25 Eylül 2010 Cumartesi

Fâide ve Câzibe

Sinema ve dizilerin üniversite öğrencilerinin vazgeçilmezleri arasına girdiği dönemlerdi. Öğrenciler zekalarını isbat edebilecekleri ve zekalarını zorlayabilecekleri bir maden keşfetmişlerdi. Bir film veya dizideki anlaması her yiğidin harcı olmayan mesajı veya espiriyi anlamak insanı entellektüel hissettiriyordu. Bazıları "The Matrix" filmindeki felsefeden bahsediyor, bazıları "Batman The Dark Knight" filmindeki Joker'in tam anlaşılamamasından şikayet ediyordu. Bazıları içinse "V For Vendetta" bir bayrak olmuştu. İnsanın zekasını okşayan filmler olmadığında aksiyon, fantastik, dramatik filmlerle yetiniliyor ve başka dünyalara dalınıyordu.

Ben de bu dönüşümün ortasında okuyordum üniversiteyi. Önceden hep futboldan konuşan arkadaşların arasında söyleyecek bir söz bulamayan ben artık filmden konuşan arkadaşların arasında söyleyecek bir söz bulamıyordum. Benim bilip tavsiye ettiğim bir film vardı: Hasat. Hacı Bayram-ı Veli'yi anlatıyordu. Ama herkes burun kıvırıyordu bu filme. Aslında ben de iki saat sıkılarak izlemiştim bu filmi. O yüzden sürekli film izleyenlerin iki saat boyunca sıkılmadan pasif bir şekilde ekrana bakmalarına hayret ediyordum. Meğer faydalı olan sıkıcı oluyormuş.

Günümüz gençliğinin problemlerini anlatan bir yazı okumuştum. Zararlı kitap, dergi ve gazeteler için şöyle diyordu:
This type of literature has the great potential to mislead one from his religion, faith, and lead one away from excellent morality to the abyss of degeneration which naturally leads to ‘kufr’ (disbelief).

Also, reading of this kind of literature turns the youths aside from spiritual growth because it impedes his natural inclination to do good.

The solution to this problem is to immediately shift from reading such literature to material that inculcate the love of Allaah and His Prophet in one's heart and other items (tapes, tracts etc.) that help in actualizing faith and virtuous deeds. They should patiently endure reading or listening to such material because the soul will challenge them in order to coerce them into paying attention to what they were accustomed to before and will make them feel bored and irritated by useful books and positive sources. [devamı]
Aynen öyleymiş. İnsan merak edince filme dalıp iki saat sıkılmadan bakakalabiliyormuş ve senaryo saçma oldukça merak celbediyormuş. Kültürleneyim diye seçilmiş yüzlerce filmin içerisinden yetmişten fazla film seçip bir aylık tatilde izledim. Bu yetmişten fazla filmin arasından bütünüyle faydalı tek bir film çıkmadı. Tamamı itikada aykırı veya romantik olmayan, batı ahlaksızlığını her karesinde haykırmayan ve senaryosunda fahişkuble, fahiş mübaşeret ve ötesini içermeyenlerinin hayatın bazı cilvelerini yansıtan sahnelerini belirleyip bir kenara değerlendirme diye not ettim. Bu sahneler için bu filmler tavsiye edilebilir miydi?

Filmleri izlediğim zamanlar okuduğum ve değerlendirmelerimin bir kısmını içinden aldığım cümlelerle yaptığım Ruh Bakımı kitabından bir cümle filmleri bitirdikten sonra gözüme çarptı. Yazar mü'minlerin öncelikli sorunundan bahsederken "Sorunun özünü bilgi ve fikir noktasında gören niceleri ise, hermenötikten semiyotiğe, sosyolojiden 'yapıbozum'a bir dizi vadide dolaşmakla birlikte iş 'ilm-i hal'e gelince halsiz düşüyordu." (Ruh Bakımı, 108) diyordu. Benim iş de buna benzedi. 'İlm-i hal'i bir kenara itip yıkıcı ve ahlak bozucu sinema endüstrisinden ahlak numuneleri ve ibretlik manzaralar arıyordum.

İğne ile kuyu kazmak, arayıp da aklıma gelmeyen deyimdi. Aynı kitapta müzik, sinema, spor gibi türlü alanların yıldızlarından bahsederken geçen bir iki cümle yine benim durumumu anlatıyordu sanki:
“Hayatın anlamı üzerine düşünen bir aktör, imana dair güzel sözler söyleyen bir rock yıldızı, Allah sevgisi üzerine konuşan bir futbolcu… derken, ’yıldızlar’ dünyasından bunca magazin haberi arasından hikmet avcılığı yapmaya çalışmıştık yıllar yılı. Ama olmamıştı. Hem yorulmuş hem yanılmıştık! Çünkü beri tarafta mahzâ hikmet örnekleri dururken; her sözleri, her halleri örneklik teşkil eden hakikat erleri dururken, iğne ile kuyu kazma mesabesinde yorucuydu yaptığımız.” (Ruh Bakımı, 136).
O zamana kadar onsekiz tane değerlendirme yazmış bulundum. Yetmiş küsür filmden değerlendirilip de elenmekten sıkıcı veya çocuksu olanlar kurtuldu. Yazdıklarımı bir kenara atmaya kıyamadım ve bir işe yarar belki diye de burada yayınlıyorum.

A Series Of Unfortunate Events
Filmin örnek sunduğu kısım:
İstediğini duyurup istemediği sesi ise bastırarak otoriteyi yönlendiren bir karaktere örnek sunuyor. Count Olaf'ın otoriye Baudelaire ailesinin çocuklarını dinletmemesi mübalağalı ve mizahi bir şekilde anlatılmış.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Yazacak bir şey yok.

Alice
Filmin örnek sunduğu kısım:
Elektrik anahtarları, lambaları, kapıları, kapı kilitleri, anahtarları, kavanozları ve oyuncakları eski tip olan bir çocuk filmi. 20 sene önce İsviçre'nin standardı olan bu ürünlere şimdiki neslin burun kıvırıyor olması ibretlik.

Büyük küçük tezatlığını çok güzel işliyor diye üniversitedeki bir matematik hocası kitabını okumamızı tavsiye etmişti.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
İlk başta sürükleyici ama sonra çekilmez hale geliyor.

Angels and Demons
Filmin örnek sunduğu kısım:
Ehliyetli kişilerin ehliyetli kişilerden seçmesi şeklinde gerçekleşen katolik kilisesinin yeni lider seçimi, noksan bir sistem olan demokrasiye alternatifin ne olabileceğine örnek sunuyor.

Kilisenin oy birliğine varamayıp yeni papa seçememesi olayının her ülkenin haber kanalında ayrı şekilde verilmesi, seçme işlemi topluma bırakıldığında herkesin taşı kendine yontup kendi dünyevi arzusuna göre bir lider seçmek isteyip toplumun anlaşmaya varamamasına örnek gösteriyor.

Camerlengo Patrick McKenna'nın kardinalleri ve tüm katolik dünyasını birleştirmenin yolunun herkesi kilisenin bir savaş içinde olduğuna inandırmak ve İlluminati korkusu salmak olduğunu düşünmesi ve bunun için elinden gelen her şeyi yapması, insanları bir korku bir tehdit bir terör karşısında birleştirmenin başka niceleri tarafından uygulanabileceğini gösteriyor.

İnsanların kilise hakkında ancak kilise süzgecinden geçen haberleri almaları, kalabalık arasında bir kardinalin bıçaklanması gibi bazı haberlerin medya ile nasıl çarpıtılarak gizlendiği ve Camerlengo'nun oyununun ortaya çıkmasına rağmen nasıl halktan gizli kaldığı yönlendirilmiş medyaya örnek gösteriyor.

Filmin sonunda papa yardımcısının insan kusurlu olduğu için dinin de kusurlu olduğunu söylemesi, rahibelerin tesettürlü olmasına rağmen kiliselerde çıplak heykel ve tablo bulunması ve bir papanın çelişkiyi hissedip heykelleri iğdiş etmesi, bilim ile hıristiyanlığın çelişmesi ve ikisini barıştırma çabaları hıristiyanlığın tahrip edilmiş ve insan yorumlarına dayandırılmış olduğuna işaret eden örneklerden bazıları.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Film biraz kilisenin reklamını yapmış. Bir de filmin başında yüzen adam haşamasını unutmuş. Başroldeki kadın iyi giyinememiş. Hıristiyanların din hakkındaki bazı fahiş görüşlerini içeriyor.

Bolt
Filmin örnek sunduğu kısım:
Aklı kısa hayvan imajlarının (güvercin ve hemstır) mizahi öğe olarak kullanılmalarının başka bir örneği.

Biraz zorlansa belki küfrün yapacak bir iş bulamayınca her maymunluğa girmesine örnek gösterilebilir. O kadar para ve malzeme harcayıp yakıp yıkarak sadece çocukları TV başında oyalamak için film çekmek gibi.

Ayrıca belki kanal yöneticisinin yapımcıya olan baskısı ve yapımcının oyunculara olan baskısı ve belki de Holywood gibi bir şehrin dünyayı manipüle etmeye adanması da filmden örnek sunulabilecek kısımlardan.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Açıkçası filmin kendisi lüzumsuz.

Fiddler on the Roof
Filmin örnek sunduğu kısım:
Rusya'daki bazı yahudilerin hayatlarını konu alan bir film örneği. Yahudilerin geleneklerine nasıl bağlı olduklarını ve taviz verdikçe ipin ucunun nasıl kaçtığını anlatıyor. Cumartesi akşamında yabancı geleneklerden korunmak için dua ediyorlar ama büyük şehir Kiev'den gelen üniversiteli çocuk düğündeki mahremiyeti kaldırıp karışık dans etmeye davet ediyor. Önceleri sadece çöpçatanın bulduklarıyla evlenilirken artık kızlar babalarının rızasını bile almadan başka dinden biriyle bile evlenir hale geliyor.

Yahudi Tevye'nin Allah Teâlâ ile sürekli pazarlığa girişmesi yahudilerin bu yapısına örnek teşkil ediyor.

İnsanlara istemedikleri zulümlerin nasıl işletildiğine de örnek var. Rus idareci, köylerden sorumlu adama "Emirlere itaat etmezsen, edenleri getireceğiz" dedi. O da köylüleri taciz etmek zorunda kaldı.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Filmin hiç bitmeyecek gibi üç saat olması gereksiz. Sürekli olayları şarkı şeklinde anlatma, kutlama ve dansları bu kadar uzun uzun gösterme oldukça gereksiz. İkinci bir defa mümkün değil izlenmez.

Gladiator
Filmin örnek sunduğu kısım:
Filmde insanların nasıl göz boyamayla yönlendirilebileceğini anlatıyor. Topluma göze hitap eden şeyler vererek mesela Colosseum'daki oyunları icat ederek, toplumun dikkatinin nasıl başka yöne çekilebileceğini ve elinden senato gibi özgürlüklerinin nasıl farkettirmeden alınabileceğini anlatıyor.

Ayrıca toplumun istek ve beklentilerinin imparatoru bile zora sokabileceği anlatılıyor. Mesela halkın "Live! Live! Live!" baskıları karşısında genç imparator Commodus, Maximus'u öldürtemiyor. Maximus, kalabalığın gönlünü kazanıyor ve şampiyon Tigris'i öldürmeyerek merhametli sıfatını elde ediyor. Bundan sonra genç imparator Commodus'un Maximus'u öldürmesi imparatorun halk tarafından merhametsiz olarak anılmasına sebep olacağı için imparatorun eli kolu bağlanıyor. Toplumun bu kuvvetli baskısı yüzünden gözünü boyamak önem kazanıyor.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Genç imparator Commodus'un tam örtünemeyen kız kardeşi, imparatorun ona sulanması ve onun Maximus'la son görüşmesi filmde lüzumsuz olan kısımlardan. Ayrıca kalçası açık kölelerin gösterilmesi ve Romalıların çok tanrılı inançlarının filmde yansıması gereksiz.

Grave of the Fireflies
Filmin örnek sunduğu kısım:
Film, Amerikan uçakları tarafından Ichirizuka ve Kaminishi şehirlerinin yakılmasını, Nishinomiya'nın taciz edilmesini ve evleri yakılan Japon halkının hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.

Birkaç sene önce Çin halkına zulmeden Japonya'nın şimdi kendi halkı zulme uğruyor.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Yazılacak bir şey yok.

Great Expectations
Filmin örnek sunduğu kısım:
1946 yapımı bu film şimdikiler gibi olmayıp insanların sadece dış güzelliğini değil iç güzelliğini de anlatıyor. Bayan Gargery'in aralarında kan bağı olan kardeşi Pip'e sert davranması, buna rağmen kan bağı olmayan demirci Joe Gargery'in ve onun ikinci eşi Biddy Gargery'in Pip'e içten, samimi ve vefalı davranması, Bayan Havisham ile yaşayan genç kız Estella'nın kalp kırmak için yetiştirilmesi bu insanların iç güzelliğinden haber veriyor.

Kibirli ve aşağılayıcı Estella, cemal (yüz güzelliği) ve hüsn (ruh güzelliği) nüansını gösteriyor. Aslında "Ruhun hüsnü yüzün cemaline yansıdığında güzellik tamam oluyor." (Ruh Bakımı, 28).

Bir zaman hiç terbiye görmemiş olmakla itham edilip kendisine yüz ekşitilen Pip, centilmenlik eğitimi aldıktan ve bir süre Londra'da yaşadıktan sonra kendi geçmişine, vefalı Joe Gargery'e, yüz ekşitmeye başlaması ve para verip de ondan kurtulmayı düşünmesi standartların değişmesinin insanı nasıl değiştirdiğine örnek verilebilir. Belki daha çok kazanırken kaybeden (Ruh Bakımı, 47) insan tipine örnek verilebilir. Pip'in "Bir beyefendi olmak isterken bir züppe olmayı başarmıştım." diye düşünmesi bu durumun centilmenlik eğitimininin doğal bir sonucu olduğunu da gösteriyor. Bir zaman demircilikle uğraşan biri paraya çok muhtaç değilken eline para geçip hayat standartlarını yükseltince nasıl daha fazla paraya ihtiyaç duyduğu da filmde dikkat çeken fikirlerden.

Filmde ayrıca modanın insanlara neler giydirebileceğini gösteriyor. Tuhaf papyonlar, yüksek bel dar pantolonlar, ön etekleri olmayan ceketler... Film, sadece yarım yüzyıl önce Avrupa'da açık saçıklığın bugünkü kadar ileri olmadığını gösteriyor.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Hikaye biraz karışık ve biraz romantizm var.

K-20 Legend of the Mask
Filmin örnek sunduğu kısım:
II. Dünya Savaşı'nın yaşanmadığı bir Japonya'da üst ve alt sınıftan oluşan bir toplum konu edilmiş. Alt sınıftaki sokak çocuklarının çektikleri sıkıntılar ve adil bir dünya inşa etmeye olan inançları işlenmiş. Elitlerin fakir insanlardan haberdar olmamaları da unutulmamış.

Japonya ve Kore'de hıristiyanlar çoğunlukta olmasa bile modern zamanları yansıtan filmlerinde evlenecek çiftlerin hep kiliseye gitmeleri, insanların çoğunlukla haç taşıması, çoğunlukla hıristiyan bayramlarının kutlanması gibi hıristiyan unsurlarının baskın olmasına bu filmde bir örnek var.

Çocuk korosunun yerel kiliseye para toplaması olayı üst sınıfta hıristiyanlığın yaygın olduğunu gösteriyor. Fakir hırsızlar ise kendi yemek sundukları şeye tapıyor. Üst sınıftan bir kadının alt sınıftaki insanların arasına girmesi olayında çıplak görünmeyi ve çıplak birine bakmayı yadırgayan bir anlayışın iki kesimde de olduğu görülüyor. Gayr-i müslim bir toplumda bile iffetin böyle önemli olması ibret verici.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Üst sınıftaki kadının elbise giyme formalitesi, bazı sahnelerde gelinlikle görünmesi ve hırsızların evinde köpükten çıkması filmde gereksiz olan kısımlardan.

Kamui The Lone Ninja
Filmin örnek sunduğu kısım:
Japonların evlilik niyetlerini imalı şekilde belirtmelerine Moon-Sun deniz kabuğu örneğini vermiş.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Köylüler bazı sahnelerde ilkel insan portresine uyarak elbisesiz dolaşıyor.

Shooter
Filmin örnek sunduğu kısım:
Keskin nişancı Bob Lee Swagger'in arkadaşıyla beraber Eritre sınırının 8 km içinde bir köyü katletme işini üstlenenlerin geri çekilişine yardım ettiğini bilmeden görevini yerine getirmesi askerlerin hiç istemeyecekleri bir şeye hizmet ediyor olabileceğine örnek veriyor.

Böyle kirli bir işte tanık bırakmamak için ölüme terkedilmesi askerlere nasıl hiç değer verilmediğine örnek gösteriyor. Eski keskin nişancı engelli Mikhaylo Sczerbiak da bunu "Tek iş için tuttular. Yaralıları severler. Kullanması daha kolaydır. Ve işin bittiğinde fırlatıp atarlar. Timmons, sen , ben..." diye dile getiriyor. Memur Timmons da Swagger'ı sırtından vurmak için tutulup sokakta bir saldırgan tarafından öldürülmüştü.

Suikast gerçekleştikten sonra ajanslara ve FBI'ya gelen ve FBI ajanı genç çocuk Nick Memphis'a "Tüm bu bilgiler nerden geldi. Sanki sihirle geldi." dedirten bilgiler, Nick Memphis resmi ifadesini verirken ona ne görüp ne görmediğinin söylenmesi ve Timmons'un röportajında yayan devriye gezdiğini, bir pencereden tüfek namlusunun çıkarıldığını gördüğünü, kontrol etmek için yukarı çıktığını ve Swagger'ı vurduğunu söylemesi hazır bir senaryonun medya, FBI ve diğer tutulmuş elemanlar tarafından uygulamaya konulmasına örnek sunuyor.

Etiyopyalı köylülerin köylerinin altından petrol boru hattı geçmesini tarlalarından uzak bir yere taşımak için geçerli bir neden görmemesi sonucu Etiyopya'daki Lemonier isimli ABD kampının askerleri tarafından ummadık bir şekilde katledilmeleri, üslerin içinde açıldığı ülkeye verdiği zarara ve sonraki köyleri korku ile göçe zorlamaya örnek gösteriyor.

Engelli Mikhaylo Sczerbiak'ın "Anlamıyorsun. Kesecek tek bir baş bile yok. Bu bir yığın. İçlerinden biri para ve gücün arttırılması ilkesine ihanet ederse, diğerleri de ona ihanet eder. Bunun adı insan zaafı. Bunu asla bir silahla öldüremezsin." sözleri ve Ruh Bakımı kitabındaki "Korku ve tamah, dışarıda gerçekleşen bir büyük savaş öncesinde iç dünyalarda gerçekleşen savaşın en büyük iki silahıydı besbelli." (Ruh Bakımı, 65) cümlesi insanların güç arayışına yönelten korku ve para peşinde koşmaya yönelten tamah zaaflarına yenilmeleri onları haksız savaşlara ittiğini ve savaşın içerde başladığını anlatıyor.

Montanalı Senatör Meachum'un "Burası öyle bir ülke ki savunma bakanı denen adam televizyona çıkıp Amerikan halkına bütün bunlar petrol için değil özgürlük için diyor. İnanıyor musun? Ve kimse onu sorgulamıyor. Cevabı duymak istemiyorlar. Çünkü bu bir yalan." sözleri Amerikan halkının gerçeği öğrenmek gibi dertlerinin de olmadığına gösteren bir örnek.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Sara'nın çok fazla görünmesi gereksiz.

The Incredibles
Filmin örnek sunduğu kısım:
Filmde sigorta şirketlerinin yediği nanelere, amerikan hükümetinin gizli proje yürüttüğü imajına, medyanın etkisine örnekler içermektedir.

Filmde yanlış "özel insan" anlayışına üç yerde örnek var. Birincisi Helen Parr'ın oğluna "Herkes özeldir Dash. Bu hiç kimse değildir demenin başka yolu." demesi, ikincisi okul arkadaşı Tony, Violet'e "Farklı gözüküyorsun... Farklılık harikadır!" demesi, üçüncüsü de Syndrome'ın "Ve yaşlanıp eğlenmekten bıktığımda, buluşumu satacağım. Böylece herkes süper kahraman olabilecek, herkes süper olabilecek. Ve herkes süper olduğunda artık hiç kimse süper olamayacak." demesi.

Filmde 'özel'lik, parada, ünvanda, makamda, giyimde üstünlük sağlayıp büyüklük taslayabilmek şeklinde düşünülüyor ve bu manada "Herkes 'özel' olmak istediği için de, herkes birbirine benziyor, 'özel'liğin bir özelliği kalmıyor." (Ruh Bakımı, 83). "Her insan, ayrı bir âlem; her insan küçük bir kâinat..." (Ruh Bakımı, 95) olduğunu bilelim ve 'zaten özel' olduğumuzun farkına varalım. Takvâdan başka 'özel'lik peşine düşüp de 'özel'liğimizi yitirmeyelim.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Filmin çeşitli yerlerinde dar elbise dikkat çekici şekilde ön planda tutuluyor. Film ayrıca okul bahçesiyle, okul töreniyle, aile içi çatışmalarıyla, yaşam tarzıyla ve daha başka konularda yoğun bir amerikan kültürü kokuyor.

Türkçe altyazıda Allah lafzı yerine günlük hayattaki kullanılmayan tanrı lafzı tercih edilmiş. Mesela "Tanrım ne kadar şişmanlamışsın" diye çeviri yapılmış. "Eskiden tanrılar için tasarım yapardım" denerek orijinalinde de bulunan bir şirk sözü olduğu gibi dillendirilmiş. "We're running for our lives through some godforsaken jungle." cümlesi "Şimdi de hayatımızı kurtarmak için tanrının unuttuğu bir ormanda koşuyoruz." şeklinde çevrilerek "kahrolası orman" manasına gelen bir söz "tanrının unuttuğu bir orman" şeklinde düşünülmüş ve Allah Teâlâ'ya unutma izafe eden bir kullanım tercih edilmiş.

The Kite Runner
Filmin örnek sunduğu kısım:
Afganistan'daki üniversitelerde bile patırtı çıkararak "üniversitelerde patırtı çıkarma" özelliğinin komünistlerin ortak özelliği olduğuna örnek sunuyor.

Film, robot gibi yaşamayan Afganistan halkından ve Pakistan halkından manzaralar sunuyor. Kabil'deki çocukların şehre neşe vermesi de çocukların neşe kaynağı olmasına örnek veriyor.

Daha doğru bir dini hayat yaşamayıp da din adamlarına laf edenlerin bu tavırlarının dini kendine göre tanımlamalarından ve kendilerini büyük görmelerinden kaynaklandığına örnek sunuyor. Kendilerince iyi şeyler de yapıyorlar. Mesela Emir'in babası yetimhane inşaatı için yardım ediyor. Ama içki içme meselesine gelince oğluna tek günahın hırsızlık olduğunu söyleyip hırsızlığın tanımını da kendine göre yapıyor.

Bir yanda Afganistan'da Asaf'ın Afganistan'ın asıl yerlisinin Peştunlar olduğunu söyleyip yassı burunlu olan Hazaralılara kin gütmesi, diğer yanda Pakistan'da bir taksi şoförünün Afgan halkının ve Pakistan halkının kardeş gibi olduğunu ve müslümanın müslümana yardım ettiğini söylemesi iki ayrı milliyetçilik anlayışına örnek sunuyor.

Müslümanları anlatan filmlerin ödül alanlarının hep günahkar ve itikadı bozup kişiler etrafında geçmesi bunun kasıtlı olup olmadığı sorusunu sorduruyor. Filmde hep bir çarpıklık var. Müslüman olarak gösterilen kişilerin içki içerken ve açık saçık dansedilen düğüne evsahipliği yaparken gösterilmeleri, cenazede fatiha okutup hıristiyanlar gibi siyah giyiniyor gösterilmeleri, generalin tesettüre riayet etmeyen eşinin kızı Süreyya'nın peşinden giderek onu Emir'le sokakta yanlız bırakmıyor gösterilmesi, Taliban adamlarının insanları yargılamadan vurup adaletten söz etmesi, kendi çarpık hırsızlık anlayışından yalan söylemenin kötü olduğunu çıkaran babanın oğlu Emir'e Hasan konusunda onca yıl yalan söylemesi filmde geçen bazı çarpıklıklar.

General'in tesettürlü olmayan kızı Süreyya'nın Sorhab için "Bir kere bile bana baktığını görmedim" demesi ve Emir'in "Ona zaman ver" diye cevap vermesi Emir'in tevbesinden sonra artık kendilerini düzeltmek yerine çocuğun kendi dünyevi hayatlarına alışacağına inanmaları ve filmin bu umutla bitmesi filmdeki çarpıklıkların kasıtlı olduğunu düşündüren bir örnek.

Çocuklarının neşesinin yetişkinlere neşe vermesine örnek sunuyor. Kabil'deki çocukların neşesi şehre neşe veriyor.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Doğum günü düğününün ve evlilik düğününün gösterilmesi gereksiz olmuş.

The Last Samurai
Filmin örnek sunduğu kısım:
Bir tolumun kazanırken kaybetmesine örnek var. Japonya uygar bir ülke olmak için Batılaşmaya çalışıyor. Filmde Japonya'nın bunun için ABD'den askerleri eğitecek insanlar getirtmesi, ABD ile silah anlaşması hazırlaması, ordunun yeni silahlar kullanmaya başlaması gösteriliyor. Batılaşma sadece orduda olmadığı gibi samuraylar da sadece ordu yenileniyor diye ayaklanmıyorlar. Nathan Algren'ı karşılayan Simon Graham, imparatorun Batıya delice hayranlık duyduğunu, samurayların da değişimin fazla hızlı olduğunu düşündüğünü söylüyor.

Batılılaşma yolunda kazanırken kaybetme, Ruh Bakımı kitabındaki şu iki cümleyle anlatılıyor: "Kazanırken dahi kaybetmemize yol açan bu tabloların özellikle topluma bakan vechelerinin merkezinde, Batıya endeksli bir zihin ve ruh hali vardı." ve "Bu toplum da velev ki Batıya üstün gelme, Batıyı fethetme, Batıyı aşma adına girişmiş olsun, Batıyı merkeze alan bütün bu çabaların peşisıra Batıcı olup çıkmıştı işte." (Ruh Bakımı, 49).

Nathan Algren'in Omura ile tanıştığı zaman çok kaba ve alaycı davranması, samuraylar tarafından esir alındığındaki basiretsizliği, Batılıların kendi vahşetlerini görmezden gelip kızılderililer ve samuraylardan vahşi olarak söz etmeleri Batının özelliklerini gösteren örneklerden. Öte yandan Algren, samuraylar için şunu söylüyor: "İlgi çekici insanlar... Uyandıkları andan itibaren kendilerini her ne işle ilgileniyorlarsa onu mükemmel şekilde yapmaya adıyorlar. Böylesi bir disipline daha önce hiç şahit olmadım." Zaten "Hayatımdaki ironiler tarafından kuşatıldım." diye de itiraf ediyor.

Aşırı hayranlığın sebep olduğu yabancılaşmaya örnek var. Yabancılar dalga geçiyor da ülke rezil oluyor diye samurayların saçlarını kesmelerine ve kılıç taşımamalarına dair kanun çıkıyor ve sokak ortasında infaz ediliyor.

Düşmanların bir imparatoru veya bir lider adayını niçin desteklediklerine örnek var. İmparator, batılıların doğru bulduklarını yaptığı sürece güç sahibi olabildiğini söylüyor. Öğretmenine bile kendinin ne yapması gerektiğini soruyor. Batılı güçlere direnebilmek için batıyı taklit ettiğini söyleyebilen Omuro'yu görevinde tutuyor. Hatta Omuro'ya karşı mecliste hiç ses çıkaramıyor.

İnsanların zulme nasıl taraftar olduklarına örnek var. Başka zulümlerin gizlenip kızılderililerden ve samuraylardan vahşi olarak bahsedildiği, tekrar doldurmaya gerek olmadan altı yedi kişinin "haklanabileceği" tüfeklerin tanıtılıp pazarlandığı, zalimlerin kahraman olarak sunulduğu bir ortamda büyüyenler zulme taraftar oluyor elbet. Sadece filmdeki karakterlerin taraftarlığı değil bizim filmdeki zulme meyletmemiz de sözkonusu olabiliyor. Farketmeden en çok gösterilen ve müzikle desteklenen kişiyi ve olayı tutuyoruz ister istemez. Neticede bu filmdeki samuraylar da çok masum sayılmaz.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Filmin başında geçen mitolojik açıklamada yaratmak vasfı üç alakasız şeye verilerek sapık bir fikir veriliyor. Romantizm gereksiz.

The Man Without a Past
Filmin örnek sunduğu kısım:
Filmde iki nefsani temayül örneği var. Birincisi, ilahilerini klasik bir tarzda söyleyen müzik grubunun, yeni hedef kitleler seviyor diye popüler şarkıları dinleyip tarzını değiştirmesi. Müzik kimseyi öldürmedi diye müdür tarafından da kabul görüyor. Bu yeni tarzın insanları dansa sevketmesi doğru iş yapıldığına dair bazılarını tereddüde düşürse de genel kabul görüyor. İkincisi, yardım kuruluşundaki kadın Irma ile hafızasını kaybeden Jaakko'nun birbirine yakınlaşmaya başlaması. Kadın makyaj yapmaya ve erkek de araba kiralamaya başlıyor. Adamın evli olduğu ortaya çıkınca nefse zor gelse de bu sefer kuralları zorlamıyorlar. Irma, evlilik kutsaldır diyerek adamın yanında daha fazla kalmamayı tercih ediyor. Jaakko ise istemese de evinin yolunu tutuyor.

Sıkıntıda olanların bürokrasi yüzünden daha fazla sıkıntıya düşmesine iki örnek var. Birincisi, ismi olmayan adam iş bulamıyor, banka hesabı açamıyor, polis merkezinden ayrılamıyor. İkincisi, işleri ters giden adam bankadan aldığı krediyi ödeyemeyince mallarına haciz geliyor. Banka adamın hesabını donduruyor ve makinelerini çok ucuza alıp sonra üç katı fiyatına başkasına satıyor.

Bunca bürokrasiye rağmen gayri resmi ama dürüst yollarla geçinen ve birbirine destek olan yardımsever insanların hayatlarına örnek var.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Çok fazla içki içiliyor. Kadını öpmesini göstermesi gereksiz. Müzik olayları uzun sürüyor.

The Pianist
Filmin örnek sunduğu kısım:
İkinci Dünya Savaşı'nın Polonya'da yaşayan sivillere verdiği zararı, harap edilen şehirleri, açlık ve sefaleti anlatıyor. Yahudilerin etiketlenmeleri, duvarlarla örülü yahudi bölgesine sürülüp açlığa mahkum edilmeleri, sebepsiz öldürülmeleri ve trenlerle ölüme gönderilmeleri anlatılıyor. Belki de bunun intikamını almak istiyorlar insanlıktan.

Zalimlerin imtiyazlar vererek zulmüne destek olacak birilerini bulmasına örnek sunuyor. Mesela Itzak Heller, Szpilman ailesine polis gücüne katılıp kurtulabileceklerini söylüyor.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Film çok uzun olmuş. Sonlara doğru gereksiz uzunlukta piyano çalıyor.

Up
Filmin örnek sunduğu kısım:
Bu film İslam'dan mahrum kalan bir insanın nasıl boş şeyleri hayatının gayesi edinebildiğinin bir göstergesi. En son terminal filminde cazcıların imzalarını bir kavanozda toplamayı hayatının gayesi edinen bir insanda görmüştüm benzerini. Ruh Bakımı kitabında da bununla alakalı şöyle yazıyordu: "Bir medeniyet ki, hayatlarına anlam arayışı içinde insanlarının gözü dışarılardaydı. Nobel kazanmış bilginlerinin tekmili birden veremediği anlamı ve mutluluğu bulmak için, insanları yollarda'ydı. Kimi Nepal'in yollarında arıyordu mutluluğu, kimi Tibet'in zirvelerinde anlam arayışındaydı. Ve herşeye rağmen, niceleri de İslâm'ın aydınlığında..." (Ruh Bakımı, s.22)

İzlenme kaygısıyla bu acıklı konu, aptal kuş ve köpekler gibi mizahi öğelerle süslendirerek veriliyor. Bu da insanoğlunun ne kadar suni şeylere güldüğünün ve içinde mizahi öğe olmayan şeylere artık itibar etmediğinin bir göstergesi olsa gerek. Filmde ayrıca dünya hayatının nasıl çabucak geçtiğine ve dünyevi olanların nasıl göçüp gittiğine dair mesaj da var.

Düğünde iki tip aile örneği var. Biri çocuklu ve neşeli kalabalık aile, diğeri çocuksuz ve neşesiz küçük aile. Konuşkanlık da ikisini ayıran bir özellik.

Modernleşen dünyada büyük binalar yapma hırsına örnek verilmiş. İnşaat patronu, yaşlı Carl Fredricksen'i yaşlılar evine gönderip evini elinden almak için fırsat kolluyor. Fredricksen'in kendine göre boyayıp düzenlediği ahşap evin yerine büyük standart ruhsuz beton bina yapılmak isteniyor.

Filmde lüzumsuz olan vasıflar:
Romantizm gereksiz.