Geçenlerde elime "İslâm Medeniyetinde Bilgi ve Bilim" isimli bir kitap geçmişti. İçinde anlamayı zorlaştırmak için seçildiğini düşündürten çok fazla terim vardı. Ama yazar o kadar emek vermiş de ne yazmış, bu kadar tanımı getirmiş de ne diyecek diye merak da ediyordum. Okumaya başladım.
İlk olarak "dünyagörüşü" terimi ortaya çıkıyor. Yazar şu şekilde tanımlıyor: "Dünyagörüşü, bütün insan faaliyetlerinin zihinsel zeminidir". Kısa ve öz. Kitabın yarısından fazlasının bu terim üzerine inşa edileceğini hiç ummuyordum. Meğer önemli bir kavrammış. Zihniyet kelimesini kullansa anlatım daha açık olurdu ama bu da iyi.
İkinci olarak "bilimsel süreç" terimi ortaya çıkıyor. "Bilimsel süreç, medeniyetleşmiş toplumlarda görülen ve sonuçta bilimlerin doğmasına yol açan bir bilgi edinme olgusudur" diye tanım getirmiş yazar. Bu bilimsel süreç terimi benim daha önceden öğrendiğim bilimsel süreç teriminden farklı bir kavrama karşılık geliyor. Bilimsel bilginin elde edilmesinde takip edilen yola bilimsel süreç dendiğini öğrenmiştim. Yazar ona da "bilimsel faaliyet" demiş.
Yazara göre insanlık tarihinde bilimsel sürecin etkin olduğu sadece üç medeniyet vardır. Bunlar Eski Yunan medeniyeti, İslâm medeniyeti ve Batı medeniyetidir. Bu medeniyetlerdeki bilimsel süreç incelenirse, bu sürecin dört aşamadan oluştuğu görülür.
- Bilgiye yönlendirici bir dünyagörüşünün oluşumu.
- Bu dünyagörüşü ekseninde bilgi edinme faaliyetlerine girişilmesi ve bu sayede bir bilgi geleneğinin meydana getirilmesi.
- Toplumda oluşan bilgi birikiminin bir yönteme bağlı olarak düzene sokulması.
- Düzenlenen bilgi kümelerinin adlandırılması.
Bu asırda yazılmış bir eser olan Yirmi Dokuzuncu Lem'a'nın önsözünde şöyle yazıyor:
"On üç seneden beri kalbim, aklımla imtizaç edip Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan'ın 'ki, düşünesiniz', 'belki düşünüp ibret alırlar', 'Onlar kendi üzerlerindeki İlâhî sanat mucizelerini hiç düşünmezler mi?', 'Düşünen bir topluluk için bunda deliller vardır' meâlindeki ayetlerle emrettiği tefekkür mesleğine teşvik ettiği ve 'Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır' hadis-i şerifi, bazen bir saat tefekkür bir sene ibadet hükmünde olduğunu beyan edip tefekküre azim teşvikat yaptığı cihetle… Bu ahirde gördüm ki, Risâle-i Nur'un eczalarındaki kuvvetli ukde-i hayatiye ve parlak nurlar, o silsile-i tefekküratın Lem'alarıdır."Daha önceki yüzyıllarda yaşayan müslüman bilim adamları bu sebeplerden dolayı mı bilimle uğraşmışlardı? Geçen hafta tatil vesilesiyle memlekete gittim. Memleketteki kitaplığıma ders ve ödev tasası olmadan gözatma fırsatım oldu. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetname (1756) kitabına da zamanında nasıl bir bilimle niçin uğraşmışlar diye bakayım dedim. Kitabın yazılış gayesi şöyle özetlenmiş:
Cenâb-ı Hakk, dünya ve âhireti insan için, insanı ise Kendi'ni bilsin diye yaratmıştır. Kâinatın ve insanın yaratılmasından maksat, Allah'ı bilmektir ve bu her şeyden mühimdir. Ama bu biliş, insanın kendi nefsini bilmesine bağlıdır. Bu ise insanın bedeninin bilinmesini gerektirir, o da bütün kâinatın bilinmesi ile mümkündür. İşte bu sebeple biz de, astronomi, fizik, anatomi ile tasavvuf ilimlerinden bilgiler devşirip topladık ve Türkçeye tercüme ederek bu kitabı yazdık...Kitabın "İkinci Fen" kısmının başında anatomi için deniliyor ki:
Demek ki, teşrih (anatomi) ilmi aziz ve leziz bir ilimdir. Hakikate ermiş âlimlerin hikmetlerinin neticesi, mütehassıs doktorların sermayesi, yakin sahiblerinin nefislerinin nimeti, Dünya ve dinin vesilesi, Allahû Teâlâ'yı tanıma vasıtasıdır. Çünkü teşrih ilmini bilmeyen, tıb ve hikmetten ve kendini bilmekten gafil ve Hakk'ı tanımaya kavuşmaktan uzaktır. Halbuki insanların çoğu onu bilmekte aldanmıştır. Tahsil eden olursa da, tıbta ihtisas yapmak için tahsil eder. Yoksa mârifetullah (Allah'ı tanıma) için onu öğrenen metanet bulup, kendini tanımaya ve ondan Hakk'ı tanımaya nâil olur. O hâlde teşrih ilmini mütalâa edip, Sâni'nin kudretini müşâhede edersen, sana üç türlü fayda gelir.Kitabın ilerleyen kısımlarında mârifetullahın en faydalı ilim olduğundan ve muhabbetullahın (Allah sevgisinin) en yüksek maksad olduğundan bahsdiyor. İşte böyle bir dünyagörüşü bilimi teşvik etmiş. Ulvî bir gayeye hizmet etmesi için bilimle uğraşılmış. Matematik de bilime hizmet ettiği için kitapta yerini bulmuş.
