4 Mart 2010 Perşembe

Akis-i İfkah

Haftasonu, "Images of Teaching" makalesini ödev olarak okudum. ABD, Almanya ve Japonya lise matematik derslerinin nasıl geçtiği hakkında bilgilendirici bir yazıydı. Çeşitli eğitim tekniklerinden ve dünyada matematik derslerinin nasıl geçtiğinden haberdar olmanın yanında, belki ödevin gayesinden uzak bazı sonuçlar da çıktı. Makaleyi okuyunca aklıma ilk şu geldi: Ülkelerin eğitim tarzı, ülke insanları hakkında bilgi veriyor.

Amerika'daki lise matematik derslerinde öğrencileri zorlamıyorlar. Çok kolay ve kısa cevaplı soruları ödev olarak veriliyor. Öğrenciler bunları öğrendikleri tanımlara ve prosedürlere göre çözüyorlar. Ders, bu ödevlerin hızlıca kontrol edilmesiyle başlıyor. Sonra öğretmen yeni bir çalışma kağıdı dağıtıyor. Bunda da daha zor bir problemi nasıl çözebileceklerine dair tanım veya prosedür ve örnek problem çözümleri yer alıyor. Öğrenciler bu prosedürün uygulamasını yapıp pratik kazanıyorlar. Bu yeni prosedürle bu tür problemleri çözmek yine çocuk oyuncağı oluyor. Öğrenciler üniforma giymek zorunda da değiller. Bunlar, Amerikalıların rahat insanlar olduklarını çağrıştırıyor.

Almanya'da da ders ödev kontrolü ile başlıyor. Kolay soruların sadece cevapları söylenip geçiliyor. Zor sorular için gönüllü öğrenciler tahtaya çözmeye geliyor. Takıldıkları yerde hoca soru sorarak öğrenciye ipucu veriyor. Bundan sonra dersin asıl konusuna geçiliyor. Öğretmen derste çözülecek zor bir problem veya ispatlanacak bir teorem veriyor. Öğrenciler uğraşırken öğretmen sınıfı dolaşıyor ve ipucu niyetinde sorular sorarak öğrencileri yönlendiriyor. Soruların böyle basamak basamak çözülmesi bana makinenin çalışma prensiplerini ve Almanların makine tasarımındaki başarılarını hatırlatıyor.

Japonya'da ders sonu ödev verilmediği için ders başında ödev kontrolü de olmuyor. Öğretmen dünkü dersten kalan çözülmemiş problemi sorarak derse başlıyor. Öğrenciler iki dakikada soruyu çözüp farklı metod takip edenler çözümlerini sunuyorlar. Öğretmen bu metodların hepsini özetleyip "böyle olsaydı nasıl olurdu" deyip dersin asıl konusuna başlıyor. Öğrenciler bu zor problem hakkında bir süre düşünüyor. Sonra öğrencilere grup çalışması yaptırıyor ve konuyla ilgili diğer gruplara sormak üzere soru hazırlatıyor. Her grup sorusunu tahtaya yazıyor ve her öğrenci sorusunu defterine geçirip çözmeye çalışıyor. Buldukları çözümleri hocalarına gösteriyorlar ancak hocaları hiçbir yorum yapmıyor. Ders bitmek üzereyken öğretmen son durumu öğrenip "Bazılarınız şöyle yöntem izlemiş, bazılarınız böyle yöntem izlemiş. Daha kolay yollar da var. Bir sonraki ders devam edeceğiz." diyerek dersi bitiriyor. Öğrencilere ödev verilmiyor ama görünen o ki, öğrenciler meraktan evlerinde sorularla uğraşıyorlar. Yeni üniteye geçmeden önce de eski ünitedeki bilinmesi gereken teoremleri ve özellikleri sınıfta tekrar tekrar söyletip ezberletiyor. Öğrencilerin hem sınıfta harıl harıl çalışmaları gayretlerini, hem üniforma giymeleri disiplinlerini gösteriyor. Japonya'nın anımsattığı özelliklerle örtüşüyor.

Pazartesi günü de Ahmet'le staj yapacağımız okulu ziyarete giderken eğitim problemleri hakkında konuşuyorduk. Türkiye'de kolaya kaçan öğretmenler az değil diyordum. Türkler hep işin kolayına kaçmaya meyilliler gibi geliyor bana. Böyle bir duyguya kapılacak kadar çok örnekle karşılaşmıştım. Kolay yoldan köşeyi dönmek ideali olan insanlar her milletten var mı yoksa bize mi has bilmiyorum. Bu konunun iki gün sonra derste tartıştığımız konuyla alakalı olabileceği aklımın ucundan bile geçmedi.

Çarşamba günü "Images of Teaching" makalesi üzerinde tartışırken makalede dikkatimi en çok çeken şeyin eğitimin tarzının ülkenin insanlarının hayat tarzını yansıtması olduğunu söylemiştim. Başkaları da makalede ilginç buldukları söylediler. Konu Türkiye'deki eğitim sorunlarına doğru kaydı. Ferhat, öğretmenlerin ÖSS'ye yönelik ders anlattığını, konudan ve soruyu çözmekten ziyade şıkların nasıl elenebileceğini öğrettiğini söyledi. Söz ikinci defa kendisine geldiğinde Türkiye'de öğrenci ve uygulama merkezli eğitim sistemine hiçbir hazırlık yapmadan geçildiğini, öğretmenlerin bundan çok muzdarip olduğunu söyledi. En az beş sene öğretmenler bunun için eğitim görebilirdi diye ekledi.

Ve Almanya'da Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde kola makinelerinin para haznelerinden beklenen para çıkmadığı, çıkan paraların da ıslak olduğu, meğer makinelere buzdan para yapılıp atıldığına dair hikayeyi anlattı ve tahlilini yaptı. Ortada bir problem var: "Kola almak." Bunun için yapılması gereken şey çalışıp para kazanmak iken Türklerin buzdan para yaparak amaca en kolay yoldan ulaşmaya çalıştıklarını anlattı. Türklerin pratik zekası tabiri aklıma geldi.

Bütün bunlar birer özeleştiri tabiki. Pratik zeka hayra da çalışır. Tarih kitapları bunun örnekleriyle dolu. O halde"hazır fayda arayışı"nı ve "pratik zeka"yı göz önüne alarak eğitim fen ve matematik eğitimi vermemiz lazım. Bu bilgi çok sonra işinize yarayacak demek öğrencileri tatmin etmiyor. Öğrencilere öğretilen bilgileri kullanabilecekleri ortam hazırlamak lazım. Meşhur birisi öğrencilerine minyatür şehir yaptırarak çeşitli matematik konuları öğretiyormuş. Böyle bir yöntemin öğrencilerimiz tarafından da çok sevileceğini düşünüyorum.

Hiç yorum yok: