinde çevrilerek "kahrolası orman" manasına gelen bir söz "tanrının unuttuğu bir orman" şeklinde düşünülmüş ve Allah Teâlâ'ya unutma izafe eden bir kullanım tercih edilmiş.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">The Kite Runner</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Afganistan'daki üniversitelerde bile patırtı çıkararak "üniversitelerde patırtı çıkarma" özelliğinin komünistlerin ortak özelliği olduğuna örnek sunuyor.<br />
<br />
Film, robot gibi yaşamayan Afganistan halkından ve Pakistan halkından manzaralar sunuyor. Kabil'deki çocukların şehre neşe vermesi de çocukların neşe kaynağı olmasına örnek veriyor.<br />
<br />
Daha doğru bir dini hayat yaşamayıp da din adamlarına laf edenlerin bu tavırlarının dini kendine göre tanımlamalarından ve kendilerini büyük görmelerinden kaynaklandığına örnek sunuyor. Kendilerince iyi şeyler de yapıyorlar. Mesela Emir'in babası yetimhane inşaatı için yardım ediyor. Ama içki içme meselesine gelince oğluna tek günahın hırsızlık olduğunu söyleyip hırsızlığın tanımını da kendine göre yapıyor.<br />
<br />
Bir yanda Afganistan'da Asaf'ın Afganistan'ın asıl yerlisinin Peştunlar olduğunu söyleyip yassı burunlu olan Hazaralılara kin gütmesi, diğer yanda Pakistan'da bir taksi şoförünün Afgan halkının ve Pakistan halkının kardeş gibi olduğunu ve müslümanın müslümana yardım ettiğini söylemesi iki ayrı milliyetçilik anlayışına örnek sunuyor.<br />
<br />
Müslümanları anlatan filmlerin ödül alanlarının hep günahkar ve itikadı bozup kişiler etrafında geçmesi bunun kasıtlı olup olmadığı sorusunu sorduruyor. Filmde hep bir çarpıklık var. Müslüman olarak gösterilen kişilerin içki içerken ve açık saçık dansedilen düğüne evsahipliği yaparken gösterilmeleri, cenazede fatiha okutup hıristiyanlar gibi siyah giyiniyor gösterilmeleri, generalin tesettüre riayet etmeyen eşinin kızı Süreyya'nın peşinden giderek onu Emir'le sokakta yanlız bırakmıyor gösterilmesi, Taliban adamlarının insanları yargılamadan vurup adaletten söz etmesi, kendi çarpık hırsızlık anlayışından yalan söylemenin kötü olduğunu çıkaran babanın oğlu Emir'e Hasan konusunda onca yıl yalan söylemesi filmde geçen bazı çarpıklıklar.<br />
<br />
General'in tesettürlü olmayan kızı Süreyya'nın Sorhab için "Bir kere bile bana baktığını görmedim" demesi ve Emir'in "Ona zaman ver" diye cevap vermesi Emir'in tevbesinden sonra artık kendilerini düzeltmek yerine çocuğun kendi dünyevi hayatlarına alışacağına inanmaları ve filmin bu umutla bitmesi filmdeki çarpıklıkların kasıtlı olduğunu düşündüren bir örnek.<br />
<br />
Çocuklarının neşesinin yetişkinlere neşe vermesine örnek sunuyor. Kabil'deki çocukların neşesi şehre neşe veriyor.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Doğum günü düğününün ve evlilik düğününün gösterilmesi gereksiz olmuş.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">The Last Samurai</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Bir tolumun kazanırken kaybetmesine örnek var. Japonya uygar bir ülke olmak için Batılaşmaya çalışıyor. Filmde Japonya'nın bunun için ABD'den askerleri eğitecek insanlar getirtmesi, ABD ile silah anlaşması hazırlaması, ordunun yeni silahlar kullanmaya başlaması gösteriliyor. Batılaşma sadece orduda olmadığı gibi samuraylar da sadece ordu yenileniyor diye ayaklanmıyorlar. Nathan Algren'ı karşılayan Simon Graham, imparatorun Batıya delice hayranlık duyduğunu, samurayların da değişimin fazla hızlı olduğunu düşündüğünü söylüyor.<br />
<br />
Batılılaşma yolunda kazanırken kaybetme, Ruh Bakımı kitabındaki şu iki cümleyle anlatılıyor: "Kazanırken dahi kaybetmemize yol açan bu tabloların özellikle topluma bakan vechelerinin merkezinde, Batıya endeksli bir zihin ve ruh hali vardı." ve "Bu toplum da velev ki Batıya üstün gelme, Batıyı fethetme, Batıyı aşma adına girişmiş olsun, Batıyı merkeze alan bütün bu çabaların peşisıra Batıcı olup çıkmıştı işte." (Ruh Bakımı, 49).<br />
<br />
Nathan Algren'in Omura ile tanıştığı zaman çok kaba ve alaycı davranması, samuraylar tarafından esir alındığındaki basiretsizliği, Batılıların kendi vahşetlerini görmezden gelip kızılderililer ve samuraylardan vahşi olarak söz etmeleri Batının özelliklerini gösteren örneklerden. Öte yandan Algren, samuraylar için şunu söylüyor: "İlgi çekici insanlar... Uyandıkları andan itibaren kendilerini her ne işle ilgileniyorlarsa onu mükemmel şekilde yapmaya adıyorlar. Böylesi bir disipline daha önce hiç şahit olmadım." Zaten "Hayatımdaki ironiler tarafından kuşatıldım." diye de itiraf ediyor.<br />
<br />
Aşırı hayranlığın sebep olduğu yabancılaşmaya örnek var. Yabancılar dalga geçiyor da ülke rezil oluyor diye samurayların saçlarını kesmelerine ve kılıç taşımamalarına dair kanun çıkıyor ve sokak ortasında infaz ediliyor.<br />
<br />
Düşmanların bir imparatoru veya bir lider adayını niçin desteklediklerine örnek var. İmparator, batılıların doğru bulduklarını yaptığı sürece güç sahibi olabildiğini söylüyor. Öğretmenine bile kendinin ne yapması gerektiğini soruyor. Batılı güçlere direnebilmek için batıyı taklit ettiğini söyleyebilen Omuro'yu görevinde tutuyor. Hatta Omuro'ya karşı mecliste hiç ses çıkaramıyor.<br />
<br />
İnsanların zulme nasıl taraftar olduklarına örnek var. Başka zulümlerin gizlenip kızılderililerden ve samuraylardan vahşi olarak bahsedildiği, tekrar doldurmaya gerek olmadan altı yedi kişinin "haklanabileceği" tüfeklerin tanıtılıp pazarlandığı, zalimlerin kahraman olarak sunulduğu bir ortamda büyüyenler zulme taraftar oluyor elbet. Sadece filmdeki karakterlerin taraftarlığı değil bizim filmdeki zulme meyletmemiz de sözkonusu olabiliyor. Farketmeden en çok gösterilen ve müzikle desteklenen kişiyi ve olayı tutuyoruz ister istemez. Neticede bu filmdeki samuraylar da çok masum sayılmaz.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Filmin başında geçen mitolojik açıklamada yaratmak vasfı üç alakasız şeye verilerek sapık bir fikir veriliyor. Romantizm gereksiz.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">The Man Without a Past</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Filmde iki nefsani temayül örneği var. Birincisi, ilahilerini klasik bir tarzda söyleyen müzik grubunun, yeni hedef kitleler seviyor diye popüler şarkıları dinleyip tarzını değiştirmesi. Müzik kimseyi öldürmedi diye müdür tarafından da kabul görüyor. Bu yeni tarzın insanları dansa sevketmesi doğru iş yapıldığına dair bazılarını tereddüde düşürse de genel kabul görüyor. İkincisi, yardım kuruluşundaki kadın Irma ile hafızasını kaybeden Jaakko'nun birbirine yakınlaşmaya başlaması. Kadın makyaj yapmaya ve erkek de araba kiralamaya başlıyor. Adamın evli olduğu ortaya çıkınca nefse zor gelse de bu sefer kuralları zorlamıyorlar. Irma, evlilik kutsaldır diyerek adamın yanında daha fazla kalmamayı tercih ediyor. Jaakko ise istemese de evinin yolunu tutuyor.<br />
<br />
Sıkıntıda olanların bürokrasi yüzünden daha fazla sıkıntıya düşmesine iki örnek var. Birincisi, ismi olmayan adam iş bulamıyor, banka hesabı açamıyor, polis merkezinden ayrılamıyor. İkincisi, işleri ters giden adam bankadan aldığı krediyi ödeyemeyince mallarına haciz geliyor. Banka adamın hesabını donduruyor ve makinelerini çok ucuza alıp sonra üç katı fiyatına başkasına satıyor.<br />
<br />
Bunca bürokrasiye rağmen gayri resmi ama dürüst yollarla geçinen ve birbirine destek olan yardımsever insanların hayatlarına örnek var.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Çok fazla içki içiliyor. Kadını öpmesini göstermesi gereksiz. Müzik olayları uzun sürüyor.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">The Pianist</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
İkinci Dünya Savaşı'nın Polonya'da yaşayan sivillere verdiği zararı, harap edilen şehirleri, açlık ve sefaleti anlatıyor. Yahudilerin etiketlenmeleri, duvarlarla örülü yahudi bölgesine sürülüp açlığa mahkum edilmeleri, sebepsiz öldürülmeleri ve trenlerle ölüme gönderilmeleri anlatılıyor. Belki de bunun intikamını almak istiyorlar insanlıktan.<br />
<br />
Zalimlerin imtiyazlar vererek zulmüne destek olacak birilerini bulmasına örnek sunuyor. Mesela Itzak Heller, Szpilman ailesine polis gücüne katılıp kurtulabileceklerini söylüyor.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Film çok uzun olmuş. Sonlara doğru gereksiz uzunlukta piyano çalıyor.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Up</span><br />
<u>Filmin örnek sunduğu kısım:</u><br />
Bu film İslam'dan mahrum kalan bir insanın nasıl boş şeyleri hayatının gayesi edinebildiğinin bir göstergesi. En son terminal filminde cazcıların imzalarını bir kavanozda toplamayı hayatının gayesi edinen bir insanda görmüştüm benzerini. Ruh Bakımı kitabında da bununla alakalı şöyle yazıyordu: "Bir medeniyet ki, hayatlarına anlam arayışı içinde insanlarının gözü dışarılardaydı. Nobel kazanmış bilginlerinin tekmili birden veremediği anlamı ve mutluluğu bulmak için, insanları yollarda'ydı. Kimi Nepal'in yollarında arıyordu mutluluğu, kimi Tibet'in zirvelerinde anlam arayışındaydı. Ve herşeye rağmen, niceleri de İslâm'ın aydınlığında..." (Ruh Bakımı, s.22)<br />
<br />
İzlenme kaygısıyla bu acıklı konu, aptal kuş ve köpekler gibi mizahi öğelerle süslendirerek veriliyor. Bu da insanoğlunun ne kadar suni şeylere güldüğünün ve içinde mizahi öğe olmayan şeylere artık itibar etmediğinin bir göstergesi olsa gerek. Filmde ayrıca dünya hayatının nasıl çabucak geçtiğine ve dünyevi olanların nasıl göçüp gittiğine dair mesaj da var.<br />
<br />
Düğünde iki tip aile örneği var. Biri çocuklu ve neşeli kalabalık aile, diğeri çocuksuz ve neşesiz küçük aile. Konuşkanlık da ikisini ayıran bir özellik.<br />
<br />
Modernleşen dünyada büyük binalar yapma hırsına örnek verilmiş. İnşaat patronu, yaşlı Carl Fredricksen'i yaşlılar evine gönderip evini elinden almak için fırsat kolluyor. Fredricksen'in kendine göre boyayıp düzenlediği ahşap evin yerine büyük standart ruhsuz beton bina yapılmak isteniyor.<br />
<br />
<u>Filmde lüzumsuz olan vasıflar:</u><br />
Romantizm gereksiz.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-72871336893179250402010-08-23T15:11:00.008+03:002010-08-23T15:41:01.559+03:00Bir Banka Hesabının NeshiBankaları hiç sevmiyorum. "Para... para... Gel para verelim, para isteyen var mı?" diyorlar. Kim böyle borç para vermeye meraklı olur ki? Ödenemeyen borçların gittikçe artan faizlerinden ve ödemesi gittikçe zorlaşan borçlardan para kazanan bankalar... Bir insan bankaların tuzaklarına aldanmayagörsün.<br /><br /><span style="font-weight: bold;font-size:100%;" >Herkese Elma Hesabı</span><br />Üniversiteye ilk başladığım yıllar (2005) kolay diye Garanti bankasının bankamatik kartını kullanıyordum. Cahillik işte. Memleketten bu yolla para gönderiyorlardı. Bir gün memleketinden ben gibi Garanti bankasının bankamatiği yoluyla para alan bir arkadaş, hesabının kendi talebi olmadan elma hesabına dönüştürüldüğünü fark etmiş. Okul çıkışında beraber bankaya gittik. Elma hesabını kapatmak için epey uğraşmıştı sonra ne olduğunu hatırlamıyorum. Elma hesabı, hesaptaki paranın üzerinde faiz işletilip bir kısmı kullanıcıya verilen bir hesap. Benim bankamatik hesabında elma hesabı olmadığını biliyordum. İçimde de bir gurur vardı benim hesap sağlam diye.<br /><br />Bankamatikten işleri halletmek kolay geliyordu. Öğrenci belgemin, transkriptimin ve okulun dönem kayıt ücretini hesabımdaki paradan yatırıyordum elim paraya değmeden. Bankada sıra beklemekten rahattı. Bankamatik kullanarak cep telefonu hattıma kontör bile yüklüyordum. Bankamatik hesabımdaki paranın küsuratlı olmasının sebebi olarak böyle küsuratlı harcamaları görüyordum. Ama şu olay ilginçti. Bazen hesabımdaki para eksik gözüküyor ve hesabımda olması gereken paranın tamamı yine de çekilebiliyordu. Paranın tamamını çekince de hesaptaki para eksi görünüyordu.<br /><br />Mesela bankamatik hesabıma 300 lira yatırılıyor. Bankamatik de bunun 200 lirasına el koymuş gibi hesapta 100 lira var diyor. 300 lira çekince de borcum kalmış gibi -200 lira para kaldı diyor. Bir süre sonra da hesaptaki bu eksi sayılar sıfır oluyor. Bir arkadaş “B tipi likit fon” işletiliyor olabilir dedi. Bende de elma hesabı yokmuş ama “B tipi likit fon” varmış. Nerden bilebilirdim elma hesabı nedir, fon nedir, likit nedir.<br /><br />İnternetten hesabın ayrıntılarına ilk defa bakınca hesabımın “B tipi likit fon” işletilen bir hesaba dönüşmüş olduğunu (belki başından beri öyleydi) gördüm. Benim adıma hesabımdaki paradan fon satılıyormuş. Bu yüzden hesabımdaki para eksik görünüyormuş. Hesabımdan para çekip eksiye düşünce fonlar satılıp hesabıma geri yatırılıyormuş. Hem de faiziyle birlikte.<br /><br />O zamana kadar hesabıma yatmış olabilecek faizleri hesapladım. Dünyevi kâr edemeyecek kadar az ama paranın safiyetini bozacak kadar fazlaydı. Garanti bankasındaki bu bankamatik hesabını kullanmamaya karar verdim. İnternetten de hesabı kapatmaya çalıştım ama beceremedim. Kullanılmayan hesap on senede kapanıyor diye hesabı öylece bıraktım. Yanlışlıkla bir işlem yapmazsam 2017 yılında kapanacaktı.<br /><br /><span style="font-weight: bold;font-size:100%;" >Hesap Kapatma 1</span><br />Aradan üç sene geçti. Bankaya unutulmuş birkaç kuruş borcu kalan birkaç yıl sonra ise evine 500 lira haciz gelen insanların haberlerini okudum internetten. Daha da zararlı çıkmamak için nasıl davadan çekindiklerini ve parayı nasıl paşa paşa ödediklerini yazıyordu. Ben de olmadık yerden borcum çıkmasın diye bankamatik hesabımı kapatmaya karar verdim. Ne kadar uğraştırıcı olursa olsun eninde sonunda kapatacaktım.<br /><br />2010 yılının Nisan ayında bizim okul içindeki Garanti bankası şubesine gittim. “Ben hesap kapatmak istiyorum” dedim. Yanımda ne kart vardı ne de hesap numarasını biliyordum. “Tabi” dedi görevli. Dilekçe yazdı ve altına imzamı istedi. Bu muydu? Bu kadar basit miydi? Görevli en geç bir hafta içinde kapanacağını söyledi. “İyi” dedim ayrıldım bankadan. Sonradan öğreneceğim ki hesap kapatmanın en garantili yolu hesap açtırılan şubeye başvurmak.<br /><br /><span style="font-weight: bold;font-size:100%;" >Para Yutan Bankamatik</span><br />Bankaları hiç ama hiç sevmiyorum. Ama insanın işi düşüyor. Okulla ilgili ücretler bankaya yatırılıyor. Mesela 11 Mayıs 2010’da yaz okulu kayıt ücretini bankamatikte kartsız işlemden yatırmıştım. Bankamatikten kartsız işlem yapabilmek için banka hesabınızın olması gerekmiyor. Hesabınız olsa bile yapılan işlemler hesap üzerinden yapılmıyor. Para üstünü de %90 ihtimalle oracıkta veriyor. %10 ihtimalle de bankamatiğin para üstü verecek parası olmuyor.<br /><br />Yine Mayıs ayında KPSS’ye başvurmaya karar verdim. Başvuru sırasında gereken belgelerin arasında bir üniversitede okuduğuma dair transkript veya öğrenci belgesi gibi bir belge de yazıyordu. Sonradan böyle bir belgeye gerek olmadığını öğreneceğim ama bilmiyorken yine Garanti bankasının bankamatiğinden kartsız işlemle transkript ücretini yatırmaya gittim. Bu da bir yılan hikâyesinin başlangıcı oldu.<br /><br />Bizim okulda öğrenci belgesi ve transkript alabilmek için bankaya veya bankamatiğe istediğiniz kâğıt için 2,5 lira para yatırmanız ve ertesi günü öğrenci işlerine gidip talep ettiğiniz bu kâğıdı almanız gerekiyor. Ben de bankamatikten okulu ve paranın niçin yatırılacağını menüleri kullanarak seçtim. Öğrenci numaramı da girdim. Bankamatik para yatırma haznesini açınca cebimdeki eski bir beş lirayı kakaladım. Daha önceden de yaptığım bir şeydi. Para çok eski olursa kabul etmeyip geri veriyordu. Ama bu sefer öyle olmadı. Bankamatik ne para kabul edilemez deyip paramı geri verdi ne de paranız üstü veriliyor dedi ne de paranız yatırıldı deyip fatura çıkardı. Bankamatiğin yuttuğu beş lirayı işleme sokmadığı belliydi. Ben de en başından gitmeye üşendiğim banka şubesinin yolunu tuttum. KPSS’ye zamanında başvurabilmek için transkriptimi zamanında almalı ve bunun için transkript ücretini o gün yatırmalıydım.<br /><br />Bankaya kapanmasına kırk dakika kala varabildim. Gişedeki bir adama durumu izah ettim. Adam ismimi cismimi sordu. Ne alakası vardı. Ben ismimi cismimi değil sadece öğrenci numaramı girerek beş lirayı yatırdım bankamatiğe ama sorun çıkarmayayım diye ismimi cismimi söyledim. Adam benim Garanti bankasından hesabım olduğunu ve üç hafta içerisinde bankamatiği kontrol etmeye gelenler sıkışan para bulurlarsa hesabıma beş lira yatacağını söyledi. İki üç hafta önce kapanması için başvurduğum hesabımı kapatmadıklarını da öylece öğrendim. “İyi” dedim. Bir transkript ücreti yatırıp bankadan ayrıldım.<br /><br /><span style="font-weight: bold;font-size:100%;" >Banka ve Bürokrasi</span><br />Ertesi gün ders çıkışı hemen öğrenci işlerine transkriptimi almaya gittim. Görevli, hazırlanmış yani çıktısı alınıp altına imza atılmış transkriptlerin arasından benimkini aradı ama bulamadı. Banka dekontumu gösterirsem hemen transkript hazırlayacağını söyledi. Böyle aksiliğin böyle ters zamanda benim başıma gelmesi aklımın ucundan geçmedi değil ama aksilik bu ya. Dekontum yanımda değildi. O sıcak havada ve o dar vakitte yurda kadar gidip öğrenci işlerine geri geldim. Transkriptimi nihayet alabildim. Artık dersime yetişmeliydim. Yetişmeye çalıştığım derste sunum yapacak olmasam dersi hiç düşünmeden asardım. Alelacele derste de yetişebildim.<br /><br />Ertesi gün İstanbul’a aşırı yağmur yağdı ve KPSS başvuruları uzadı. Ben de bir sabah erkenden başvurabileceğim bir okula gitmek üzere yola çıktım. Okulu bulabildiğim zaman geç olmuştu. İki saat bekledikten sonra sıra bana geldi. Görevli benden sadece kimlik istedi. O kadar uğraşarak aldığım o transkripti hâlâ saklıyorum. Zaman geçti ve okulun bahar dönemi bitti. Yaz okuluna kadar iki hafta vardı ve ben memlekete gittim. Bankamatiğin parama el koymasının üzerinden üç hafta geçmişti. Artık parayı hesabıma yatırmış olmalıydılar. Memleketteki Garanti bankasına gidip sordum. Hesabımda hiç para olmadığını söylediler. “Ama” deyince daha önce görüştüğün şubeye git dediler.<br /><br />Üç haftalık bekleyişin ardından şimdi de yaz okulunu bekliyordum. Yaz okulu gelse de okulun içindeki banka şubesine gidip hesap sorsam diyordum. Vakit geldi ve o şubeye gidip “Beş lira hesabına üç hafta içinde beş lira yatar.” diyen adamı buldum. Durumu izah etmeden neticeyi sordum. Hesabıma para yatmış ama hesap işletim ücreti olarak kesilmiş. “Ben işletmedim ki hesabı, zaten bu olaydan çok önce kapanmış olmalıydı.” desem de yapacak bir şeyi olmadığını söyledi. Hesap işletim ücretini o gün öğrendim. Çoğu banka altı ayda bir veya yılda bir bütün hesaplardan 34 lira hesap işletim ücreti kesiyorlarmış (Ancak Ziraat Bankası öğrencilerden kesmiyormuş). Neyse ki olaydan borçlu çıkmadım.<br /><br /><span style="font-weight: bold;font-size:100%;" >Hesap Kapatma 2</span><br />Madem paramı geri alamadım deyip hesabımı kapatma başvurusunda bulundum. Önceki sefer yaptıkları gibi dilekçe yazdılar. “Ya yine kapanmazsa…” dedim. Onlar da kendilerinin sadece dilekçe yazabildiklerini, dilekçenin işleme sokulmama ihtimali olduğunu ama hesabı açtığım şubeden yani memleketimden anında kapatabileceğimi söylediler. O gün dilekçeyi yazdırdım ve yaz okulunu bitirip memlekete gitmeyi bekledim.<br /><br />Zaman geçti ve ben KPSS’ye girdim çıktım. Yaz okulu bitti ve memleketime geldim. Arkadaşla beraber önce Halkbank’a uğradık. Zamanında burs başvurusu için Halkbank’tan hesap açtırmıştım. O gün hesaba beş lira yatması gerektiğini söyledilerdi. Hem hesabımı kapatır hem de o beş liramı alırım dedim. Meğer bu para da çoktan hesap işletim ücreti olarak kesilmiş. Boş hesap da beş sene kullanılmayınca zaten kapatılmış. Sırada Vakıfbank vardı. Arkadaş oradan bir lira otuz kuruşunu çekip hesabını kapattı. Sonra Garanti’ye uğradık. Dilekçe işe yaramış ve hesabım zaten kapatılmış. En son da Yapı Kredi’ye uğradık. Arkadaşım bir lira elli kuruşunu çekti ve hesabını kapattı. O gün de hesap kapatma günü oldu.<br /><br />Bazen yolda yürürken birileri lafa tutuyor. “Afedersiniz! Bişey sorucam. Bu okulda mı okuyorsunuz?” diye söze başlayıp yeni banka müşterileri arayanları insan diye dinliyorum. İhtiyacım olmadığını veya yardımcı olamayacağımı söyleyeceğimi bildiğim halde dinleyip cevap veriyorum. Şimdi tekrar düşünmeye başladım. Belki sadece sayıyı bulup bankadan yevmiye almak isteyen bu insanlar “kart ücreti yok” gibi yalanlarını yuttururken ve daha da önemlisi reklamlara ve broşürlere para dökerek insanları kandırıp sıkıntılı anlarında varını yoğunu sökmekle beslenen bankalara hizmet ederken değer verilmeyi hak ediyor mu?cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1534215101039649730.post-6556205807381000652010-06-15T15:53:00.003+03:002012-01-01T18:23:27.164+02:00Vasıtaların Gayeyi İşgaliBazen araçlar üzerinde o kadar yoğunlaşılır ki amacı kaybettiğimizin farkında bile olmayız. “Mnemonics” ile ezberleme tekniği gibi. Sınavda akla gelmesi için İç Anadolu Bölgesi’ndeki göllerin baş harflerinden anlamlı bir kelime çıkarırız. Hep o kelimeyi tekrar ederiz, onu ezberlemeye çalışırız. Sonra o kelime aklımıza gelir ama biz o kelimeden göllerin isimlerini çıkaramadığımızı sınavda anlarız. Ders anlatırken verdiğimiz örnekler dersi daha açık hale getirmekten ziyade öğrencilerin kafalarını daha da karıştırabilir. Siz o örneği terk edip konuya döndüğünüzde öğrenciler hala o örnekte takılıp kalmış olabilir. O örneği ezberleyip sınavda onu soracağınızı umabilirler.<br />
<br />
Bazen ÖSS gibi bir ölçme aracı amaç haline gelip öğrenciler, veliler ve okul idarecileri öğretmenlerden öğrencileri bu sınava hazırlamalarını isteyebilir. Öğretmenler de konuları öğretmekten çok sınavda nasıl başarılı olabileceklerini göstermeye başlayabilir. Sonra yardımcı ders kitapları da artık bu yeni amaca göre hazırlanmaya başlayabilir.<br />
<br />
Bazen amaçlar unutulunca araçlar amaç olur. Şöyle bir fıkra anlatılır:<br />
<blockquote>
Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak bir bekçi işe almaya karar verir. Bir süre sonra düşünülür;<br />
“Peki, talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak?”<br />
Bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere iki kişi işe alınır. Bir süre sonra;<br />
“İşleri yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz?” diye düşünülerek iki denetmen işe alınır. Biri denetim yapmakta diğeri raporları yazmaktadır. Bir süre sonra;<br />
“Bunların maaşları hesaplanıp nasıl ödenecek?” diye tartışılır ve bir muhasebeci şefi, bir kâtip, bir de istatikçi işe alınır. Gene bir süre sonra;<br />
“Peki, bunlardan kim sorumlu olacak?” denilir ve bir müdür ve iki de müdür yardımcısı işe alınır. Bir süre sonra ise,<br />
Ülkede ekonomik kriz çıkar ve bütçedeki masrafları kısmak için bekçi işten çıkartılır...</blockquote>
Bazen iyi bir amaca ulaşmak için giriştiğimiz yolların kendileri amaç haline geliveriyor ve bu yollarla ziyade iştigal bizi asıl amaçtan daha da uzaklaştırabiliyor. İyi bir niyetle namaz hakkında atıp tutanlara kimler ne cevap vermiş derken namaza gereken ehemmiyeti veremeyebiliyoruz. “Risale Okumaları 4” kitabının “Öncelikler” başlıklı makalesinde Metin Karabaşoğlu diyor ki:<br />
<blockquote>
Âfakla ziyade iştigalin, velev İslâmî ve imanî bir hamiyetle de olsa, kendi iç âlemimizde bir daralma ve zayıflama sonucunu getirdiğini; bunun ise bizi âfâkî hadisatın tazyikatından daha rahat etkilenebilir, âfâktaki bozucu etkilerin taşıdığı marazlara daha kolay yakalanabilir hale getirdiğini hepimiz bilfiil tecrübe etmişizdir. Bu süreçte, farkına bile varmadan içine girdiğimiz bir kısırdöngü sözkonusudur esasında.<br />
<br />
Biraz daha açacak olursak, yaşadığımız bu kısırdöngü şu şekilde cereyan ediyor: Hayatın normal akışı içinde neye ne kadar yer vereceğimizi tesbit edip bir ‘denge’ye kavuşmuşuz ve o denge üzere her şeye kameti kıymetince değer vererek yaşayıp gidiyoruz. Derken, dış dünyada daha önce kestiremediğimiz bazı olaylar vuku buluyor. Bu olaylar, hele ucu İslam’ın fütuhatına veya İslâm’a hücuma dokunuyor ise, merak dikkatimizi ziyadesiyle celbediyor. Böylece, baştaki denge hali elimizden kayıp gidiyor. Dış dünya ile, daha önce ilgili olmadığımız derecede ilgilenir hale geliyoruz. Bu ise, iç âlemimize olan dikkat ve ihtimama bedel gerçekleşiyor. İç âlemimiz bozulunca da, dış âlemdeki hadisat, bizim gerçekleşeceğini umduğumuz şekilde gerçekleşmiyor.</blockquote>
Bazen iyi yollara tutunuyoruz ama amacımızı tam bilemiyoruz. O zaman amacı o yol sanıyoruz. Okuduğumuz kitaplar bu şekilde hayata geçmeyen bilgiler olarak kalabiliyor. “Kur’an-ı Kerîm’i Nasıl Anlamalıyız?” kitabının 36. sayfasında Taha Hoca diyor ki;<br />
<blockquote>
Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” Daha sonra Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerini şöyle tamamlıyor: “Şimdi size uyguladığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey göstereyim mi? Aranızda selamı yayın.”<br />
<br />
Bu hadis-i şerifi birçoğumuz okumuşuzdur. Ama okumalarımız genellikle yoğun ve hızlı olduğundan oturup üzerinde düşünmek, hadisin işaret ettiği uygulamayı hayatımıza taşıma kararı almak gibi istifadeler sağlamamıştır. Bir gün belki Riyazu’s-Salihin’i açıp 20-30 sayfa okumuş, o sırada bu hadisi de görmüş belleğimize geçmişizdir. Hadis kültürümüz zenginleşmiştir; ama Müslüman şahsiyetimiz bundan pek nasiplenememiştir. Ertesi gün sokağa çıkmış, karşılaştığımız insanlara yine selam vermeden geçip gitmişizdir. </blockquote>
Bazı yolların asıl amacını hiç bilemeyebiliyor, bilsek de işimize gelmediğinden ilgilenmeyip görmezden gelebiliyoruz. O yol bizim amacımız oluveriyor. Bilimin asıl amacını öğrenmeyip kuru bilim öğrenmeyi veya Feynman’ın önerdiği gibi sebep sonuç ilişkileri içinde boğulmayı amaç edinebiliyoruz. İslâm’ın İnanç Esasları kitabının 37-38. sayfalarında diyor ki:<br />
<blockquote>
İnsanoğlu evrendeki bu tabii sistemi keşfettikçe Allah'ın varlığına delil bulmuş olur. Moleküler biyoloji, genetik mühendisliği, hücre biyolojisi, astrofizik, astronomi, fizik ve kimya gibi bilimler, Kur'an'ın beyanları ile âhenk içinde Allah'ın kudret, irade ve yaratıcılığını bildiren örneklerle doludur. İmam Gazzâlî'ye göre ilâhî hikmet, âlemdeki sebeplilik, düzenlilik ve gayeliliğin ilkesidir. Dolayısıyla sebeplerin sebebi olan Allah, mutlak hakîm yani hikmetle hükmedicidir. Söz gelimi gece ile gündüzün, güneş ile ayın hareketlerini, dört mevsimin oluşumunu, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıkları, rüzgâr, yağmur, ırmak ve denizleri düşündüğümüzde, bunların hepsinin belli hikmetlere göre ve bir düzen içinde varlık sahnesine çıktıklarını görür, bazen âhenk ve gayeliliği canlıların organlarında, bu organların onların yaşayışına getirdiği katkıda müşahede edebiliriz. İmtihanın sırrı da imanın önüne engel olan bu mâniaları aşarak ona ulaşmada yatmaktadır. Nefislerinin ve şeytanın telkin ve vesveselerine kulak vermeyerek fıtrat-ı selîmesinin ve vicdanının sesini dinleyenler, imana vâsıl olarak imtihanı başarmakta, engellere takılanlar ise yarı yolda kalmaktadırlar.</blockquote>
“Kalbin Diriltilişi” kitabının 32. sayfasında İsmail Çetin Hoca da benzer şey söylüyor:<br />
<blockquote>
İlim sadece bilmek değildir. İlim, aslî maksada yani İslam’a iletiyorsa ilimdir. Allah’ın ve kulların haklarına tecavüz olmaksızın maksad = amaçlara insanı ulaştıran ilim, hakîkî ilimdir. Muteber ilim de budur.</blockquote>
Bediüzzaman Said Nursi, onikinci sözde konuyla alakalı güzel bir örnek veriyor:<br />
<blockquote>
Sonra o Hakim, şu musanna ve murassa Kur'an'ı bir ecnebi feylesofa ve bir Müslüman alime gösterdi. Hem tecrübe, hem mükafat için emretti ki, "Her biriniz bunun hikmetine dair bir eser yazınız. Evvela o feylesof, sonra o alim ona dair bir kitap te'lif ettiler. Fakat feylesofun kitabı yalnız harflerin nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hasiyetlerinden, tarifatından bahseder; manasına hiç ilişmez. Çünkü o ecnebi adam Arabi hattı okumayı hiç bilmez. Hatta o müzeyyen Kur'an'ı bilmiyor ki bir kitaptır ve manayı ifade eden yazıdır. Belki ona münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lakin, çendan, Arabi bilmiyor, fakat çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. işte o adam, bu sanatlara göre eserini yazdı.<br />
<br />
Ama Müslüman alim ise ona baktığı vakit anladı ki, o Kitab-i Mübin'dir, Kur'an-ı Hakim'dir. İşte bu hakperest zat ne tezyinat-ı zahiriyesine ehemmiyet verdi ve ne de hurufun nukuşuyla iştigal etti. Belki öyle bir şeyle meşgul oldu ki, milyon mertebe öteki adamın iştigal ettiği meselelerden daha ali, daha gali, daha latif, daha şerif, daha nafi, daha cami. Çünkü nukuşun perdesi altında olan hakaik-i kudsiyesinden ve envar-ı esrarından bahsederek gayet güzel bir tefsir-i gerif yazdı. Sonra ikisi eserlerini götürüp o Hakim-i Zişan'a takdim ettiler. O Hakim, evvela feylesofun eserini aldı. Baktı, gördü ki, o hodpesend ve tabiatperest adam çok çalışmış; fakat hiç hakiki hikmetini yazmamış, hiçbir manasını anlamamış, belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik, belki edepsizlik etmiş. Çünkü o menba-ı hakaik olan Kur'an'ı manasız nukuş zannederek, mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş olduğundan o Hakim-i Hakim dahi onun eserini başına vurdu, huzurundan çıkardı.<br />
<br />
Sonra öteki müdakkik hakperest, müdakkik eserine baktı, gördü ki: Gayet güzel ve nafi bir tefsir ve gayet hakimane, mürgidane bir te'liftir.</blockquote>
Araçların amaçları işgal ettiği çok alan var. Tıkanıp kaldığımızda amaçları ve araçları tekrar gözden geçirmemiz gerek. Asıl amacı aklımızdan hiç çıkarmasak da tıkanıp kalmasak diye bizi amaçlardan saptıran şeyin ne olduğunu düşündüm bir ara. Dünyanın meşgalesiymiş meğer. İmam Gazâlî’nin Kimyâ-yı Saâdet kitabında şöyle yazıyor:<br />
<blockquote>
Dünyanın aslı; yemek, elbise ve mesken olduğu gibi, insan için zaruri olan san´at da üçtür: Ziraatçılık, dokumacılık ve marangozluk. Fakat bunların da kolları vardır. Bazıları ona hazırlık içindir. Pamuk döven ve iplik büken, dokumacının işini yapıyor. Bazısı da bunu tamamlar, terzi gibi ki, dokumacının işini tamamlıyor. Bunların hepsi için âletlere ihtiyaç vardır. Bunlar da odun, demir, deri ve bunun gibi şeylerdir. Böylece demircilik, marangozluk ve dericilik san´atları meydana geldi. Bunların hepsi meydana gelince birbirlerine yardım etmeye muhtaç olurlar. Çünkü herkes, kendinin bütün işlerini yapamaz. Böylece terzi, dokumacının ve demircinin işini, demirci de, diğer ikisinin işini yapmak için bir araya geldiler. Bu şekilde her biri ayrı iş yaptılar. Bu yüzden aralarında bazı şeyler meydana geldi, birbirlerine düşman olmaya başladılar. Çünkü her biri kendi hakkına razı olmadı ve diğerinin hakkına geçmek istedi. Böyle san´atlardan üç çeşide daha ihtiyaç oldu. Biri, saltanat ve siyaset [idare], diğeri kadılık ve hâkimlik, diğeri de insanlar arasında onunla kanun teşrii yapılan fıkıh san´atlarıdır. Her ne kadar bunların çoğunun el ile alâkası yoksa da, her biri birer san´attır.<br />
<br />
İşte bu sebeple, dünya meşgalesi çoğaldı ve karıştı. İnsanlar onun arasında kendilerini kaybettiler ve başlangıçta bunların esasının üç şey olduğunu anlayamadılar. Bütün bunlar yemek, giymek ve mesken içindir. Bu üç şey de beden için lâzımdır. Beden de kalb için lâzımdır. Onu taşımaktadır. Kalb de Allahü Teâlâ için [O´nu bilmek için] lâzımdır. O hâlde kendini ve Allahü Teâlâ´yı unutanlar; kendini, Kabe´yi ve seferi unutup bütün zamanını deveye bakmaya veren hac yolcusuna benzerler.<br />
<br />
Demek ki, dünya ve hakikati bu anlattıklarımızdır. Her kim onda sefere hazırlanmaz, işini bitirmez, gözünü âhirete çevirmez ve dünya meşgalesini ihtiyacından fazla tutarsa, dünyayı tanımamış olur. Bunun sebebi cahilliktir. Bahusus Peygamber Efendimiz buyurdu: “Dünya, Hârut ve Mâruttan daha büyük büyücüdür. Ondan kaçınız.”. Dünya böyle bir büyücü olunca, onun hile ve aldatmalarını ve onun işlerinin neye benzediğini insanlara açıklamak farz olur. Şimdi dünyanın neye benzediğini dinle!</blockquote>
Birbirinin hakkına geçmenin hayat standardı ve pazarlamanın olmazsa olmazı olduğu, yaldızlı teknolojik oyuncakların her yerde insanları oyaladığı, zamanın düşünmeye fırsat bırakmayacak kadar hızlı aktığı şu modern dünyada hedefimizi belki her gün gözden geçirmemiz gerek. “Eyvah! Aldandık!” diye inleme cesaretini taşıyan arkadaşların yanında dolaşmak gerek belki amacımızı unutmamak için. Birbirine hakkı tavisye edip birbirinin nasihatini dinlemek gerek.cihanhttp://www.blogger.com/profile/07342916208762233160noreply@blogger.com2