Memlekette "Matematiğin Aydınlık Dünyası" kitabına da bir göz attım. Yazar, bu kitabın 3. sayfasında bilim ve matematiğin batılı dünyagörüşü üzerine şekillenmiş bir gayesini yazmış:
Zaten insanların matematikle, bilimle uğraşmaya başlamasının temelinde yatan içgüdü de budur; doğa olaylarını önceden kestirebilmek, önceden anlayabilmek ve diğer insanlara karşı bir üstünlük sağlamak.Bu kuru ve dünyevi gaye insanı tatmin etmiyor. Yazar, kitabının 5. sayfasında aynı üslupla devam ediyor ve diyor ki:
Matematik belli bir eğitimden sonra, kişinin kendi kendisine kazandıracağı bir eğitimden sonra, elde edilen bir yaşama sevincidir, bir insanlık macerasıdır. Ve bu eğitimi kişi kendi çabasıyla alır. Okullarda, üniversitelerde ancak matematiğin malzemesi verilir. Matematikçi olmak kişinin kendine kalmış bir serüvendir.Batılı dünyagörüşü üzerine şekillenmiş bilimin de ikna edici belli bir amacı yok. Aldığım bir derste bilimle ilgili çok tanım ve açıklama okudum. Aslında batılı biliminin doğru düzgün tanımı bile yok, nerde kaldı belli bir amacı. Böyle muğlak bir şey için dirsek çürütmek mantıklı gelmediği için öğrenciler ne işimize yarayacak diye soruyorlar. Öğretmenler de cevap veremiyor.
Bilim ve matematik, yeni bir bilim anlayışı geliştirmek için öğretilmeli. Bir müslüman, İslam'da teşvik edilen, tefekküre ve mârifetullaha yönlendiren bir bilim inşası için bilimle uğraşmalı. Batıdan gelen bilim bizim olmuyor, bize uymuyor. Genelkurmay başkanlığının hazırlattığı "Türkçenin Doğru Kullanımı" (Türkçe'den sonra kesme işareti koymayı unutmuşlar.) kitabının başında şöyle diyor:
Yurdumuz göz önünde bulundurulduğunda çağın bilgilerini edinmek için tercüme çalışmaları çok büyük bir öneme sahiptir. Ancak bu tercümeler, biraz önce sözünü ettiğimiz sözcüklerin değer farklılıkları göz önüne alınmayarak yapıldığından, yani Batı dillerindeki bilgiler Türk dil sistemi içinde anlatılamadığından, edindiğimiz bilgiler eksik kalmakta, yurdumuzda gerçek bir bilim yaşamı kurulamamaktadır. Daha önce dilin düşüncenin evi olduğunu söyledik. Şimdi şunu ekleyelim: Düşünce ancak ve ancak ana dilin bahçesinde çiçek açar. Bilimi Türkçede kuramıyorsak, ona sahip değiliz demektir. Her dilin sözcükleri farklı bir dünya algılaması yansıtır. Bu algılama tarzı dil sisteminin bir parçasıdır.Bu tespitleri ilginç buldum. Dilin sözcüklerinin dünyagörüşünü etkilediği ve bilimi kendi dilimiz üzerine kurmadıkça bu bilimin bizim olamayacağı meseleleri iyi düşünülmüş. "İslâm Medeniyetinde Bilgi ve Bilim" kitabının 90. sayfasında deniyor ki:
Diğer taraftan gerek Batı gerekse İslâm medeniyetinde evrim nazariyesini savunan bilim adamları olmasına rağmen, Batı bilim geleneğinde evrimcilik, ateizmn baş savunucusu durumuna gelmiştir. İslâm medeniyetinde bu nazariyeyi değişik açılardan savunan Câhiz ve Molla Sadrâ gibi düşünürler evrimi Allah'ın bir "ayeti" olarak görüyorlardı. Çünkü Kur'an kaynaklı olan dünyagörüşleri, zihinlerinde bu şekilde kurulmuştu.Bilim, kişisel yorumlardan ayrı olamıyor. Mutlaka bir yerlerde bilim adamlarının görüşleri bilime karışıyor. Bilimsel bir olayı ifade ederken kullandığımız kelimeler bile bir çok manayı taşıyor. Tabiat ve kâinat kelimeleri bunun en önemli örneği. İslam medeniyetinde bilimsel sürecin tekrar etkin hale gelebilmesi için yeni bir dille anlatılıp hakettiği şekilde yorumlanan ve insanı mârifete yönlendiren bir bilim ve matematik anlayışının geliştirilmesi lazım. Batılı dünyagörüşü üzerine inşa edilmiş bilimden kendi dünyagörüşümüz üzerine yeniden inşa ettiğimiz bilime geçmeliyiz. Ancak o zaman net bir bilim öğrenme ve öğretme gayemiz olur.
Matematik de bilim gibi yorumlanmaya müsait. "Matematiğin Aydınlık Dünyası" kitabının 5. sayfasında diyor ki:
Tanrı sanki evreni yaratırken koyacağı kuralların yalnızca doğru çalışmasıyla yetinmemiş, bu kurallara insan ruhunu yüceltecek güzellikler katmak istemiş.Hakikat parıltıları bu kadar farkediliyorsa matematikçilerimiz bize bunlardan bahsetmeli. Cebir hocamız derslerinde "matemetik öyle bir şey ki hakkında pek çok geyik muhabbeti yapabilirsiniz." diyordu. Bu muhabbet geyik muhabbeti olmasa da marifet ve tefekkür sohbetleri olsa. Mesele sadece liselerde dirsek çürütüp çürütmemek meselesi değilmiş. Bir medeniyetin inşasıymış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder